Nörobilim ve ona bağlı gelişen nörosinematik, henüz yolun başında olmasına rağmen, ortaya koyduğu bilgiler sayesinde beynin ve sinemanın daha iyi anlaşılmasında heyecan verici enstrümanlar sunmaktadır.
Dr. Öğr. Üyesi Haşim Demirtaş
“Dilbilim ve psikanalizin sinemaya çok şey kattığına inanmıyorum. Aksine beynin biyolojisi, moleküler biyoloji, bunu yapar”
Gilles Deleuze (2000, s. 366)
Nörosinema, sinema ile nörobilim arasındaki ilişkiyi inceleyen multidisipliner bir çalışma alanıdır. Görsel ve işitsel uyaranların seyirci beyninde neden olduğu değişimlerin izini süren nörosinema, insan doğasının anlaşılması adına ilgi çekici veriler sunmaktadır. Nörobilim çalışmalarında filmler, beynin fonksiyonlarını tespit edebilmek için bir araç olarak kullanılmaktadır. Çünkü klinik çalışmalarda yapay uyarıcılardan elde edilen verilerden çıkarılan sonuçlardan ziyade, gerçeği taklit eden filmler daha “doğal” uyarıcılardır ve bu da deney katılımcılarının günlük yaşamdakine benzer tepkilerin ortaya çıkmasını kolaylaştırmaktadır.
Başka bir boyuta geçişin anahtarı: Filmler
Film izlemek, birçok kişi için eğlenceli bir aktivitedir. Bu aktiviteyi gerçekleştirirken film seçimini belirleyen birçok unsur sayılabilir. Nasıl bir gün geçirildiği, ruh hali, duygusal yapı, enerji durumu, içinde bulunulan sosyal ilişkilerin niteliği film seçimlerini doğrudan etkilemektedir. Koltuğa oturup filme dalındığı andan itibaren ise artık başka bir boyuta geçiş yapılmıştır. Girilen bu yeni boyut, gerçek yaşama benzeyen ama aynı zamanda ondan farklılaşan da bir dünyadır.
Nörobilim çalışmalarında filmler, beynin fonksiyonlarını tespit edebilmek için bir araç olarak kullanılmaktadır.
Her iki dünyada da ilgiyi, dikkati, heyecanı ve duyguları şekillendiren ve yönlendiren sayısız uyaran ile karşılaşılsa da tepkiler benzerdir. Kalp atışlarının hızlanması, nefes alış sıklığının artması, gözlerin dolması, vücut ısısının artması, dişlerin sıkılması, gözlerin eller ile kapatılıp sımsıkı yumulması ve akla gelebilecek sayısız davranış ve tepkilerin hepsi, hem içinde yaşanılan dünyada hem de film dünyasında karşılaşılan belirteçlerdir. Tüm bunlar rastgele davranışlar değildir. Her birinin sinirsel altyapısı vardır.
Bu tepkilerin bilimsel kökenleri, sinemanın sadece sanat veya eğlence aracı olarak görülemeyeceğini; onun bilimsel disiplinlerle ortaklaşan çok boyutlu bir olgu olduğunu göstermektedir. Sinemanın bu çok boyutlu yapısının keşfedilmesini sağlayan çalışma alanı ise nörobilim ve nörosinemadır. Bu yazı, film izleme sırasında gösterilen tepkilerin beyindeki yansımalarını, bilimsel ölçümlerle elde edilen bilgiler ışığında açıklamaya çalışmaktadır.
Sadece bir eğlence biçimi değil, aynı zamanda bir manipülasyon sanatı
Sinema sadece bir eğlence biçimi değil; aynı zamanda izleyicinin duygularını yöneten bir manipülasyon sanatıdır. Sinema salonunda bulunan insanların aynı anda benzer duygusal tepkiler vermesi, tesadüf ile açıklanamayacak kadar önemli bir noktadır. Bu tepkiler, sinemanın izleyici üzerindeki fizyolojik ve psikolojik etkisinin bir sonucudur.
Binlerce yıl önce tiyatro için tasarlanan bu formül, günümüzde sinema endüstrisinin en sık başvurduğu anlatı yapısı olarak kullanılmaya devam edilmektedir.
