İnsan davranışları ve kararları çoğu zaman irrasyonel olsa da önceden öngörülebiliyor ve yönlendirilebiliyor. Peki bu süreç nasıl işliyor?
Ülkemizde herkesin her şeyin uzmanı olması gibi bir sorun var. Herkes doktor, herkes felsefeci, ve özellikle de herkes ekonomist. Ekonomi dediğimiz zaman akan sular duruyor, insanlar konuşmaya başlıyor, hem de her eğitim seviyesinden. Sonra da ortaya döviz satıp dış güçleri korkutarak kur düşürenlerden tutun da sadece 50 TL’lik yakıt alarak enflasyondan korunanlar peyda oluyor.
İşte bunların hepsi zihnimizin bize oynadığı oyunlar yani birer yanılsama/yanılgıdır (İngilizce karşılığı “bias” ve birazdan daha detaylı bahsedilecek Davranışsal Ekonomi’nin başlıca tartışma konularından). İnsan, beyin yapısından kaynaklı birçok şeyi rasyonel bir şekilde değerlendiremez. Belki de bu durum yani düşünmeden dolayısıyla da çabucak hareket edebilme yeteneği ve beraberinde gelen en kısa yoldan gitmeye çalışmak evrimsel süreçte Homo Sapiens’i Neandertaller’den ayıran ve günümüze ulaşmasını sağlayan bir özellik olmuştur.

Kendi gündelik hayatımızda, haberlerde gördüğümüz olaylarda ve dahi başkalarında gözlemlediğimiz bu tarz irrasyonaliteler hayatımızın her alanında gözlemlenebilir ve Davranışsal Ekonomi de Neoklasik İktisat’ın, yani başka bir deyişle Geleneksel İktisat’ın, aksine bu irrasyoneliteleri yok sayarak tamamen işlevsel ekonomi politikaları oluşturamayacağımızı ve bunların ön kabulüyle daha işler bir ekonomik düzen oluşturulabileceğini savunur.
Geleneksel Ekonomi’de bir rasyonel(akılcı) insan/aktör(agent) ön kabulü bulunmaktadır. Bu rasyonel birey tercihlerini belirlerken bir optimizasyona(fayda ençoklaştırma) göre belirler ve bunları da ekonomistler bir eşitlik(equilibrium) şeklinde formülüze edebilirler. Ancak şöyle bir gerçek vardır ki hayatı formülüze etmek için çok fazla bilgiye (big data) ihtiyacımız vardır ve insanlar tercihlerini ençoklaştıracak şekilde “düşünerek” karar ver(e)mezler çoğu zaman. Bu kadar çok bilgiye sahip olsak dahi kestiremeyeceğimiz bir unsur vardır ki o da insan davranışıdır. Davranışsal Ekonomi de Ekonomi’yi insan davranışlarını da işin içine katarak anlatmaya çalışır.
Davranışsal Ekonomi de Ekonomi’yi insan davranışlarını da işin içine katarak anlatmaya çalışır.
Geleneksel Ekonomi’de yaratılan Homo-economicus, yani sonsuz ve sorunsuz bir şekilde rasyonel kararlar verebilecek birey, aslında bir mittir. 2017 yılı Nobel Ekonomi Ödülü’ne layık görülen Richard Thaler, Homo-economicus’u “Ekon (Econ)”lar olarak değerlendiriyor ve bizleri de yani sıradan, Ekon’lar gibi üstün karar verme yeteneklerine sahip olmayanları da “İnsanlar” olarak. Çünkü “İnsanlar”, “Ekon”lar gibi iyi tanımlanmış tercihlere sahip ve sürekli kendi faydasını ençoklaştırmaya yönelmiş para peşinde koşan hedonistik varlıklar değillerdir. Böyle bir sınıflandırmadan dolayı çoğunlukla “Ekon”lar Star Trek’teki yarı insan yarı Vulcan bir canlı olan akılcı Mr. Spock ile biz “İnsanlar” da Simpsonlar’daki sevecen karakter Homer Simpson ile özdeşleştirilir (Benim de çok sevdiğim bir karakter olan Mr. Spock’ı canlandıran Leonard Nimoy (1931-2015) ışıklar içinde uyusun).

Bireylerin düşünerek “en doğru” kararı veremeyeceklerinden yani Geleneksel Ekonomi’de söylendiği gibi bir optimizasyon problemi çözerek faydasını ençoklaştıracak tercihler yapamıyor oluşundan bahsettim. İşte bu “kusurlu tercihler”in sebebini 2002 Yılında Nobel Ödülü’nü kazanmış Daniel Kahneman Türkçe’ye de çevrilmiş olan Thinking, Fast and Slow (Hızlı ve Yavaş Düşünme) kitabında Sistem I ve Sistem II olarak anlatıyor. Yani diyor ki insanların Neoklasik İktisat’ta varsayıldığı gibi “Homo-economicus”, yani rasyonel kararlar alarak kendileri için en doğru kararı veren canlılar, değil de aslında çoğu zaman rasyonel karar alamayan canlılar olduklarını ve bilakis toplamda zamanın %98’inde sezgisel kararlar verdiğimizi ancak verdiğimiz kararların sadece %2’sinin düşünülerek verildiğini söylüyor.
