“Birisine, Naziler tarafından çalınan Yahudi sanat eserlerine ne olması gerektiğini sorsanız, elbette sahiplerine geri verilmesi gerektiğini söyler. Yüzlerce yıl önce silah zoruyla alınan Hint ganimetleri için aynı şeyi söylemiyoruz.”
Haber: Charukesi Ramadurai
Çeviri: Erdem Ergen
Takacak mı takmayacak mı?
Kral III. Charles’ın taç giyme töreni yaklaşırken, Hintlerin gözleri uzun bir süre Kraliçe’ye çevrildi. Özellikle de başına. Londra Kulesi’ndeki kraliyet koleksiyonunun bir parçası olan Kraliçe Mary Tacı’na yerleştirilen tartışmalı Kuh-i-Nur elmasını takacak mıydı?
Hâlâ merakta olanlar için söyleyelim, Buckingham Sarayı takılmayacağını açıkladı.
Saray, [bu kararın] gerekçesiyle ilgili resmi bir açıklama yapmazken, Hindistan’la diplomatik sorunların çıkabileceği endişesi vardı. Çünkü elmasın kullanılması durumunda Hindistan elmasın meşru sahibi olduğu iddiasını öne sürebilirdi. Doğu Hint Kumpanyası (East India Company)’nın 1849 yılında Pencab eyaletinde zorla el koymasının ardından elmas, dönemin kraliçesi Victoria’ya teslim edildi. O gün bugündür İngilizlerin başında. Saray’ın bu açıklaması, elmasın Hindistan’ın hakkı olduğunu düşünenlere karşı bir yumuşatma hamlesi olarak da değerlendirilebilir.

Tarihte ilk kez 1628’de yazılı kayıtlarda karşımıza çıkan Kuh-i-Nur [Farsça’da Işık Dağı anlamına gelir. 105,6 karatlık, 21,6 gram ağırlığında, dünyanın bilinen en büyük elmaslarındandır. Çevirmenin notu], Hindistan Hükûmeti ve vatandaşlarının geri almak için uzun süredir ısrarla talepte bulundukları Hindistan ile eski sömürgecisi arasındaki tartışmalı bir konudur. Hindistan’ın Mint gazetesindeki makalede açıkça belirtildiği gibi, “Elmas hakkındaki esas tartışma, İngilizlerin genç kuşakları üzerinde Kuh-i Nur’un Hindistan’ın hediyesi olduğu algısını yaratması ve aslında elması elde edişinin ardındaki şiddet dolu tarihten resmi olarak bahsetmemesidir.”
Koh-i-Nur’a dair yeniden alevlenen tartışma, yalnızca yüzyıllar boyunca ticaret ve yönetim yoluyla Batılı güçlerin Güney’den aldığı ışıltılı taşları değil, diğer tüm kaynakların yoğun bir biçimde gündeme getiren sorgulamalara yol açtı. The Indian Express’teki bu serbest kürsü yazısında, “Elması takın, geri kalanları geri verin” ifadeleri yer alıyor.
“Geriye kalanlar”da kasıt paha biçilmez kültürel eserlerdir ve Hindistan Gurur Projesi’nin ilgilendiği şey tam da bu. Gemicilik sektörü yöneticilerinden S Vijay Kumar ve Singapur’dan kamu politikaları uzmanı Anuraag Saxena, kamu müzelerinden ve özel koleksiyonculardan (çoğunluğu heykellerden oluşan) kaçırılan ve çalınan antikaların iadesine yönelik yurttaş hareketini 2013 yılında başlatmışlardı. Ancak bu tarihe kadar Kumar bu konuda 10 yıldır uğraş veriyordu.
Hedeflerinde, hem İngiliz sömürge döneminde Hindistan’dan zorla çıkarılan eserler ve hem de yakın zamanda tapınaklardan ve kamu koleksiyonlarından çalınan ve kaçırılanlar var.
Bu dedektifler, çoğunlukla çevrimiçi iletişim kuran dünyanın farklı bölgelerinden küçük, anonim küresel bir gönüllü ekibinin yardımıyla, Avustralya, Singapur, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD gibi ülkelerden birkaç milyon değerinde antika eseri Hindistan’a geri getirdiler. Son dönemde, sanat eseri kaçakçısı Subash Kapoor tarafından çalınan 2,2 milyon dolar değerindeki antikaları satın alan Avustralya Ulusal Galerisi’nin, bu eserleri Hindistan hükûmetine iade etmesine yol açan soruşturmaya yardımcı oldukları için haberlere konu oldular. Hedeflerinde, hem İngiliz sömürge döneminde Hindistan’dan zorla çıkarılan eserler ve hem de yakın zamanda tapınaklardan ve kamu koleksiyonlarından çalınan ve kaçırılanlar var.