Aristoteles’in Poetika’da tanımladığı ve günümüzde klasik dramatik yapı olarak bilinen anlatı kalıbı, bu etkinin temellerinden biridir. Giriş, gelişme, düğüm, doruk nokta ve sonuç gibi aşamalardan oluşan klasik dramatik yapı, seyircinin heyecan durumlarını aşamalı bir şekilde yükselterek hikâyenin sonunda onları duygusal arınmaya (katharsis) ulaştırmayı amaçlamaktadır. Filmin giriş aşaması, karakterlerin ve çevrenin tanıtıldığı, seyirciye temel bilgilerin verildiği bölümdür. Hikâyenin gelişim aşamasında düğümler (sorunlar) ortaya çıkmakta ve çatışmalar yaşanmaktadır. Bu çatışmalar, seyircinin heyecanını kademeli bir şekilde yükseltmektedir. Doruk noktası, filmin en heyecanlı, duygusal açıdan en yoğun ve hikâyenin tüm soru işaretlerinin çözüleceği andır. Seyirci, genellikle filmin taşıdığı nitelikleriyle idealize edilmiş ana karakteri ile kötünün karşılaştığı ve iyilerin kazandığı bir mücadeleye tanık olmaktadır. Bu sonla birlikte seyirci katharsise ulaşmaktadır. Binlerce yıl önce tiyatro için tasarlanan bu formül, günümüzde sinema endüstrisinin en sık başvurduğu anlatı yapısı olarak kullanılmaya devam edilmektedir.
Korku, gerilim, bilim kurgu, komedi, müzikal, western ve polisiye gibi film türlerinde klasik dramatik yapı yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu film türleri, güçlü duygusal uyarımlar sağlamaktadır ve seyircilerin arzu ettiği duygusal deneyim de budur. Örneğin, Teksas Katliamı (2022, Yön: David Blue Garcia)’nda Leatherface’in ekranda ansızın belirmesiyle yaşanan irkilme ya da Halka (2002, Yön: Gore Verbinski) filminde Samara’nın televizyondan yavaşça çıkmasıyla seyircilerde başlayan kalp çarpıntısı, korku duygusunun sinemada nasıl bir haz kaynağına dönüştüğünü göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Yani aslında korku filmi izlemenin tercih nedeni ile komedi filmlerininki aynıdır: Seyircinin duygusal bir deneyim arzusunu tatmin etmek.
Komedi filmleri ise seyircide pozitif duyguları uyandırır. Gülme eyleminin stresi azalttığı, beyindeki ödül mekanizmasını harekete geçirdiği ve ağrı eşiğini yükselttiğine yönelik güçlü bilimsel literatür vardır. Yani aslında korku filmi izlemenin tercih nedeni ile komedi filmlerininki aynıdır: Seyircinin duygusal bir deneyim arzusunu tatmin etmek. Nitekim Dolf Zillmann’ın dediği gibi, “eğlencenin en önemli amaçlarından biri ‘duygusal rollercoaster yolculukları’ sunmaktır” (2003, s. 557). Bu yolculuklar, bir taraftan seyirciyi duygusal doyuma ulaştırırken; diğer taraftan da sinema endüstrisinin ekonomik hacmini belirlemektedir.
Filmlere felsefi ve psikolojik açıdan yaklaşım
Filmlerin seyirci üzerindeki etkisi, çağın koşullarının bir zorunluluğu olarak, genellikle felsefi ve psikolojik yaklaşımlarla ele alınmıştır. Sinir sisteminin 19. yüzyılın ortalarından itibaren yoğun bir şekilde araştırılması ve geçtiğimiz yüzyılın sonlarından itibaren nörogörüntüleme tekniklerinin ortaya çıkıp yaygın bir şekilde kullanılmasıyla beraber, film ve seyirci ilişkisine yönelik bilgilerin hacminde bir patlama meydana gelmiştir. Nörobilim devrimi, bu ilişkinin soyut açıklamalarına somut veriler ekleyerek yeni bir perspektif sunmaktadır. Artık duygu, dikkat, empati gibi bilişsel işlevler daha fazla bilinebilir olmuştur.
Çalışma sonucuna göre, filmin düğüm noktaları, çatışma sahnesi ve doruk noktasının başlangıç anı, seyircilerin film izleme anında tetiklenen fizyolojik tepkisini ifade eden uyarılma seviyesini yükseltmiştir.
