İstatistikler ülkemizde kadın profesör oranının Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamalarının oldukça üzerinde olduğunu göstermektedir. Türkiye’deki % 32.5 orana sahip kadın profesör oranı, % 20.8 ortalama ile AB ülkelerini geride bırakırken, % 32.5 olan ABD ile eşitlenmiştir.
Prof. Dr. Nüket Örnek Büken
HÜTF Tıp Tarihi ve Tıp Etiği AD Başkanı
HÜKSAM Müdür Yardımcısı
HÜ Biyoetik Merkezi Müdürü
Haziran 2021 tarihli YÖK sayfası bilgilendirmesinde, ülkemizde 98.404’ü erkek, 81.661’i kadın olmak üzere toplam 180.065 akademisyen olduğu, kadın akademisyenlerin oranının %45’in üzerinde olduğu bilgisi paylaşılmıştır. Bu akademisyenlerin 10.011’i kadın profesör, 7.190’ı kadın doçent, 18.736’sı kadın doktor öğretim üyesi ve 45.724’ü ise kadın öğretim görevlilerinden oluşmaktadır. Hukuk alanındaki kadın araştırma görevlisi sayısı, erkek araştırma görevlisi sayısını geçmiştir. İstatistikler, ülkemizde kadın profesör oranının Avrupa Birliği ülkelerinin ortalamalarının oldukça üzerinde olduğunu göstermektedir. Türkiye’de %32,5 orana sahip kadın profesör oranı, %20,8 ortalama ile AB ülkelerini geride bırakırken, %32,5 olan ABD ile eşitlenmiştir.
Türkiye’de akademideki kadınların oranı, beklenmedik bir şekilde Avrupa’daki kadın oranından yüksektir; çünkü akademik işler ve bilgi üretimi artık ne yazık ki sadece bir tür “öğretmenlik” sayılmaktadır.
Bu oransal üstünlük durumunun nedeni, kanımca biraz da söz konusu ifadenin karşısındaymış gibi göründüğü cinsler arası eşitsizlikten, buna dayalı toplumsal kodlardan kaynaklanır. Evet, Türkiye’de akademideki kadınların oranı, beklenmedik bir şekilde Avrupa’daki kadın oranından yüksektir; çünkü akademik işler ve bilgi üretimi artık ne yazık ki sadece bir tür “öğretmenlik” sayılmaktadır. Bilgiyi bir kez daha küçümseyen, en azından önemsemeyen genel toplumsal kod, bilgi iletme sürecini de küçümseyerek, “öğretmenliği” aşağı işlerden, yani kadınlara uygun işlerden biri sayar. Böylece kadın eşine, evine, çocuğuna zaman ayırabilecektir, aile içi yaşlı ve hasta bakımı hizmetini verebilecektir.
Diğer taraftan birçok erkek akademisyen adayı, erkeklerin çoktan terk ettiği güç ve statü içermeyen bu alanda iş yapmaya karar verdiğinde ise, artık oldukça düşük sayılabilecek bir gelir ile ileride çoluğunu çocuğunu nasıl geçindireceğine dair endişeleriyle baş etmek durumunda kalacaktır. Dolayısıyla bu sayısal bilginin işaret ettiği durum, aslında hem kadınlara hem akademiye yönelik olarak her ne kadar olumluluk içerdiği algısı olan bir durum gibi görünse de aslında tam tersidir. Akademik hayatta ücretlerin diğer mesleklere ve özel sektördeki kalifiye elemanlara göre göreli olarak düşmesi, mesleki itibarının giderek aşınması, akademisyen kadınların istihdam oranı ve üniversitede yönetici kadın oranı arasındaki ciddi asimetrik durum, karar alma mekanizmalarında kadınların halen sayıca azlığı soruları konuşulmadan bu yüksek sayısal oranlar bize olumlu hiçbir şey söylemez.
Akademik hayatta ücretlerin diğer mesleklere ve özel sektördeki kalifiye elemanlara göre göreli olarak düşmesi, mesleki itibarının giderek aşınması, akademisyen kadınların istihdam oranı ve üniversitede yönetici kadın oranı arasındaki ciddi asimetrik durum, karar alma mekanizmalarında kadınların halen sayıca azlığı soruları konuşulmadan bu yüksek sayısal oranlar bize olumlu hiçbir şey söylemez.