Nasıl çalışıyorlar?
Şu anda Hindistan’ın güneyindeki Chennai’de yaşayan Kumar ve Singapur’da bulunan Saxena, kayıp idolleri belgelemek için saha gezileri ve müzayede evleriyle yapılan operasyonlar hakkında görüşüyorlar. Kayıp antika eserler hakkında bilgilerin hep bilindiğini ancak eksiğin o eserleri yurda döndürecek irade olduğunu söylüyorlar. Kumar bu konuda şöyle bir veri sunuyor: Hindistan Hükûmeti, 1970-2012 arasında 19 eserin ülkeye geri getirilmesi operasyonlarını yönetirken, son 10 yılda kendilerinin yardımıyla gelen eser sayısı 600. Yaptıkları evrak işleri ve karmaşık müzakere süreçleri göz önüne alındığında, bu onların bir tür hevesli sanatsever kanun koyucu oldukları anlamına gelmez.
Tamamen gönüllü olan ekip, kanıt niteliğine sahip izleri takip ederek; müzayede evlerine, sanat galerilerine ve müzelere kişisel ziyaretler yaparak şüpheli nesneleri takibe alıyor, not ediyor ve ardından [ülkeye] geri dönüşü için resmî kurumlarla iş birliği yapıyor.
Çalışmaları, Hindistan içinde ve dışında, hükümetler ile Europol ve İç Güvenlik Bakanlığı gibi kolluk kuvvetleri arasında, avukatlık, aktivizm ve eşgüdüm sağlamak. Kumar, “Geçmişte Hindistan’a ulaştıklarında kimse yanıtlamadı, bu yüzden şimdi o işi [biz] yapıyoruz” diyor. Saxenaysa içtenlikle, hatta biraz da gururla, “Hindistan Onur Projesi bir organizasyondan daha geniş bir ağdır. Ne paramız ne çalışanımız ne yetkimiz var” diye ekliyor. Tamamen gönüllü olan ekip, kanıt niteliğine sahip izleri takip ederek; müzayede evlerine, sanat galerilerine ve müzelere kişisel ziyaretler yaparak şüpheli nesneleri takibe alıyor, not ediyor ve ardından [ülkeye] geri dönüşü için resmî kurumlarla iş birliği yapıyor.

British Museum’da sanat uzmanı ve eski Mısırbilimci Lewis McNaught, şu anda kültürel iadeyle ilgili çevrimiçi bir kaynak olan Re-turning Heritage adlı çalışmanın yürütücüsü. IPP yurttaş aktivizmi modelinin ilgi çekici olduğunu düşünüyor: “Dışarı çıkıp bir sosyal destekçi ağlarının yardımıyla etkin biçimde bilgi topluyorlar. Ve ancak nesnenin çalındığını teyit ettiklerinde hükûmete başvuruyorlar. Hükûmet ise müzeye veya nesneyi elinde bulunduran diğer hükûmetlere baskı yapıyor.”
Asya ve Afrika’nın yoksul ülkelerden Batı’nın varsıl ülkelerine değerli sanat ve kültür eserlerinin ya doğrudan sömürgeci güçler tarafından ya da daha yakın zamanlarda, karmaşık bir kaçakçılık ağıyla gerçekleştirilen, hazır bir hırsızlık ve kaçakçılık modeli vardır. Yazar ve tarihçi William Dalrymple, The Anarchy: The East India Company, Corporate Violence, and the Pillage of an Empire adlı kitabında (ve çeşitli başka yerlerde), Hindistan’dan Britanya’ya kadar binlerce paha biçilmez nesnenin ticaret şirketi olan Doğu Hindistan Şirketi’nin [The East India Company] çalışanlarınca yağmalandığını ifade ederek şunları söyledi:
“Şirketin Hindistan’ı fethi, kesinlikle dünya tarihinin en büyük kurumsal şiddet eylemi olmaya devam ediyor.”
Sömürgeciliğin ortadan kalkmasının üstünden bunca uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ çalınan antika eserlerin satıldığı milyarlarca dolarlık karaborsa varlığını koruyor. Costume Institute Gala (Met Gala)’nın 2018 yılındaki buluşmasında, Kim Kardashian’ın göz kamaştırıcı bir altın mumyayla birleşen ışıltılı altın elbisesiyle çektirdiği fotoğrafı sayesinde keşfedilen hikâyelerse son derece nadir rastlanan türdendir. Fotoğraf sayesinde gözler, 2011 yılındaki Arap Baharı’nın kargaşasında fark edilmeden Mısır’dan kaçırılıp, New York’un Metropolitan Sanat Müzesi’ne getirildiği saptanan mumyaya çevrildi. Ardından gelen medya tepkisi, sahte belgelere 4 milyon dolar ödeyen Met’i söz konusu mumyayı Mısır’a iade etmeye zorladı.