Demirtaş, Klasik Dramatik Anlatı Yapısına Yönelik Nörofizyolojik Tepkiler Üzerine Bir Araştırma (2020) isimli doktora çalışmasında kısa metraj korku filmi izleyen katılımcıların nörofizyolojik tepkilerini EEG, deri iletkenliği (GSR) ve göz izleme yöntemleri kullanarak ölçmüştür. Çalışma sonucuna göre, filmin düğüm noktaları, çatışma sahnesi ve doruk noktasının başlangıç anı, seyircilerin film izleme anında tetiklenen fizyolojik tepkisini ifade eden uyarılma seviyesini yükseltmiştir. Merak ve beklenti duygusunun uyarılmayı artırdığı, buna karşılık iğrenme duygusunun uyarılmayı azalttığı tespit edilmiştir. Uyarılmayı azaltan bir unsur olarak kan ve kopmuş beden parçaları dikkat çekicidir.
Şaşırma duygusu, ilgiyi artıran faktörlerden biri olarak bulunmuştur.
Elde edilen verilere göre, katılımcıların ilgi seviyesi, katılımcıların klişe olarak nitelediği ve mantık hatası olarak gördükleri bazı sahnelerde düşüş göstermesine rağmen, grafiğin genel trendi yükseliş yönündedir. Şaşırma duygusu, ilgiyi artıran faktörlerden biri olarak bulunmuştur.
Bir film izlenirken, bir bulmaca veya problem çözülürken, bir metin okunurken ya da çalışırken beynin iş yükü artmaktadır. Literatürde “bilişsel iş yükü” olarak geçen bu durumla ilgili çalışma bulguları, katılımcıların filme gizem katan düğüm noktalarıyla birlikte öykünün şifrelerini çözme çabası içerisine girdiklerini göstermektedir. Şifrenin çözüldüğü, hikâyedeki boşlukların anlamlandırılarak dolmaya başlamasıyla birlikte bilişsel iş yükü metriğinde düşüş görülmüştür.
Hayatla özdeşleşmenin aracı: Duygular
Duygular, evrimsel süreçte insanın hayatta kalmasında önemli bir rol oynamıştır ve duyguların önemi, filmlerle kurulan ilişkide de sürmektedir. Seyircinin filme dalmasını ve kahramanla özdeşleşmesini mümkün kılan mekanizma, duyguların kendisidir.
Duygular, klasik dramatik anlatı için hayatidir.
Duyguların ne olduğu, nasıl belirdiği ve beyinde hangi bölgeler ile ilişkili olduğuna yönelik çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Buna göre duygular, beynin birçok bölgesinin koordinasyon içerisinde çalışmasının sonucudur. Amigdala, prefrontal korteks, insula, hipokampus, anterior singulat korteks gibi yapıların duygular ile ilişkili olduğu bilinmektedir (Simic ve diğerleri, 2021). Koide-Majima ve arkadaşları (2020), fMRI kullanarak yaptıkları bir araştırmada, filmlerin izleyicilerde 80’e yakın duyguyu uyandırabildiği sonucuna ulaşmış ve bu duyguların beyin korteksi üzerindeki yerlerini tespit ederek bir harita oluşturmuşlardır.
Duygular, klasik dramatik anlatı için hayatidir. Filmin seyirci ilgisini ve dikkatini yakalayabilmesi için onların filmin ana karakteriyle bir duygudaşlık kurması da gereklidir. Seyircinin film karakteriyle kurduğu duygusal bağa özdeşleşme denilmektedir. Özdeşleşme nedeniyle karakterin davranışları, ahlaki olarak yanlış olsa bile, kabullenilmekte, duyguları önemsenmekte ve ona öykünülmektedir. Bu üç bileşen her zaman birbirinden ayrılmaz bir şekilde özdeşleşme sürecini meydana getirmezler. Bazen sadece biri yeterlidir. Örneğin, bir anti-kahraman olarak Arthur Fleck’in yaşamında karşılaştığı zorluklar ve buna paralel ilerleyen psikolojik yıkım sürecinin onu adım adım sinemanın acımasız psikopatı Joker’e dönüştürme hikâyesinin seyircide empatik bir karşılığı vardır. Şiddet eylemleri kabul edilmese bile Arthur, seyirciye tutulmuş bir aynadır. Empati üzerine yapılmış nörobilimsel çalışmalar ilgi çekici sonuçlar sunmaktadır.
