Biyoçeşitliliğin korunması, insan yaşamı ve refahı için kritik olan ekosistem hizmetlerinin temelini oluşturur. Biyoçeşitlilik, tozlaşma, toprak verimliliği ve besin döngüsü gibi çeşitli ekosistem hizmetlerinin temelini oluşturarak gıda üretimi ve genel çevresel sağlık için vazgeçilmezdir.
Hasan Sevgili
Ordu Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü
Örneğin, biyoçeşitliliğin azalması, bu ekosistem hizmetlerinin bozulmasıyla doğrudan ilişkilendirilmiş ve gıda güvenliği ile toplumun ekonomisi açısından ciddi tehditler oluşturmuştur [1]. Araştırmalar, bu ekosistem hizmetlerinin sürdürülebilmesi için yüksek bitki çeşitliliğine ihtiyaç duyulduğunu açıkça göstermektedir. Bitki çeşitliliği yüksek olan ekosistemlerin yaşamsal işlevleri daha etkin bir şekilde sürdürdüğü kanıtlanmıştır [2]. Bu ilişki, sağlam ekosistem hizmetlerinin sağlanabilmesi için çeşitli biyolojik sistemlerin korunması gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca, biyoçeşitlilik ile ekosistem hizmetleri arasındaki çok yönlü ilişki, biyoçeşitlilik kayıplarının derin ve zincirleme etkiler yaratabileceğini ve sonuçta bölgelerin ekolojik bütünlüğünü tehlikeye atarak doğanın sunduğu hizmetleri azaltabileceğini göstermektedir [3]. Hassas ekosistemler, özellikle tarım ve sanayiye dayalı arazi kullanım değişiklikleri, nüfus artışı ve iklim değişikliği gibi insan etkilerine karşı savunmasızdır. Araştırmalar, insan nüfus dinamiklerinin biyoçeşitlilik kaybıyla önemli ölçüde ilişkili olduğunu da göstermektedir; kaynak talebi arttıkça, biyoçeşitliliği sürdüren denge giderek daha kırılgan hâle gelir [4]. Bu bağlamda, biyolojik çeşitliliğin korunması zorunlu bir eylem olup, tüm ülkelerin iş birliği yaparak küresel düzeyde eşgüdümlü koruma programlarının yürürlüğe konulması gerekmektedir. Birçok hassas bölgede ve hassas türler üzerinde koruma programları yürütülse de biyolojik çeşitlilik hızla azalmaktadır.
Bitki çeşitliliği yüksek olan ekosistemlerin yaşamsal işlevleri daha etkin bir şekilde sürdürdüğü kanıtlanmıştır.
Biyoçeşitlilik ve doğa koruma alanında taksonomistlerin rolü, özellikle türlerin hızla yok olduğu ve yaşam alanlarının bozulduğu günümüzde giderek daha kritik hâle gelmektedir. Taksonomistler, Dünya üzerindeki yaşam formlarının doğru bir şekilde tanımlanması, adlandırılması, sınıflandırılması ve yayılış alanlarının belgelenmesi açısından vazgeçilmezdir [5]. Carolus Linnaeus’un binominal isimlendirme sisteminden (1758) bugün modern moleküler yaklaşımlara kadar taksonomi, biyolojik bilgilerin temel referans çatısını oluşturmuştur. Bilimsel adlar sadece türleri adlandırmakla kalmaz; aynı zamanda bu adlar, genetik verilerden ekolojik gözlemlere, koruma politikalarından halk sağlığına kadar çeşitli verilerin ortak dili hâline gelir. Sandall ve ark. [5], taksonomi olmaksızın biyoçeşitlilik bilimlerinin çoğu uygulamasının işleyemez hâle geleceğini vurgular. Taksonomistler, türlerin dağılımını, ekosistem etkileşimlerini ve biyoçeşitlilik ölçütlerini anlamak için gerekli olan temel verileri sağlayarak koruma çabalarını destekler; bu da etkili yönetim ve politika yapımı için hayati önemdedir. Örneğin, taksonomistler, IUCN Kırmızı Listesi gibi küresel biyolojik çeşitlilik koruma programlarının temel verilerini sağlar. Taksonomistlerin türleri tanımlama, isimlendirme, izleme ve veri uyumu sağlama rolleri, günümüzde daha da kritik hâle gelmiştir. Taksonomistlerin çalışmalarının daha fazla tanınması, desteklenmesi ve entegrasyonu hem bilimsel bilgi üretimini hem de doğa koruma uygulamalarının etkinliğini artıracaktır.