Sömürgeciliğin ortadan kalkmasının üstünden bunca uzun zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ çalınan antika eserlerin satıldığı milyarlarca dolarlık karaborsa varlığını koruyor.
Müzenin kaybına üzülmeden evvel, UNESCO’nun 1970 konvansiyonunu hatırlamakta yarar var. Konvansiyon’un amacı yasadışı antika eser ticaretini sonlandırmaktı. Ancak buna rağmen, bazılarının söylediğine göre, çalıntı antika eserlerin en büyük alıcısı konumundaki Met ve British Museum’un, şu anda mahkûm olan Subbash Kapoor gibi sanat hırsızlarından bu ürünleri almaya devam ettiklerini söylüyor. The Idol Thief adlı kitabında; Kapoor’un uzun süredir peşinde olduğunu ifade eden Kumar, bu durumun sebebinin temelde piyasa ekonomisinin arz-talep ilişkisinde kaynaklandığını söylüyor. New Indian Express’te 2020’de yayımlanan When the buying by museums stops, the looting stops başlıklı yazısındaysa; müzelerin gözlerinin herkesin ilgisini çeken antikaların kökenlerine bakmak konusunda kör olduğunu yüksek sesle ifade etti. Artık hayatta olmayan, “hazine avcısı” lakaplı Met Direktörü Thomas Hoving gibi saygın isimler ile büyük müzeler arasında antika eserleri ele geçirme uzun zamandır rekabetçi bir spordur. 1994’te yayımlanan anılarında “Korsanlık eseri” sanat koleksiyonuyla övündüğü ve uzun “kaçakçılar ve tamirciler” listesi hakkında bilgi verdiği söyleniyor. Kumar, Kapoor’un yakalanmasından yıllar sonra bile onunla ilişkili idol ve heykellerin sanat galerilerinde ve antika eşya dükkanlarında boy göstermeye devam ettiğini söylüyor.

Eski eserlere olan büyük talebi de göz önüne aldığımızda, eserlerin yetersiz düzeyde kaydı ve hükümetlerin kayıtsızlığından ötürü, Hindistan gibi ülkelerden sürekli olarak [kaçırılan] ve yasadışı ticareti yapılan nesneler var. Kumar kesin bir inançla, “Her yıl en az 1000 parça yüksek değerli nesneyi kaybediyoruz” diyor. Ayrıca, her adımda tapınaklardan, arkeolojik alanlardan ve hatta küçük müzelerden değerli eserleri çıkartan bir dizi suç ortakları da var.
İade konusunda tartışma
Genel olarak, IPP’nin son zamanlarda kaçırılan eserleri izini sürmesi ve kurtarması, sömürgeci yağma ganimetlerine nazaran daha kolay olmuştur. Bunun sebebi kısmen, bu ganimetleri iade etmenin etik gerekliliği hakkında devam eden tartışma nedeniyledir. Dünyanın dört bir yanındaki müzeler, IPP, Returning Heritage ve Art Recovery gibi yurttaş gruplarının artan baskısıyla karşı karşıyadır. Ancak bu duruma karşı anlattıkları şöyle bir masal var: Bu derece değerli eserler, tüm dünyanın izlemesi için sergilenebilmelidir. Bunu da ancak güvenli müzelerde, emniyetli ortamlarda koruyarak sağlayabiliriz. New York Times’te yakın zamanda yayımlanan bir makale, [antikaların] iadesi etrafında şekillenen sömürgeci dönem düşüncesini bakın şu soruyla nasıl özetliyor:
“Amerika’da, [antikaların] geri dönüşündeki artışı eleştirenler, akademisyenler tarafından zaman içinde inşa edilen ve bir bağlam duygusuyla aşılanan müze koleksiyonlarının gelişigüzel azalmasından endişe ediyorlar. ABD izleyicileri, tekil uluslara değil, insanlığa ait olduğunu öne sürdükleri ikonik nesnelere erişimden mahrum mu bırakılmalı?”
Bu argümandaki temel kusur, bu eserlerin birçoğunun “zevk alınacak” sanatsal nesneler değil, kapılıp [kaçırılıp] götürülmeden önce nesiller boyunca değer verilen ve tapılan kutsal nesneler olmasıdır. Saxena, bu eserlerin toplumlar için potansiyel olarak inanç ve kimlik sembolleri olduklarını, kültürel ve duygusal önem taşıdıklarını bakın nasıl açıklıyor:
“Bu idoller sevgiyle giyilip yıkanıyorlar. [Bunların] Daha büyük bir enerjinin canlı, vücut bulmuş hâli olduklarına inanılıyor.”