Galvanik deri tepkisi (GSR), kalp atış hızı (HR) ve solunum sinüs aritmisi (RSA) gibi biyometrik ölçüm teknikleriyle yapılan bir çalışma (Kaltwasser ve diğerleri, 2019), film izleme sırasında ortaya çıkan duygusal tepkiler ve karakterle kurulan empatinin film izleme şartlarından etkilendiğini ortaya koymuştur. Katılımcıların fizyolojik tepkileri, yalnız ya da başkalarıyla film izlediklerinde farklılık göstermiştir. Öfke duygusunu tetikleyen sahneler ise başka kişilerin varlığından etkilenmeksizin katılımcıların deri iletkenliğini (GSR) artırmıştır. Başkalarıyla film izleyen ve düşük RSA değerine sahip katılımcılar, deney sonunda yapılan ankette film karakteriyle daha güçlü empati kurduklarını bildirmişlerdir. Bu sonuçlar, Stephen W. Porges’in Polivagal Teorisi ile uyumludur.
Şiddet eylemleri kabul edilmese bile Arthur, seyirciye tutulmuş bir aynadır.
Porges (2022), memeli canlıların bir tehlike anında hayatta kalmak için savaş ya da kaç ve donma tepkisi gibi fizyolojik tepkilere ek olarak bir de sosyal bağlantı sistemi’nden bahsetmektedir. Ona göre, sosyal bağlantılar kurmak kişiyi güvende hissettirmektedir. Ancak tanımadık kişilerle aynı ortamda bulunmak bir stres faktörü de olabilir. Dolayısıyla, stres durumunda kalp atış hızı ve solunum hızı artarken; güven ortamında kalp atış hızı düşmektedir. Kısacası, film izleme deneyimi yalnız ya da başkalarıyla gerçekleşme durumunda sadece duygusal değil; aynı zamanda fizyolojik tepkiler ve empati düzeyinde de önemli farklar meydana getirmektedir.
Karakterle özdeşleşmek
Empati, bir başkasının duygu durumunu görsel, işitsel ve yazılı uyaranlar aracılığıyla algılayarak, benzer duygu ve hisleri dolaylı ve spontan bir şekilde paylaşma sürecidir (Keen, 2006).
Empati ile ilgili psikoloji temelli mevcut bilgileri sağlayan literatüre nörobilim, maymun beyinlerinde ayna nöronların keşfiyle katkıda bulunmuştur. İnsanlarda da bulunan bu görsel-motor nöron sınıfı, el ve ağız ile yapılan hareketlerle, bir başkasının yaptığı hareketlerin gözlemlenmesiyle (Rizzolatti & Craighero, 2004) ve sesli uyarıcıların işitilmesi yoluyla ateşlenebilmektedir (Gallese & Cuccio, 2015). El ve ağız gibi organlar, sözsüz iletişimde önemli rol oynamaktadır. Yüz, barındırdığı altmış kas sayesinde duyguların kendine özgü ifadelerinin somutlaştığı yerdir. Dolayısıyla, jest ve mimikler, gözlemleyen kişiye duygu ve niyet gibi bilgileri aktarırken aynı zamanda ayna nöronlar aracılığıyla hareketin gözlemcinin beyninde yankılanmasını sağlamaktadır.
Oyuncuyla kurulan bu nöral bağ sayesinde, sadece seyircinin beynindeki görsel merkez uyarılmaz; aynı zamanda duygusal birliktelikten de söz edilebilir.
Yukarıda bahsedilen nöral mekanizmanın insanların film izleme deneyiminde de aktif olduğu söylenebilir. Film karakterlerinin hareketleri, yüz ifadeleri ve duygu durumları, seyircilerin ayna nöronlarını ateşlediği ve beyinde taklide dayalı empatik bir sürecin oluşmasını sağladığı düşünülmektedir. Oyuncuyla kurulan bu nöral bağ sayesinde, sadece seyircinin beynindeki görsel merkez uyarılmaz; aynı zamanda duygusal birliktelikten de söz edilebilir.
En iddialı söylem ise karakterin hareketlerinin, seyirci beyninde elektrik formunda aynalanıyor olmasıdır. Bu süreç, filmdeki eylemlere duygusal olarak katılmayı ve karakterle özdeşleşmeyi nörobiyolojik olarak açıklamaktadır.
Sinema ve günlük yaşamın ortak bağı
Sinema ile günlük yaşam arasındaki benzerliğe verilebilecek dikkat çekici örneklerden biri, beynin hatırlama işlevi ile ilgili olabilir. Hipokampus, beynin hafıza merkezidir ve yaşamın kodlanmış bir kaydını tutmaktadır. Kaydedilen anılar, belirli uyarıcılar ve koşullar altında bilinç seviyesine çıkabilmektedir. Yani, hatırlamak için ipuçlarına ihtiyaç vardır. ”İnsan beyni, ilgili anıları nasıl hatırlar ve gelişen olaylarla nasıl ilişkilendirir?” sorusundan yola çıkan Kauttonen ve arkadaşlarının (2018) yaptığı fMRI çalışması, Christopher Nolan’ın Memento (2000) filmini kullanarak bu soruya bir cevap vermektedir.