Biyolojik çeşitliliğin korunması zorunlu bir eylem olup, tüm ülkelerin iş birliği yaparak küresel düzeyde eşgüdümlü koruma programlarının yürürlüğe konulması gerekmektedir.
20. yy’ın ikinci yarısından itibaren taksonomi, genellikle yeterli finansman, veri altyapısı ve politik destek bulamayan bir bilim dalı olarak tanımlanır. Her şeyden önce, eğitimli taksonomist sayısındaki azalma, biyoçeşitliliğin korunması açısından ciddi riskler oluşturmaktadır. Hopkins ve Freckleton [6], yeterli taksonomik uzmanlık olmadan tür gözlem kayıtları gibi temel verilerin üretiminin aksayacağını ve bunun da koruma biyolojisi araştırmalarını sekteye uğratacağını belirtmektedir. Yazarların da vurguladığı gibi, bu azalma mevcut taksonomistlere daha fazla yük bindirmekte, tüm taksonlara yönelik değerlendirme girişimlerinin ilerlemesini sınırlamakta ve özellikle yeterince çalışılmamış bölgelerde bilinmeyen türlerin keşfini engellemektedir [7]. Bu “taksonomik darboğaz”, biyoçeşitliliği belgeleme ve koruma sorunlarına etkili bir şekilde yanıt verme çabalarını zorlaştırmaktadır. Özellikle tür sayısı çok, saha çalışması ve tanımlanmaları zor olan mikroskobik omurgasız gruplarında biyolojik çeşitliliğin belgelenmesi çalışmaları, en azından bölgesel kapsam açısından çok yetersizdir (örn. su ayıcıkları – Tardigrada, kuyrukla sıçrayanlar – Collembola, akar – Acari gibi eklembacaklılarda). Örneğin, Titley ve ark. [8], omurgasızlar ve bitki türleri gibi belirli taksonomik grupların ve başta tropikal bölgeler olmak üzere bazı coğrafyaların sistematik olarak ihmal edildiğini bildirmişlerdir. Yeterince çalışılmamış taksonların ve yaşam alanlarının kaybı, koruma kaynaklarının daha “karizmatik” ya da iyi belgelenmiş organizmalara yönlendirilmesi nedeniyle yanlış tahsis edilmesine yol açabilir ve bu da acil müdahale gerektirir [9]. Taksonomik bilgi eksikliği, geniş kapsamlı koruma planlamalarını imkânsız kılmakta; bu da sadece kelebek, kuş ya da memeli gibi kolay teşhis edilebilen ve “gösterişli” grupların öne çıkmasına, diğer grupların ise göz ardı edilmesine neden olmaktadır [6]. Örneğin, tropikal-ılıman bölgeler için yapılan bir analizde omurgalılar (özellikle memeliler ve kuşlar), biyoçeşitlilik çalışmalarında ciddi oranda fazla temsil edilmektedir [8]. Memeliler, dünya hayvan türlerinin sadece %0,4’ünü oluştururken, çalışmalarda %12 oranında yer almıştır. Buna karşılık böcekler, toplam hayvan türlerinin %70’ini oluşturmasına rağmen yalnızca %23 oranında çalışılmıştır.