Tarihsel olarak daha gerilere gidersek, 1930’lardaki Kemalist reform döneminin devlet feminizmine dayalı kadın politikalarının doğurduğu başarılı sonuçlar ifade edilirken hiç atlanmayan bir madde vardır: Türkiye’de akademide çalışan kadın sayısının birçok Avrupa ülkesine yakın, hatta daha yüksek oluşu. Elbette bu sayısal bilgi doğrudur ve elbette bu olgunun yanı sıra geçerli olan bir başka gerçek de erkeklerin oransal olarak kadınların üzerinde olduğudur. Diğer taraftan akademisyen olsun olmasın tüm insanların bilebileceği, sezebileceği, izdüşümünü kendi yaşamında da görebileceği gibi esasında sayılar tek başlarına hiçbir şey ifade edemezler. Dolayısıyla bu noktada sorulması gereken temel soru bu “bilgiyi” kimlerin, neyi ifade etmek için dile getirdikleridir.
Bu sorunun yanı sıra onun doğal devamı sayılabilecek ve bizi hakiki yanıtlarına götürebilecek diğer soru, akademide kadın olmanın pratiğine dair olan “akademide kadın olmak” ne demektir sorusudur. Bu oransal yükseklik önermesi, örneğin imâ ettiği prestijli konumu içerir mi? Bu prestij, neye/nereye/kime karşı ve hangi koşullar altında kazanılmış bir prestijdir? “Akademideki kadın oranı yüksek” diye Türkiye’deki kadınların konumunda, kadın olmanın pratiği açısından hakiki bir değişimden söz edebilir miyiz? Akademideki kadın oranının Avrupa’dakinden daha yüksek olması, sayıların ve bunları dile getirenlerin imâ ettiği gibi, Türkiye’de kadınların daha eşitlikçi bir ilişki içinde yaşadıklarını gösterir mi? Başka bir deyişle, bu doğruluğu tartışılamaz sayısal önerme, hakikaten imâ ettiği anlama gelir mi? Akademisyenlik ve kadınlık kimliklerinin ağır ve çelişen sorumluluklarını eşzamanlı olarak yerine getirmeye çalışan kadın akademisyenlerin yaşadığı zorlukları görünür kılar mı?
Yeşim Arat, akademiye dahil olmaya, yani yukarıdaki sayısal oranda yerini almaya karar veren kadınların yani Kemalist devlet feminizminin ilk savunucularının daha çok dönemle organik bağı olan, elit konumlarını tam da bu dönemdeki eşitlikçi eğitim politikalarına borçlu olan akademisyen kuşak olduğunu söyler.
Yeşim Arat, akademiye dahil olmaya, yani yukarıdaki sayısal oranda yerini almaya karar veren kadınların yani Kemalist devlet feminizminin ilk savunucularının daha çok dönemle organik bağı olan, elit konumlarını tam da bu dönemdeki eşitlikçi eğitim politikalarına borçlu olan akademisyen kuşak olduğunu söyler. Dönem, okumuş yazmış kesimin, halen prestijli bir yer işgal edebildiği, memleketin halen önemsenen ilerlemesinin bu tabakaya emanet edildiği bir dönemdir. Asıl eleştirel tarafa mensup olanlar ise bu akademisyen kuşağının kızları arasından çıkmıştır. Bu nesil, sahip oldukları her şeyi artık bu döneme borçlu değildir, sol harekete dahil olmuş ve annelerini yükselten devletten de ciddi tokatlar yemişlerdir.
Türkiye’de akademik kariyerde profesörlüğe yükselirken kadına karşı ayrımcılığın olmadığı ve kadın profesör oranının yüksek olduğu bir ortamda, kadınların yükseköğretim kurumlarında yöneticilik/liderlik pozisyonlarında çok az temsil edilmeleri yükseköğretimdeki kadının statüsü ile ilgili büyük bir çelişkidir.
Akademisyen ya da akademisyen adayı bir kadının bugün yaşadıklarına baktığımızda ne görürüz? Onlar bu toplumun, formel ya da informel olarak en örgütlenemeyecek iki kesimine de aynı anda mensupturlar: hem akademisyendirler hem de kadın. Hem eğitimle ilgili toplumsal kodlar hem de içi boş prestij imajı ve güçlü kişilik takıntısı, bazılarını şöyle kadın kadına dertleşmekten bile alıkoyar.