Araştırmacılar, elde ettikleri sonuçların karmaşık bir hikâyede seyircinin olayları birbirine bağlama yeteneğinin temelini oluşturabileceğini düşünmektedir.
Memento’da zaman, kronolojik olarak akmaz. Sondan başa doğru ilerleyen bir olay örgüsüyle yapılandırılmış filmde hatırlama işlevinin sinematografik ifadesi olan flashback’ler sıklıkla yer almaktadır. Bu flashback’ler, hem hafıza kaybı yaşayan ana karakter Leonard’ın bazı anları hatırladığını gösteren hem de seyircinin olaylar arasındaki bağı kurmasına yardımcı olan ipuçlarıdır. Çalışmanın sonuçları, filmdeki ipucu sahnelerinin tekrarlanmasının geçmiş ve şimdiki olayların hatırlanmasını ve olaylar arasında neden-sonuç ilişkisinin kurulmasını sağlayan, farklı beyin bölgelerinden oluşan ağların aktive olduğunu göstermiştir. Araştırmacılar, elde ettikleri sonuçların karmaşık bir hikâyede seyircinin olayları birbirine bağlama yeteneğinin temelini oluşturabileceğini düşünmektedir:
“Sinematik deneyimin gerçek hayata benzerliği göz önüne alındığında, bu sonuçlar, insan beyninin uygun ipuçları verildiğinde günlük yaşam olaylarının anlaşılmasını ve tahmin edilmesini kolaylaştırmak için ilgili anıları nasıl hatırladığına dair yeni bir bakış açısı sağlamaktadır” (2018, s. 313).
‘Göz takibi’ yöntemi ile daha etkili bir film
Fiziksel dünya, duyu organları tarafından algılanan uyaranların sinir sisteminde işlenmesiyle var olmaktadır. Bu uyaranların bazıları diğerlerine oranla daha baskındır ve daha fazla odaklanma gerektirmektedir. Kısaca “dikkat” olarak tanımlanan bu bilişsel süreç, görsel-işitsel bir sanat olan sinemanın seyirciyle kurduğu ilişkinin önemli bir parçasıdır. Film yapımcıları, seyirci dikkatini çekmek için hareket, ışık, renk, nesne, ses ve kurgudan yararlanmaktadır. The Godfather serisi (1972, 1974, 1990, Yön: Francis Ford Coppola), Kıyamet (1979, Yön: Francis Ford Coppola) ve İngiliz Hasta (1996, Yön: Anthony Minghella) gibi dünya sinema tarihinde iz bırakmış filmlerin editörlüğünü yapan ödüllü kurgucu Walter Murch’ün Göz Kırparken (2005) adlı eserinde bahsedilen, bir filmin kurgusunu yaparken dikkat edilmesi gereken altı kriterden biri de “göz takibi”dir.
Murch, hiçbir araç kullanmadan, tamamen gözlemlerine dayanarak çok basit bir gerçeğin farkına varmıştır: Çeşitli duyguların, zihni meşgul eden düşüncelerin ve görsel ya da işitsel bir uyaranın anlaşılmasına bağlı olarak insanların göz kırpma hareketinin süresi ve sıklığı değişmektedir (2005, s. 52-53). Biyometrik ölçüm tekniklerinden biri olan göz izleme (eye tracking) ile seyircinin ekranda baktığı yer ve göz kırpma sıklığı tespit edilebilmektedir.
Walter Murch’ün Göz Kırparken (2005) adlı eserinde bahsedilen, bir filmin kurgusunu yaparken dikkat edilmesi gereken altı kriterden biri de “göz takibi”dir.
Nörobilimsel çalışmalar, Murch’ün gözlemini doğrulamaktadır. Bentivoglio ve arkadaşları (1997), sağlıklı bireylerin dinlenme sırasında dakikada 17, konuşma anında 26 ve okuma süresince 4,5 kez göz kırptıklarını tespit etmişlerdir. Yani, okumak gibi yoğun dikkat içeren bir eylem sırasında göz daha az kırpılmaktadır. Maffei ve Angrilli’nin (2019) çalışması ise göz kırpma ve dikkat ilişkisini film türleri bağlamında ele almıştır. Çalışmanın sonucuna göre, katılımcıların erotik, dramatik ve manzara görüntülerini seyrederken daha az; korku filmi izlerken ise daha sık göz kırptığı tespit edilmiştir.