Özellikle tür sayısı çok, saha çalışması ve tanımlanmaları zor olan mikroskobik omurgasız gruplarında biyolojik çeşitliliğin belgelenmesi çalışmaları, en azından bölgesel kapsam açısından çok yetersizdir
Taksonomistler, aynı zamanda geleneksel yöntemlerle yeni teknolojileri birleştirme konusunda da kritik bir rol oynamaktadır. DNA dizileme yöntemlerinin geleneksel taksonomi ile entegrasyonu, tür tanımlamasını daha verimli hâle getirmekte ve biyoçeşitlilik değerlendirmelerinin doğruluğunu artırmaktadır [10]. Moleküler ve morfolojik tekniklerin bu sinerjisi, koruma araştırmalarının güvenilirliğini artırmakta; böylece araştırmacılar ve doğa korumacılar, doğru tür ayrımları ve ekosistem değerlendirmelerine dayalı bilinçli kararlar alabilmektedir. Ayrıca taksonomistler, ekolojik ve doğa koruma çabalarıyla taksonomik verileri ilişkilendiren mevcut biyoçeşitlilik bilgi sistemlerine katkıda bulunmaktadır. Upham ve ark. [11], modern biyoçeşitlilik sorunlarının yalnızca tür listeleriyle çözülemeyeceğini, bunun yerine kapsamlı veri tabanlarında tutarlı ve erişilebilir verilere ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır.

Halk katılımını artıran yurttaş bilimi (citizen science) girişimleri de taksonomik uzmanlığın önemini ortaya koymaktadır [12]. Yurttaş bilimciler veri toplama ve tür tanımlama süreçlerine katkıda bulunabilse de, biyoçeşitlilik değerlendirmelerinde doğruluk ve güvenilirliğin sağlanabilmesi için genellikle eğitimli ve maddi olarak desteklenen taksonomistlerin denetimine ihtiyaç duyarlar. Amatör doğa meraklıları ile profesyonel bilim insanları arasında iş birliği geliştirildiğinde, sosyal medyanın da etkisiyle farklı ekosistemlerdeki biyoçeşitliliğin daha kapsamlı anlaşılmasını mümkün kılan sağlam bir koruma temeli oluşturulmuş olur (bkz. iNaturalist, GBIF). Ayrıca, taksonomik çözünürlük (detay seviyesi), biyoçeşitlilik ölçümleri üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Taksonomik sınıflandırmadaki hataların ekolojik çöküşleri maskeleyebileceğini ve yanıltıcı biyoçeşitlilik tahminlerine yol açabileceğini de göz ardı etmemek gerekir [13]. Bu durum, ekolojik araştırmaların ve koruma stratejilerinin her yönünde doğruluk ve kesinliğin temel alınmasını gerektiren biyoçeşitlilik izleme programlarında yüksek kaliteli taksonomik girdilerin önemini ortaya koymaktadır.
Amatör doğa meraklıları ile profesyonel bilim insanları arasında iş birliği geliştirildiğinde, sosyal medyanın da etkisiyle farklı ekosistemlerdeki biyoçeşitliliğin daha kapsamlı anlaşılmasını mümkün kılan sağlam bir koruma temeli oluşturulmuş olur.
Böcekler, sadece sayıca fazla olmalarıyla değil, aynı zamanda ekosistem süreçlerindeki çok yönlü rollerinden ötürü de yaşamsal öneme sahiptir. Yang ve Gratton [14], böceklerin karbon ve azot döngüsü, ayrıştırma süreçleri, tozlaşma, bitki-mikrop etkileşimleri ve besin zinciri uzunluğu gibi kritik ekosistem fonksiyonlarında doğrudan ve dolaylı yollarla etkili olduklarını güzel bir değerlendirme ile ortaya koymuştur. Örneğin, böceklerin biyokütle girdileri, ayrıştırıcı faaliyetleri ve bitki üzerinde oluşturdukları trofik baskılar, toprak altı mikrobiyal toplulukların bileşimini ve ekosistem verimliliğini belirleyici niteliktedir. Ayrıca, bitki örtüsüne yönelik herbivor baskılar, toprak besin döngüsünü ve bitki tür kompozisyonunu değiştirebilecek kadar güçlüdür. Bu bulgular, böceklerin yalnızca izlenen değil, ekosistemleri şekillendiren aktörler olduğunu göstermektedir. Böylesi bir işlevsel öneme sahip bir organizma grubunun taksonomik olarak yeterince belgelenmemesi ve uzmanlarca izlenememesi, doğa koruma ve ekosistem yönetiminde ciddi açıklar yaratabilir.
