Bir bilimde derinleşmek bilgeliğin kapılarını açmaz; asıl önemli olan “manzara”nın bütününü görebilmektir.
Atinalı Sokrates’ten beri aranmakta olan bilgeliği, kısaca “doğru düşünme ve doğru davranma” olarak tanımlarsak, ulaştığımız bu çağda bilgeliğin dört kapısı bulunduğunu ve bunlardan geçmeden ona ulaşılamayacağını teslim etmek gerekir.
Nedir bu kapılar?
- “Rasyonel Yol” (Makul Yol) ile “İrrasyonel Yol”u (Gayr-ı Makul Yol) birbirinden ayırmak ve rasyonel yoldan gitmek.
Rasyonel yol, adı üzerinde aklın yoludur; insan, öncelikle “akıl yolu”yla üretilmemiş bütün seçeneklerden uzak durmalıdır.
2. “Bilimsel Yöntem” ile aklın işleyişini sağlama bağlamak.
Bilim ve Felsefe, rasyonel uğraşlardır; ancak tarihsel gelişme açıkça göstermiştir ki en doğru bilgiyi “bilim” sağlar. Bu nedenle, sorunların çözümünde öncelikle “bilimsel yöntem”den istifade edilmeye çalışılmalıdır.
Nedir, bilimsel yöntem?
Soruna ilişkin gözlemsel verileri derlemek ve bir akılsal kurgu ile bunları, sorunu çözdüğü varsayılacak biçimde birbirleriyle ilişkilendirmektir; bu “ilişkilendirme” her zaman isabetli olmayabilir; o vakit yeni gözlemler yoluyla yeni bir ilişkilendirme yapılır ve sorunu çözünceye kadar bu işlem sürdürülür.
3. Aklı, her türlü otoriteden kurtarmak.
Şurası çok açıktır ki bilimsel yöntemin öğrenilmesi ve kullanılması, tek başına aklı özgür kılmaz; muhtelif bilim alanlarındaki otoriteler ve bunların ürettikleri paradigmalar, soruşturmayı sınırlar ve uzun bir süre “daha doğru”nun bulunmasını engeller.
Buna engel olmak ve bu duruma düşmemek için yapılması gereken şey, her çözüm önerisine şüpheyle yaklaşmaktır.
4. Nihayet, geniş bir “bilim kültürü” edinmek.
Bir bilimde derinleşmek bilgeliğin kapılarını açmaz; asıl önemli olan “manzara”nın bütününü görebilmektir; bu da, bütün bilimler hakkında genel bir kültür edinmek suretiyle bilimin işleyişini doğru bir şekilde kavramakla mümkün olur.
Bilgeliğin bu dört kapısından geçildiğinde, asgarî koşullar sağlanmış olur; çünkü bu süreçte “doğru bilgi”nin [veya daha doğrusu “en doğru bilgi”nin] olanakları belirir; hiç şüphe yoktur ki “doğru bilgi”, kendiliğinden “doğru davranış”ı doğurur ve bireyi, bütün beşerî alanlarda yani siyasette, hukukta, ahlakta örnek bir insan mertebesine çıkarır.
Bilgeliğin yolu, görüldüğü üzere, bilimlerden geçer…
Ancak bu durum, “bilim-severlik” veya “bilime-taparlık” gibi kavramlarla damgalanarak çarpıtılmamalıdır; çünkü burada söz konusu olan şey, bireyin bilgelik arayışında en doğru bilgi olan bilimden yola çıkmasıdır ki bu çıkış, aslında Atinalı Sokrates’in belirlediği ve sonrasında bütün filozofların da benimsediği ilkeyle de uyum içindedir:
“Yanlış bilgiden, doğru düşünce ve davranış çıkmaz”.
Bilgeliğin Kapıları, bu yolla açılacaksa, günümüzde çeşitli felsefî öğretiler ve siyasî ideolojiler tarafından açık veya gizli olarak tasvip gören “bilim karşıtlığı”nın veya “bilim umursamazlığı”nın bizi bilgelikten uzaklaştırdığı ve binlerce yıldır sürmekte olan “kemâliyet arayışı”nı tahrip ettiği açıkça kavranmalıdır.
“İnsan-ı Kâmil” (Olgun İnsan) çağlar boyunca yanlış düşünsel coğrafyalarda aranmıştır; çünkü, “doğru bilgi”nin anahtarlarının, “dinî ilham”da, “spekülatif düşünce”de veya “mistik sezgi”de olduğu sanılmış ve “doğru davranış” bunlardan elde edilen bilgi üzerine kurulmak istenmiştir; fakat öyle tahmin ediyorum ki genel düşünce tarihi, her ne kadar iyi bir niyetle yönlendirilmiş olsalar da bunlara dayalı arayışların, insanlığı sadece hüsrana götürdüğünü kanıtlamıştır.
“Doğru bilgi”nin anahtarlarının, “dinî ilham”da, “spekülatif düşünce”de veya “mistik sezgi”de olduğu sanılmış ve “doğru davranış” bunlardan elde edilen bilgi üzerine kurulmak istenmiştir.
Geriye ne kalıyor?
Çağdaş Dünya, sorunlarla dolu… açlık, yoksulluk, savaş, kirlilik umutlarımızı köreltiyor ve geleceğe karamsar bir gözle bakmamıza yol açıyor.
Bütün bunların sorumlusu, bilimler mi?
Bilimler, her zaman bilgeliğin taşıyıcısı olarak görülmedi; “bilgelikten uzak” birçok iktidar odağı tarafından Doğa’yı sömürmek ve Toplumlar’ı yönetmek için bir araç olarak kullanıldı; çünkü bunların, bilgeliğe ulaşmak gibi bir dertleri yoktu; “Büyük Gemi”yi değil, “Küçük Gemi”yi kurtarmak istiyorlardı ve bu yolda vermiş oldukları uğraşta, “Doğru nedir?” veya “Yanlış nedir?” diye bir sorgulamaya girişmeleri gerekmiyordu.
“Gerçek Bilginler”, bilgeliğin dört kapısından da geçmiş oldukları için, bilgelik aşamasına yükselirler; bilim tarihi bunlardan birçoğunu kaydetmiştir; ancak bu demek değildir ki her isteyen bu aşamaya ulaşabilir; “kalp para” misali, bilginler denilen zümrenin içinde de hakikisi vardır, sahtesi vardır; hatta doğal olarak sahtesi daha çoktur ve bunlar, bilgelikten uzak hedefler için kolaylıkla istihdam edilebilir… Dolayısıyla, bunlara ve bunların sebep oldukları yıkımlara bakarak, bilimden umut kesmek yanlıştır.
Çağımızda bilgeliğin yolu, “BİLİM”den geçer; yanlış yollara saparak insanlığa vakit kaybettirmeyelim.