Güney Hindistan menşeli Chola bronzları konusunda uzman olan Kumar şöyle ekliyor: “Tamil dilinde thirumeni ya da ‘ilahi beden’ dediğimiz tanrı putlarının kokteyl partilerinde açık artırmaya çıkarılıp özel yatak odalarına ve bahçelere konmasını aşağılayıcı buluyorum.” Hem Kumar hem de Saxena, çalınan putların Hindistan’a geri getirilmesi ve orijinal tapınaklarına törenle iadesini neşeli örnekleriyle anlatıyor.
McNaught, “peşinden en çok koşulan eserlerin; dînî açıdan muazzam derecede önemli olanlar ve bir ulusun tarihi, kültürü ve karakteri açısından büyük değer taşıyanlar olduğunu” onaylıyor. Nijerya’nın tartışmalı Benin Bronzları ve Etiyopya Tabotları (1868’de İngiliz kuvvetleri tarafından alınan Etiyopya Ortodoks Kilisesi’nin kutsal plaketleri) gibi diğer örneklere atıfta bulunarak, “O eserleri geri istediğimizi söylemek için haklı gerekçeleri olduğunu düşünüyorum” diyor.

Sanatın bu şekilde yağmalanmasının ve lekelenmesinin arkasındaki esas sebebin vahşi sömürgecilik olduğunu kabul etmediler. Kumar; “Eserlerin Kamboçya’ya geri dönüşü biraz daha kolay, çünkü kökeninde Kızıl Kmerler var. Avrupa’da bu duruma sanatta Holokost olarak bakılıyorken sömürgecilik henüz o aşamaya gelmedi” diyor.
Anita Anand’la Kuh-i-Nur üzerine bir kitap yazan Dalrymple, Smithsonian dergisine 2017’de bu eşitsizliği şu sözlerle eleştirdi. “Birisine, Naziler tarafından çalınan Yahudi sanat eserlerine ne olması gerektiğini sorsanız, elbette sahiplerine geri verilmesi gerektiğini söyler. Yine yüzlerce yıl önce [aynı şekilde] silah zoruyla alınan Hint ganimetleri için aynı şeyi söylemiyoruz.”
Birkaç yıl önce, bir grup IPP gönüllüsü Hint kökenli İngiliz genç, ilgilerini çeken nesnelerin yanına “Hindistan’dan alındım” ve “Yardım edin, yardım edin İngilizler beni kaçırdı” vb. konuşma balonları olarak yerleştirdikleri küçük kartlarla Londra müzelerine gittiler.
Doğrudan baskı bir etki yaratmadığında (IPP’nin “istenmeyen şahıs” durumu göz önüne alındığında genelde böyle olur), zaman zaman geleneksel olmayan taktiklere başvururlar. Birkaç yıl önce, bir grup IPP gönüllüsü Hint kökenli İngiliz genç, ilgilerini çeken nesnelerin yanına “Hindistan’dan alındım” ve “Yardım edin, yardım edin İngilizler beni kaçırdı” vb. konuşma balonları olarak yerleştirdikleri küçük kartlarla Londra müzelerine gittiler. Şiddet içermeyen bu protesto anlaşılır sebeple viral oldu ve yetkilileri müzakere masasına oturmaya zorladı.
IPP’nin sosyal medyada tercih ettiği etiketlerden biri #BringBackOurGods (Tanrılarımızı Geri Getirin) olabilir, ancak Kumar IPP’nin hiçbir dînî veya siyasi motivasyonu olmadığını iddia ediyor. Çeşitli dinlerin sembollerini kurtardıklarını ve devlet kurumlarını açıkça eleştirdiklerini doğruluyor. IPP modeli, hem Sri Lanka hem de Nepal gibi kültür varlıklarını geri almaya odaklanan Hindistan’ın komşularına ilham kaynağı oldu. Bu ülkeler de benzer projeler başlattı.
Kumar; India Pride Project’in yapmak istediği tek şeyin, her seferinde bir eseri geri getirerek Hindistan’ın onurunu sağaltmak olduğunu belirtiyor. Saxenna’nın da belirttiği gibi “Tarih coğrafyasına aittir.”
Kaynak
https://www.bbc.com/culture/article/20230417-the-sleuths-bringing-back-indias-stolen-treasures (son erişim tarihi: 15.05.2023).