Bu yüksek özgünlük, Türkiye’yi sadece bir tür zenginliği merkezi değil, aynı zamanda küresel ölçekte korunması gereken öncelikli bir biyoçeşitlilik havzası hâline getirmektedir.
Anadolu’nun dağlık yapısı, mikrohabitat zenginliği ve iklimsel geçiş kuşağı niteliği, birçok böcek türünün yalnızca bu coğrafyada evrimleşmesine olanak tanımıştır. Bu yüksek özgünlük, Türkiye’yi sadece bir tür zenginliği merkezi değil, aynı zamanda küresel ölçekte korunması gereken öncelikli bir biyoçeşitlilik havzası hâline getirmektedir. Bu nedenle, böcek taksonomisindeki her bilgi eksikliği, yalnızca yerel değil, küresel doğa koruma çabalarını da zayıflatma potansiyeline sahiptir. Bu bağlamda, Türkiye’de böcek taksonomisi alanında yaşanan uzman azalışı, bu ekosistem hizmetlerinin güvenilir bir şekilde izlenmesi ve sürdürülmesi açısından bir risk faktörüdür. Özellikle doktora sonrası istihdam olanaklarının sınırlı olması, genç araştırmacıların taksonomi alanına yönelmesini engellemektedir. Bu durumu daha yakından analiz edebilmek için YÖK Tez Merkezi ve Web of Science verileri (SCI kapsamındaki yayınlar üzerinden) ışığında Türkiye’de böcek taksonomisi üzerine yapılan akademik üretim incelenmiştir.
Bu dengesizlik, akademik uzmanlık, derinlik ve kurumsal hafızanın sürdürülebilirliği açısından dikkat çekici bir boşluğa işaret etmektedir.
İlk olarak, Yükseköğretim Kurumu’nun Ulusal Tez Merkezi veri tabanı kullanılarak 1990–2025 yılları arasında Türkiye’de böcekler üzerine yapılmış ve başlığında “taksonomi”, “sistematik”, “fauna”, “revizyon” gibi anahtar kelimeleri taşıyan lisansüstü tezlere ait bir tarama ve analiz yapılmıştır. Bu analizlerin sonuçları, ülkedeki akademik üretim eğilimlerini değerlendirmek açısından önemli ipuçları sunmaktadır. Bu anahtar kelimeleri taşımayan başlığa sahip taksonomiyle ilgili tezler de elbette vardır. Ancak mevcut verinin, tartışmayı detaylandıracak yeterli bilgiyi verdiğini söyleyebiliriz. 1990–2025 yılları arasında yapılan toplam 561 tez çalışmasının 414’ü yüksek lisans (%73,8), 147’si doktora (%26,2) düzeyindedir. Veriler, tezlerin yaklaşık dörtte üçünün yüksek lisans düzeyinde yapıldığını ve doktora düzeyindeki üretimin daha sınırlı kaldığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu dengesizlik, akademik uzmanlık, derinlik ve kurumsal hafızanın sürdürülebilirliği açısından dikkat çekici bir boşluğa işaret etmektedir.
Yüksek lisans tezleri, kısa sürede tamamlanabilen, saha temelli ve daha sınırlı kapsamlı çalışmalara olanak tanımaktadır. Bu nedenle öğrenciler tarafından daha yaygın şekilde tercih edilmektedir. Buna karşın doktora tezleri, daha fazla kaynak, danışmanlık ve altyapı gerektirdiğinden dolayı taksonomi gibi yoğun uzmanlık isteyen alanlarda daha az üretilmektedir. Ayrıca, doktora sonrası istihdam olanaklarının sınırlı olması da bu tercihi etkileyen temel nedenlerden biridir.