Dikkati farklı olan çeker
Bir sinema salonunu dolduran seyirciler, bakışlarını aynı anda aynı noktaya odaklamaktadır. Bunun nedeni, perdenin o bölümünde izleyicinin ilgisini çeken bir hareket, nesne, optik kaydırma, renk veya ışığın varlığıdır. Dövüş Kulübü (1999, Yön: David Fincher)’nün hemen başında Tyler Durden’in bir flaş olarak ekranın çeşitli noktalarında belirmesi; siyah-beyaz renk paletine sahip Schindler’in Listesi (1993, Yön: Steven Spielberg)’nde kırmızı montlu küçük kız çocuğunun vahşet dolu sokak boyunca yürümesi, Mad Max: Fury Road (2015, Yön: George Miller)’da seyircinin aksiyona bağlı kalmasını sağlayan çekim ve montaj teknikleri ve verilecek daha birçok örneğin amacı, seyircinin dikkatini ele geçirme arzusudur.
Çalışmaya göre, bir filmin ya da sahnenin anlatı bütünlüğünün bozulması, anlamlandırmayı etkilemekte; ancak göz hareketlerinde kayda değer bir farklılaşma yaratmamaktadır.
Seyirci ilgi ve dikkati, çerçeve içinde farklı olana kayacaktır. Loschky ve arkadaşları (2015), dikkati yakalayan bu tür manipülasyonları “filmin tiranlığı” olarak tanımlamaktadır. Seyircilerin filmdeki dikkat çeken uyarıcılara gösterdiği ortak bakış refleksi, Hutson ve arkadaşları (2015) tarafından film anlatısı, bakış ve anlamsal bağlam düzleminde ele alınmıştır. Çalışmaya göre, bir filmin ya da sahnenin anlatı bütünlüğünün bozulması, anlamlandırmayı etkilemekte; ancak göz hareketlerinde kayda değer bir farklılaşma yaratmamaktadır. Bir başka ifadeyle, seyircilerin her biri izlediği görüntüden farklı anlamlar çıkarsa bile dikkatleri, film yapıcılarının arzu ettiği şekilde yönlendirilmektedir.
Senkronize beyinler
Seyircilerin çoğu, filme daldıklarında sahnelere benzer tepkiler göstermektedirler. Bir başka ifadeyle, seyircilerin bilişsel işlevleri senkronize bir şekilde çalışmaktadır. Hasson ve arkadaşları (2004), yaptıkları çalışmayla film izleyen beyinlerin senkronize çalıştığını göstermiştir; ancak dikkat, yaşa bağlı olarak değişkenlik göstermektedir.
Hasson ve arkadaşlarının (2004) iddia ettiklerine ek olarak, film izleyen yaşlı bireylerin dikkatinin, daha genç olanlara kıyasla desenkronize olduğunu ve öznel bir nitelik kazandığını söylemek olanaklıdır.
Bu konuyla ilgili hem Campbell ve arkadaşları (2015) hem de Geerligs ve arkadaşları (2018) tarafından yapılan çalışmalar, yaşlandıkça dikkat ve hafızayla ilişkili beyin bölgelerinde işlev kaybının olduğunu, buna bağlı olarak dikkatin bireyselleştiğini ortaya koymuştur. Yani, Hasson ve arkadaşlarının (2004) iddia ettiklerine ek olarak, film izleyen yaşlı bireylerin dikkatinin, daha genç olanlara kıyasla desenkronize olduğunu ve öznel bir nitelik kazandığını söylemek olanaklıdır.
Bir filme odaklanıldığında, beynin görsel ve işitsel bölgeleri aktif duruma geçmektedir. Wallace ve arkadaşları (2024) tarafından yapılan bir çalışma, dikkatin kaybedilmesinin, beynin dikkat ile ilgili alanları olan ön-parietal alanlarda aktivite azalması olarak kendini gösterdiğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, Ding ve Chen (2022), kişinin ruh hâlinin film izleme sırasında dikkati etkileyen faktörlerden biri olduğunu söylemektedir.