Akademideki kadının, tam da kadın olmaya yüklenen toplumsal kodlara dayanan çok daha görünür pratik dertleri vardır. Örneğin bazı bölümlerde cinselliği, güzelliği, “namusu”, buna dayalı olarak yaptığı ve yapmadığı her şey başına bela olur. Dolayısıyla akademi, sırf okumuş yazmışlardan oluşuyor diye, toplumun cinsel ikiyüzlülüğünden muaf değildir. Bir erkeğin korumasında olmanın toplumsal olarak tanındığı durumda da, yani kadın evliyse, ne cinsellik düzeyinde ne de başka düzeylerde işler kolaylaşır, bilâkis zorlaşır.
Akademideki kadının, tam da kadın olmaya yüklenen toplumsal kodlara dayanan çok daha görünür pratik dertleri vardır. Örneğin bazı bölümlerde cinselliği, güzelliği, “namusu”, buna dayalı olarak yaptığı ve yapmadığı her şey başına bela olur.
Bir kere tüm kadınlar gibi akademisyen kadınlar da, çocuk sahibiyseler bununla bağlantılı sorumluluklar esas olarak onların görevi sayılır. Ve yine tüm diğer kadınlar gibi örneğin çocuklarına kreş bulamadıklarında, çoğu evlilikte olduğu gibi öncelikle onların uykuları kaçar.

Türkiye’de akademik kariyerde profesörlüğe yükselirken kadına karşı ayrımcılığın olmadığı ve kadın profesör oranının yüksek olduğu bir ortamda, kadınların yükseköğretim kurumlarında yöneticilik/liderlik pozisyonlarında çok az temsil edilmeleri yükseköğretimdeki kadının statüsü ile ilgili büyük bir çelişkidir. Bu nedenle, Türkiye’de yükseköğretim alanında kadınlar için ‘cam tavan’ın mevcut olmadığı doğru değildir. ‘Cam tavan’ vardır, sadece farklı bir yükseklikte, profesörlükten yöneticiliğe geçiş aşamasında bulunmaktadır. ‘Cam tavan’ genel olarak tercih edilen uluslararası bir terim olmakla birlikte, kadınların gerçekte karşı karşıya olduğu ‘cam tavan’ değil kalın bir tabaka erkektir.
Türkiye’de yükseköğretim alanında kadınlar için ‘cam tavan’ın mevcut olmadığı doğru değildir. ‘Cam tavan’ vardır, sadece farklı bir yükseklikte, profesörlükten yöneticiliğe geçiş aşamasında bulunmaktadır.
Kadınların yöneticilik pozisyonlarına aday olmasını zorlaştıran faktörler oldukça çoktur; kadının tanınma ve yükselme için daha fazla çaba harcamasının gerekmesi, yöneticilik pozisyonları için değerlendiricilerin erkek, değerlendirme süreçlerinin ise erkek egemen çevreler olması, ayrımcılığın gizli kalması, liderlik pozisyonlarına aday olma sürecinde ve seçim sürecinde erkek egemen, yıpratıcı rekabet yöntemleri sebebiyle kadınların aday olmaktan kaçınmaları, kadının performans-bazlı kültürde rekabet etme konusundaki gönülsüzlüğü (aile-çocuk sorumlulukları, kreş/anaokulu yetersizliği, eşin kariyeri, araştırma yeterliliğinde sorun, özgüven eksikliği, rol model eksikliği…), kadının hakları konusundaki eğitimsizliği ve bilgisizliği, ataerkil düşünce yapısı…
Sayısal veriler kadar bu ortamların toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan/savunan, paradigmaları değiştiren, kadın dostu yerler olması önemlidir.
Kadın akademisyenlerin liderlik pozisyonlarına aday olmaları için desteklenmeleri gerekiyor. Burada hedef sadece kadın olduğu için kişilerin yönetim görevlerine atanmalarının sağlanması değil, cinsiyet eşitlikçi şartlarda rekabet eden kadınların ve erkeklerin liyakat bazlı seçimlerinin ve birlikte değer üretmelerinin sağlanmasıdır.
Akademide ve bilim dünyasında özellikle de STEM ( bilim, teknoloji, mühendislik, matematik) alanlarında kadınların varlığı değerlidir. Sayısal veriler kadar bu ortamların toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayan/savunan, paradigmaları değiştiren, kadın dostu yerler olması önemlidir.