Böcek takımlarına göre yapılan tezlerin dağılımı incelendiğinde, Coleoptera (Kınkanatlılar) açık ara en çok çalışılan gruptur. Bu takıma ait 107 yüksek lisans (%27) ve 40 doktora (%28,8) tezi yapılmıştır. Diptera (Çiftkanatlılar), 62 yüksek lisans (%15,6) ve 28 doktora (%20,1) teziyle ikinci sırada yer alırken; Hymenoptera, 54 yüksek lisans (%13,6) ve 26 doktora (%18,7) teziyle üçüncü sırada bulunmaktadır. Bu üç takım, diğer böcek takımlarına göre çok sayıda taksona sahip olmaları, teşhis kolaylığı, literatür zenginliği ve ekonomik önem gibi nedenlerle taksonomik çalışmalarda daha sık tercih edilmiştir.

Öte yandan, özellikle Hemiptera, Lepidoptera (özellikle güve grupları) ve Orthoptera gibi takımlar, yüksek lisans düzeyinde görece sık çalışılsa da doktora düzeyinde sınırlı kalmıştır. Örneğin, Hemiptera’da 50 yüksek lisans (%12,6) tezine karşılık sadece 7 doktora tezi (%5) yapılmıştır. Benzer şekilde, Lepidoptera için 42 yüksek lisans (%10,6) ve 11 doktora (%7,9); Orthoptera için 22 yüksek lisans (%5,5) ve yine 11 doktora (%7,9) tezi üretilmiştir. Bu durum, kelebek ve güvelerin popülerliği ile saha kolaylığı nedeniyle yüksek lisans düzeyinde tercih edildiğini, ancak doktora düzeyinde derinlemesine çalışmalara dönüşmediğini göstermektedir.
Daha az bilinen veya mikroskobik gruplar olan Phthiraptera, Plecoptera, Siphonaptera gibi takımlar ise yalnızca 2 yüksek lisans tezi (%0,5) ile temsil edilmekte ve doktora düzeyinde hiçbir çalışma yapılmamıştır. Bu durum, Türkiye’nin böcek biyoçeşitliliği açısından önemli taksonomik boşluklara sahip olduğunu ve bu boşlukların sürdürülebilir şekilde kapatılmadığını göstermektedir.

Sonuç olarak, Türkiye’de böcek taksonomisi alanında yapılan tezlerin büyük kısmı belirli takımlara yoğunlaşmış; doktora düzeyindeki üretim ise genel olarak düşük kalmıştır. Toplam tezlerin %73,8’i yüksek lisans düzeyinde yapılırken, sadece %26,2’si doktora düzeyindedir. Bu durum, uzun vadeli akademik uzmanlık birikiminin zayıflamasına ve taksonomi gibi temel bir bilim dalında kurumsal sürekliliğin kesintiye uğramasına yol açmaktadır. Aynı zamanda, zor veya ihmal edilmiş taksonlara yönelik bilimsel boşluklar, doğa koruma stratejilerinin kapsamlı ve temsil edici bir temele dayanmasını engellemektedir. Bu tablo, doğa koruma politikalarının bilimsel temelinin güçlendirilmesi ve taksonomiye kurumsal yatırım yapılması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Diğer yandan, Türkiye’de böcek taksonomisi alanında uluslararası düzeyde yapılan akademik üretimi değerlendirmek amacıyla Web of Science (WoS) veri tabanı üzerinden kapsamlı bir tarama gerçekleştirilmiştir. Bu taramada, taksonomi, sistematik, yeni tür tanımları, yayılış bilgileri ve filogenetik ilişkileri kapsayan çok sayıda anahtar kelime içeren bir sorgu dizini (Boolean syntax) kullanılmıştır. Aynı zamanda bu araştırmaların yalnızca böcek takımlarıyla (Insecta ve alt taksonları) ilgili olması ve Türkiye adresli yazarlar tarafından yapılmış olması koşulu aranmıştır.