Duygu, dikkati gerektirir
Dikkat ve duygu arasındaki güçlü bir ilişki, nörobilimsel çalışmaların üzerinde durduğu konulardan biridir. Duygunun sürdürülmesi, uyarıcıya dikkatin verilmesi ile mümkündür. İlgi çeken bir çalışma, Paul J. Zak (2015) tarafından yapılmıştır. Amerikan futbolunun en büyük organizasyonu olan Super Bowl, sahne olduğu mücadele kadar aldığı reklam sayısı ve reklam ücretleriyle de adından söz ettirmektedir. Organizasyon sırasında reklamverenler, seyircilerin en beğendiği reklamı seçmelerine olanak tanıyan bir oylama gerçekleştirmektedirler.
Super Bowl’un 2014 yılı organizasyonunda Puppy Love isimli reklam, seyirciler tarafından en beğenilen reklam olarak seçilmiştir. Zak, bu reklamı kullanarak katılımcı grup ile yaptığı nöro ölçümlerde, dikkatin reklamın 15. saniyesinden itibaren dağıldığı sonucuna ulaşmıştır. Bunun sebebi ise reklamı yapılan ürünün ikonu olan Clydesdale atının ekranda görünmesi ve seyircilerin ne hakkında ve hangi ürün ile ilgili bir reklam izlediklerinin bilincine varmalarıdır.
Çalışma, dikkatin dağılması ile duygusal bağın kopması arasında bir ilişki olduğunu göstermektedir. Yani, dikkat; yapılandırılmış görüntü şifrelendiği ve gizemini koruduğu müddetçe sürdürülebilmektedir. Anlatıdaki olay örgüsü açıklığa kavuştuktan sonra, seyirci dikkati azalmaktadır.
Beyin verilerine göre film tasarımı
Nörobilim ve ona bağlı gelişen nörosinematik, henüz yolun başında olmasına rağmen, ortaya koyduğu bilgiler sayesinde beynin ve sinemanın daha iyi anlaşılmasında heyecan verici enstrümanlar sunmaktadır.
Nörosinema araştırmaları, salt sinema çalışması ya da izleyici araştırması olarak değerlendirilmemelidir. Bu çalışmalar sayesinde algı, dikkat, hafıza ve duygu gibi karmaşık bilişsel işlevlerin gölgede kalan yönleri açıklığa kavuşurken, sinemanın etkin rolü de anlaşılmaktadır. Bilim insanlarının çalışmalarında filmleri kullanmalarının ardında, sinemanın gerçek hayattan rol çalan bir doğal uyarıcı olması gelmektedir. Deney anında ortaya çıkan tepkilerin doğala en yakın formunda olması beklenmektedir.
Nörosinemanın ortaya koyduğu bilgiler, geleneksel film analiz ve veri toplama yöntemlerini ileriye taşımaktadır. Anket ve görüşme ile yapılan izleyici araştırmalarına; nörometrik (fMRI, EEG, PET, fNIRS vb.) ve biyometrik (göz izleme, deri iletkenliği, termal kamera, kalp atışı, RSA vb.) ölçümlerden elde edilen nesnel veriler eklenmektedir. Bu veriler, sinema endüstrisi için önemlidir.
Bir filmle ilgili akla gelebilecek tüm tasarımlar, beyin verilerine göre yapılandırılabilir ve bu da sinemanın dönüşümünü sağlayabilir. Buna bağlı olarak etik sorunlar ile karşılaşılabilir. Günümüzde nörosinema araştırmalarında uzun metraj filmler yerine, filmlerden kesilen birkaç saniye veya dakikalık parçalar kullanılmaktadır. fMRI gibi bir ortamda film izlemek, birçok kişi için klostrofobik, sıkıcı, korkutucu ve dikkat dağıtıcı olabileceğinden dolayı, deneyin amacına yönelik film parçalarının seçilmesi yöntemsel bir zorunluluktur. Bu da beynin doğal tepkilerinin ortaya çıkmasını engelleyen bir durumdur. Gelecekte, teknolojinin gelişmesine paralel olarak nörobilimsel veri toplama sistemlerinin de gelişeceği, bunun da bilim ve sanat birlikteliğine yeni bir boyut katacağı düşünülmektedir.
Kaynakça
Bentivoglio, A. R., Bressman, S. B., Cassetta, E., Carretta, D., Tonali, P., & Albanese, A. (1997). Analysis of blink rate patterns in normal subjects. Movement Disorders, 12(6), 1028-1034.
Campbell, K. L., Shafto, M. A., Wright, P., Tsvetanov, K. A., Geerligs, L., & Cusack, R. (2015). Idiosyncratic responding during movie-watching predicted by age differences in attentional control. Neurobiology of Aging, 3045-3055.