Zihnimizin bu içgüdüsel olarak aldığı kararları yani hızlıca, kolay bir şekilde ve bilinçsizce-göz açıp kapayıncaya kadar diyor Malcom Gladwell- verilen kararları zihnin Sistem I kısmı olarak adlandırıyor. Ve her acı gerçek gibi can yakıcı olsa da zamanın %98’inde Sistem I’i kullanıyoruz. Sistem I’i çok kullanmak aslında çoğu zaman hayat kurtarıcı ve zaman kazandırıcı olsa da düşünmeden, bilinçsizce verdiğimiz kararlar da buradan kaynaklanıyor.
Bir matematik sorusunu oturup çözer gibi düşünerek, plan yaparak, müzakere ederek mantıklı ve bilinçli kararlar aldığımız kısım beynin Sistem II kısmı olarak değerlendiriliyor.
Örnek verecek olursak, mesela ormanda yürüyoruz ve bir ayıyla karşılaştık, içgüdüsel olarak hemen ordan kaçmayı düşünürüz ve bu hayatımızı kurtarabilir. Veya, bisiklet sürmek, yüzmek, ve araba kullanmak gibi zaman içerisinde düşünmeden yaptığımız davranışlar Sistem I sayesinde hayatımızı kolaylaştırır. Bu da beynimizdeki nöron bağlarının öğrendiğimiz konuyu sürekli tekrar etmemiz sonucu kalınlaşmasından kaynaklanır.
Sistem II de beynimizin düşünerek karar alan kısmı ile ilgilidir. Yani bir matematik sorusunu oturup çözer gibi düşünerek, plan yaparak, müzakere ederek mantıklı ve bilinçli kararlar aldığımız kısım beynin Sistem II kısmı olarak değerlendiriliyor. Dolayısıyla da Sistem II ile alınan kararlar, Sistem I ile alınan kararlara göre daha yavaştır ve zaman alır. Zaten bu şekilde bir ayrımı öğrendikten sonra kendi gündelik hayatımızı şöyle bir gözden geçirince bu farklılıkları kendimiz kolayca ve açık bir şekilde gözlemleyebiliriz. Çünkü gündelik hayatımız içerisinde aldığımız kararların çoğu düşünmeden alınır. Sabah kalktığımızda dişimizi fırçalarız, işe/okula aynı yoldan gideriz kısacası bir rutinimiz vardır. Ancak üzerinde düşünmemiz gereken olaylar karşımıza çıktığında Sistem II’yi kullanırız bu da Danial Kahneman’a göre zamanımızın %2’sine tekabül etmektedir.
Sistem I ve Sistem II’den bahsettikten ve zamanın %98’inde düşünmeden hareket ettiğimizi öğrendikten sonra bireylerin neden irrasyonel davranışlar sergilediğini daha iyi anlamış oluyoruz. Ekonomik aktörlerin irrasyonel olduklarını kabul ettikten sonra, bunu Ekonomi Bilimi içerisinde izah etmenin yolları da Davranışsal Ekonomi tarafından sunuluyor bize. Bu şekilde insanlar tarafından sergilenen rasyonel olmayan davranış şekilleri Davranış Bilimleri tarafından sınıflandırılıyor. Bunlardan bazıları şu şekilde: Onay Önyargısı (Confirmation Bias), Sahip Olma Etkisi (Endowment Effect), Kayıptan Kaçınma (Loss Aversion), Varsayılan Seçenek (Default Option), Çapalama Önyargısı (Anchoring Bias), Erişilebilirlik Önyargısı (Availability Bias), İKEA Etkisi (The IKEA Effect), Sürü Davranışı (Hearding Behavior), vs.

Sosyal medyayı bu kadar çok kullandığımız bir dönemde sosyal medyadan örnek vermeden geçemeyeceğim. Sosyal medya mecralarında takip edebileceğimiz hesapları düşündüğümüzde önümüzde sınırsız seçenekler var. Ancak çoğu zaman kendi fikrimize ve bakış açımıza en yakın kişileri veya kurum/kuruluşları takip etmeyi tercih ediyoruz bu sınırsız seçenekler arasından. Bu da kendi fikrimizin doğruluğuna olan inancımızı daha da derinleştiriyor, ne kadar “doğru” olduğumuzu daha iyi anlamış oluyoruz bir nevi. Tabii bu bir yanılgı. Bilim insanlarından müteşekkil akademide bile bu davranışın çok fazla gözlemlendiği görülmüştür. Yani akademik yayın yaparken bile kendi görüşünü ya da hesaplamalarını destekleyecek çalışmalara daha çok meyledildiği gözlemlenmiştir. Bu durumlar Onay Önyargısı (Confirmation Bias)’na bir örnektir.