Elde edilen sonuçlar yıllara göre sınıflandırıldığında aşağıdaki eğilimler gözlemlenmiştir:
- 1990–2000 dönemi, oldukça düşük yayın sayılarıyla karakterizedir. Türkiye’den uluslararası taksonomi yayınları bu dönemde neredeyse yok denecek düzeydedir. Bu, hem İngilizce yayın yapma kültürünün gelişmemiş olması hem de yerel dergilerin tercih edilmesiyle açıklanabilir.
- 2000’li yılların başından itibaren yayın sayılarında artış başlamış, özellikle 2005 sonrası bu artış hız kazanmıştır. Doçentliğe başvuru şartının değişmesi, SCI kapsamına giren dergi sayısının artması, üniversitelerin uluslararası yayın üretimini teşvik etmesi ve bilimsel atamalarda WoS indeksli yayınların önem kazanması bu yükselişe katkıda bulunmuştur.
- 2010–2020 arası dönem, Türkiye merkezli taksonomi yayınlarının en üretken dönemi olarak öne çıkmaktadır. 2015 yılı civarında yayın sayılarında belirgin bir zirve gözlemlenmiştir. Bu yıllarda yeni tür tanımları, yayılış kayıtları, moleküler filogeni çalışmaları ve tür revizyonları gibi içerikler artış göstermiştir. Ayrıca Türkiye’nin biyocoğrafi çeşitliliği bu tür yayınların yapılması için zengin bir kaynak sunmuştur.
2010–2020 arası dönem, Türkiye merkezli taksonomi yayınlarının en üretken dönemi olarak öne çıkmaktadır.
- 2020 sonrası, belki de COVID-19 pandemisinin de etkisiyle sınırlı bir düşüş eğilimi gözlemlenmiştir. Pandemi sürecinde saha çalışmalarının durması, laboratuvarlara erişimin kısıtlanması ve akademik süreçlerdeki yavaşlama, yayın sayılarının bir miktar gerilemesine neden olmuştur. Ancak bu düşüş ciddi bir kırılma yaratmamış, yayın üretimi belirli bir düzeyde devam etmiştir.
- Web of Science üzerinden yapılan detaylı sorgu sonucu elde edilen veriler, yalnızca Türkiye merkezli taksonomi yayınlarının artış eğilimini değil, aynı zamanda bu yayınların hangi böcek takımlarına odaklandığını da ortaya koymaktadır.
- Öncelikle, Coleoptera (Kınkanatlılar) takımı neredeyse her yıl en yüksek yayın sayısıyla öne çıkmaktadır (Türkiye’deki taksonomik tez konusu tercihiyle uyumlu). Bu takım, hem tür zenginliği hem de ekonomik önemi nedeniyle Türkiye’de taksonomik çalışmaların başlıca odak noktası olmuştur. 2000’li yıllardan itibaren sürekli artış göstermiş ve 2010 sonrası yayın sayısında belirgin bir yükseliş gözlemlenmiştir.
- Diptera (Sinekler) takımı da benzer şekilde öne çıkan gruplardan biridir. Özellikle tarımsal, tıbbi ve veteriner öneme sahip türlerin yer aldığı bu takımda yayınlar hem morfolojik hem de moleküler sistematik alanlarında yoğunlaşmıştır. 2015 yılı civarında bu takımın yayın sayısı Coleoptera’yı zaman zaman yakalamıştır.
- Hymenoptera (arılar, karıncalar, yaban arıları) ise 2010 sonrası dikkate değer bir yükseliş sergileyen bir başka gruptur. Arıcılığın tarımsal üretimdeki yeri, karıncaların ekolojik işlevleri ve parazitoid yaban arılarının biyolojik mücadeledeki rolü, bu takım üzerine yapılan tür tanımları ve yayılış kayıtlarını artırmıştır. Buna karşılık, Lepidoptera, Orthoptera ve Hemiptera gibi yaygın takımlar daha sınırlı sayıda çalışılmış; Odonata, Plecoptera, Trichoptera, Siphonaptera gibi daha küçük veya mikroskobik gruplar ise çok sınırlı olarak temsil edilmiştir.