Deleuze, G. (2000). The brain is screen: an interview of Gilles Deleuze. G. Flaxman (Dü.) içinde, The brain is screen: Deleuze and philosophy of cinema (M. T. Guirgis, Çev., s. 365-373). Minneapolis: University of Minnesota Press.
Demirtaş, H. (2020). Klasik dramatik anlatı yapısına yönelik nörofizyolojik tepkiler üzerine bir araştırma. (Yayın No: 643050) [Anadolu Üniversitesi]. Yök Tez Merkezi.
Ding, N., & Chen, Y. (2022). Mood modulates attention in film viewing: an eye tracking study. International Communication of Chinese Culture, 169-180. doi:10.1007/s40636-022-00253-5
Gallese, V., & Cuccio, V. (2015). The paradigmatic body: embodied simulation, intersubjectivity, tha bodily self, and language. T. K. Metzinger, & J. M. Windt (Dü) içinde, Open MIND: philosophy and the mind sciences in the 21st century. The MIT Press.
Geerligs, L., Cam-CAN, & Campbell, K. L. (2018). Age-related differences in information processing during movie watching. Neurobiology of Aging, 72, 106-120. doi:10.1016/j.neurobiolaging.2018.07.025
Hasson, U., Nir, Y., Levy, I., Fuhrmann, G., & Malach, R. (2004). Intersubject synchronization of cortical activity during natural vision. Science, 303(5664), 1634-1640. doi:10.1126/science.1089506
Hutson, J. P., Smith, T., Magliano, J. P., Heidebrecht, G., Hinkel, T., Tang, J., & Loschky, L. C. (2015). Eye movements while watching narrative film: a dissociation of eye movements and comprehension. Journal of Vision, 15(12), 116. doi:10.1167/15.12.116
Kaltwasser, L., Rost, N., Ardizzi, M., Calbi, M., Settembrino, L., Fingerhut, J., . . . Gallese, V. (2019). Sharing the filmic experience – The physiology of socio-emotional processes in the cinema. PLoS ONE, 14(10).
Kauttonen, J., Hlushchuk, Y., Jaaskelainen, I. P., & Tikka, P. (2018). Brain mechanisms underlying cue-based memorizing during free viewing of movie Memento. NeuroImage, 313-325. doi:10.1016/j.neuroimage.2018.01.068
Keen, S. (2006). A theory of narrative empathy. Narrative, 14(3), 207-236.
Koide-Majima, N., Nakai, T., & Nishimoto, S. (2020). Distinct dimension of emotion in human brain and their representation on the cortical surface. NeuroImage, 222.
Loschky, L. C., Larson, A. M., Magliano, J. P., & Smith, T. J. (2015). What would Jaws do? the tyranny of film and the relationship between gaze and higher-level narrative film comprehension. PLoS ONE, 10(11). doi:10.1371/journal.pone.0142474
Maffei, A., & Angrilli, A. (2019). Spontaneous blink rate as an index of attention and emotion during film clips viewing. Physiology & Behavior, 204, 256-263. doi:10.1016/j.physbeh.2019.02.037
Murch, W. (2005). Göz Kırparken. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Porges, S. W. (2022). Polivagal teori rehberi: güvende hissetmenin dönüştürücü gücü. (E. Türkmut Dere, Çev.) İstanbul: Psikonet Yayıncılık ve Eğitim A.Ş.
Rizzolatti, G., & Craighero, L. (2004). The mirror-neuron system. Annual Review of Neuroscience, 169-192.
Simic, G., Tkalcic, M., Vukic, V., Mulc, D., Spanic, E., Sagud, M., . . . Hof, P. R. (2021). Understanding emotions: origins and roles of amygdala. Biomolecules, 11(6).
Wallace , R., Mckeown, B., Goddall-Halliwell, I., Chitiz, L., Forest, P., Karapanagiotidis, T., . . . Smallwood, J. (2024). Mapping patterns of thought onto brain activity during movie-watching. eLife, 13. doi:10.7554/eLife.97731.3
Zak, P. J. (2015). Why inspiring stories make us react: the neuroscience of narrative. Cerebrum, 2.
Zillmann, D. (2003). Theory of affective dynamics: emotions and moods. J. Bryant, D. Roskos-Ewoldsen, & J. Cantor (Dü) içinde, Communication and Emotion: Essay in Honor of Dolf Zillmann (s. 533-567). Mahwah, New Jersey: Lawrence Erlbaum Associates.