Organ bağışı örneği Davranışsal Ekonomi’de en ünlü örneklerden biri. Organ bağışı dünyada en sorunlu konulardan bir tanesi çünkü etik değerler gereği organ satışı yasak. Organ bağışı yapmak isteyip istemediğimizin sorulduğu sınırlı durumlar var. Ülkemizde de organ bağışı yapmak isteyip istemediğimiz ehliyet alırken sorulur mesela. Amerika’da ehliyet alırken veya yenilenirken doldurulan formlarda organ bağışı ile ilgili sorunun varsayılan seçenek (default option) olarak değiştirilmesi sonucu organ bağışçı sayısının arttığı gözlemlenmiş. Yani insanlar olarak basit bir formu bile okuyamayacak kadar tembel olduğumuzdan önümüze getirilen her ne ise basitçe onu onaylıyoruz. Varsayılan seçenek olgusu gazete, dergi, ve bir çok mobil uygulama (mobile app) aboneliklerinde de bilfiil kullanılmaktadır. Çünkü firmalar bizim aboneliklerimizi iptal etmek için uğraşmayacağımızı ya da iptal etmeyi unutacağımızı biliyorlar.
Diğer bir ünlü örnek de Psikoloji alanında çalışmış ve halihazırda Duke Üniversitesi’nde çalışmalarına devam eden Dan Ariely’nin İKEA Etkisi adını verdiği durum. Bildiğimiz gibi İKEA’dan aldığımız mobilyalar demonte gelir, dolayısıyla onları kendimiz monte ederek kullanırız. İşte mobilyaları kullanmadan önce onlara harcadığımız emek onları bizim için daha değerli kılar. Gündelik hayatımızda da bunu birçok alanda gözlemleriz. Örneğin evin temizliğini her kim yapmışsa o kişi evin temizliğine/düzenine katkıda bulunduğu seferlerde daha dikkatlidir ve evde yaşayan diğer kişileri daha çok uyarır temizliği kendisinin yapmadığı zamanlara oranla. Yani emek verdiğimiz her ne ise bizim için her zaman daha değerlidir.
Deprem bölgesinde yaşayan herkes gibi benim de 6 Şubat depreminde deneyimlerim var tabii ki. Ancak burada o günlerde yaşadıklarımdan değil Davranışsal Ekonomi ile ilgili yönünden ve dolayısıyla da zorunlu deprem sigortasından bahsedeceğim. Zorunlu deprem sigortası olarak adlandırıldığına bakmayın, aslında o kadar da zorunlu değil. İnsanların hatırı sayılır bir bölümü doğal afetlere yönelik sigortaları kendilerinin veya bir yakınlarının başından geçmedikçe yaptırmaya meyilli değiller. Bu anlayış sadece ülkemizde değil dünyanın hemen her yerinde böyle. Ancak yakın zamanda sizin veya bir yakınınızın başından sel, fırtına, ve deprem gibi bir doğal afet geçtiyse o zaman ilgili durumlarla ilgili satın alınan sigorta poliçelerinin miktarları da artmakta. Bu durum da bir Erişilebilirlik Yanılgısı (Availability Bias) örneği. Yani yakın zamanda gerçekleştiğinden bu duruma dair bilgiler daha taze ve daha erişilebilir.
Davranışsal Ekonomi ile ilgili kararlarımızın %98’ini düşünmeden verdiğimizi ispatlayan daha birçok çarpıcı örnek verilebilir gündelik hayatımızdan ve yapılan deneylerden. Dolayısıyla sağlıklı yaşam tercihlerinden, daha yeşil bir gezene nasıl sahip olabileceğimizden, emekliliğimizde nasıl daha refah içinde yaşayacağımızdan tutun da bir çok konu için Davranışsal Ekonomi’den ve Davranış Bilimleri prensiplerinden faydalanılabilir.
Benim de üzerinde çalışmaya devam ettiğim ve ülkemizde uygulanan Zorunlu Bireysel Emeklilik’e katılım ve mağaza/market poşetlerinin ücretlendirilmesi konuları da bunlara birer örnek.

Bu açıklamalar ve örnekler ışığında da açıkça görülebildiği gibi insan davranışları ve kararları çoğu zaman irrasyonel olsa da önceden öngörülebiliyor ve yönlendirilebiliyor. Tabii ki bu da bizi insanları daha mantıklı tercihler yapmaya nasıl yönlendirebileceğimiz sorunsalı üzerinde düşünmeye sevk ediyor. İşte bu da karşımıza Seçim Mimarisi (Choice Architecture), Seçim Mimarı (Choice Architect), Beklenti Teorisi (Prospect Theory), Liberal Yönlendirme (Liberal Orientation/Liberal Paternalism) gibi kavram, yöntem, ve teorileri çıkarıyor.
Bu yönlendirilme zaten çok uzunca bir süredir Reklam ve Pazarlama sektörleri tarafından kâr sağlamak amaçlı kullanılagelen bir durum. Ancak Davranışsal Ekonomi’nin de sağladığı bilgi ve veriler ışığında yukarda bahsi geçen kavram, yöntem, ve teorileri insanların ve insanlığın faydasına kullanarak hem daha güzel bir gezegene sahip olabilir ve hem de daha refah ve esenlik içinde yaşayabiliriz.