Web of Science verilerine göre, Türkiye kaynaklı böcek taksonomisi yayınlarında yazar sayısı yıllar içinde artış eğilimi göstermektedir. Özellikle 2000’li yılların başlarında ortalama 1 ila 2 yazarla yayımlanan çalışmalar, 2010’lardan itibaren 3 ve üzeri yazarlı hâle gelmeye başlamıştır. Son yıllarda bazı yayınlarda 5 ve üzeri yazarın yer aldığı da görülmektedir. Bu artış, taksonomi gibi geleneksel olarak bireysel ya da ikili işbirlikleriyle yürütülen bir alanda işbirlikçi araştırma kültürünün gelişmeye başladığını göstermektedir. Moleküler filogeni, morfometri, biyoakustik ve coğrafi dağılım modellemeleri gibi disiplinlerarası yöntemlerin entegrasyonu, araştırma ekiplerinin çeşitlenmesine ve genişlemesine yol açmıştır. Ayrıca uluslararası ortaklıklar, özellikle yeni tür tanımı veya yayılış genişletme çalışmalarında farklı uzmanlıkların bir araya gelmesini zorunlu kılmaktadır.
Ancak bazı yıllarda yazar sayısında gözlemlenen ani düşüşler, hâlen birçok çalışmanın tek araştırmacı tarafından yürütüldüğünü ve Türkiye’de taksonomi alanında bireysel çabanın hâlâ baskın olduğunu da göstermektedir. Bu durum, taksonomistlerin kurumsal destek ve ekip oluşturma olanaklarının sınırlı olduğunu düşündürmektedir.
Web of Science verilerine göre, Türkiye adresli böcek taksonomisi yayınlarında TÜBİTAK destekli çalışmaların sayısı sınırlı ve dalgalı bir seyir izlemektedir. Özellikle 2010’lu yılların başlarında gözlemlenen bazı artışlara rağmen, genel eğilim düşük seviyede kalmıştır. Sonuçlar, bazı yıllarda TÜBİTAK destekli yayınların neredeyse hiç yer almadığını göstermektedir. Bu durum, birkaç önemli soruna işaret etmektedir:
a) Taksonomi projelerine ayrılan fonun sınırlılığı, bu alandaki üretkenliği doğrudan etkilemektedir.
b) Saha temelli, revizyon ve fauna çalışmaları genellikle uzun soluklu, düşük bütçeli ve yayın getirisi görece düşük görüldüğünden, değerlendirme sistemlerinde avantajlı konumda değildir.
c) Ayrıca, taksonomi projeleri için başvuru yapan araştırmacı sayısının azlığı da bu düşük görünürlüğe katkıda bulunuyor olabilir. Bunun temelinde hem uzman eksikliği hem de genç araştırmacıların başka alanlara yönelmesi yatıyor olabilir.
TÜBİTAK desteği, yalnızca finansal değil, aynı zamanda prestij ve görünürlük açısından da önemli bir faktördür. Bu destekten yoksun kalan birçok taksonomi çalışması, daha kısıtlı kaynaklarla yürütülmekte ve bu da veri kalitesini, yaygınlığı ve sürdürülebilirliği sınırlamaktadır.
Moleküler yaklaşımlar İspanya’da olduğu gibi Türkiye’de de kademeli biçimde öne çıkmakta; ancak bu dönüşüm, taksonomik uzmanlık açığını kapatacak hızda değildir.
Türkiye’deki böcek taksonomisi üretimine ilişkin bulgular, Cortes-Foosati ve ark.’nın [15] İspanya örneğinde vurguladığı küresel taksonomi kriziyle büyük ölçüde örtüşmektedir. Her iki ülkede de betimleyici taksonomi, 1980’lerden itibaren ulusal bilim politikalarının etkisiyle akademik görünürlüğünü ve tercih edilirliğini kaybetmiştir. İspanya’da bu alanın doktora tezlerindeki payı %40’tan %7’ye düşerken, Türkiye’de de yüksek lisans tezlerinin baskınlığı ve doktora düzeyinde üretimin sınırlı kalması, benzer bir akademik daralmanın göstergesidir. Moleküler yaklaşımlar İspanya’da olduğu gibi Türkiye’de de kademeli biçimde öne çıkmakta; ancak bu dönüşüm, taksonomik uzmanlık açığını kapatacak hızda değildir.
Türkiye’de böcek taksonomisi alanı, hem ekolojik hem de bilimsel anlamda taşıdığı kritik öneme rağmen, son yıllarda giderek daha fazla ihmal edilmektedir. Tez ve yayın verileri, akademik üretimin belirli takımlarda yoğunlaştığını, doktora düzeyinde üretimin sınırlı kaldığını ve taksonomist sayısının endişe verici biçimde azaldığını ortaya koymaktadır. Bu durum yalnızca bir bilimsel alanın daralması değil, aynı zamanda biyolojik çeşitliliğin belgelenememesi, korunamaması ve yanlış yönlendirilmesi anlamına gelmektedir. TÜBİTAK destekli yayınların düşüklüğü, yapısal destek eksikliğini ortaya koyarken; uluslararası iş birliklerinde artan yazar sayısı ise hâlen mevcut potansiyelin sürdürülebilir politikalarla desteklenebileceğini göstermektedir. Türkiye’nin zengin biyocoğrafyası ancak güçlü bir taksonomik altyapıyla korunabilir. Bu nedenle hem genç araştırmacıların teşviki hem de taksonomiye kurumsal yatırımın artırılması, biyoçeşitliliği korumak isteyen her aktörün öncelikli sorumluluğu olmalıdır.

Bu sonuç (Türkiye’de böcek taksonomisi alanındaki akademik üretim ve destek verileri), bu alanda acil ve yapısal önlemler alınması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Öncelikle, taksonomiye özgü araştırma desteklerinin arttırılması ve bu alana yönelik özel proje çağrılarının açılması büyük önem taşımaktadır. TÜBİTAK başta olmak üzere ulusal destek mekanizmalarının, uzun soluklu ve saha temelli fauna, revizyon ve tür tanıma çalışmalarını destekleyecek biçimde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Ayrıca, doktora sonrası istihdam olanaklarının artırılması ve üniversitelerde taksonomist kadrolarının güçlendirilmesi hem bilimsel sürekliliğin sağlanması hem de genç araştırmacıların bu alana yönlendirilmesi açısından kritik bir ihtiyaçtır. Taksonomistlerin, ulusal biyolojik çeşitlilik stratejilerinin hazırlanması ve güncellenmesi süreçlerine etkin biçimde dâhil edilmesi, koruma önceliklerinin bilimsel temellere oturtulması için zorunludur. Bununla birlikte, özellikle mikroskobik ve ihmal edilmiş taksonomik grupların (böceklerle birlikte diğer Arthropoda grupları, örneğin Collembola, Acari, Diptera) çalışılabilmesi için altyapı yatırımlarının yapılması ve bu gruplarda uzmanlaşmaya yönelik lisansüstü eğitim programlarının desteklenmesi gerekmektedir. Yurttaş bilimi uygulamaları, profesyonel taksonomistlerin rehberliğinde yürütülmeli; böylece hem halkın katılımı teşvik edilmeli hem de toplanan verilerin bilimsel güvenilirliği sağlanmalıdır.
Ayrıca, doktora sonrası istihdam olanaklarının artırılması ve üniversitelerde taksonomist kadrolarının güçlendirilmesi hem bilimsel sürekliliğin sağlanması hem de genç araştırmacıların bu alana yönlendirilmesi açısından kritik bir ihtiyaçtır.
Sonuç olarak, taksonomi yalnızca türleri adlandırma disiplini değil, ekosistemlerin işleyişini anlamada ve biyoçeşitliliği korumada temel bir bilimsel altyapıdır. Türkiye’de bu alanda sürdürülebilir bir yapının inşa edilmesi, doğa koruma politikalarının başarısı için kaçınılmazdır.

