İnsanlı ve insansız uzay görevlerinin geleceğiyle yolculuğumuza çıkalım.
Baştan beri burada, gezegenimiz Dünya’dayız. Milyarlarca insan geldi geçti, pek çoğu da mutlaka gökyüzüne bakarak hülyalara daldı, bir kısmı ise meraklandı “yukarıda” neler var diye.
Ne zaman fizik ile gökyüzünü anlamaya başladık, işte o zaman gökyüzüne bakışımız daha da bir anlam kazanır oldu. Bugün, üzerinde yaşadığımız gezegenin, bu gezegenin etrafında hareket ettiği yıldızın -Güneş’in- ve bu yıldızın yer aldığı gökadanın -Samanyolu’nun- eşsiz olmadığını biliyoruz. Bütün bunları biliyor olmamız bilimdeki ve teknolojideki büyük atılımlarımızın bir sonucu. Evren’e elektromanyetik tayfın farklı bandlarında bakıyor olmaya başlamamızın yanı sıra kozmik ışınları, nötrinoları ve kütleçekim dalgalarını gözlemeye başlamamız Evren’le ilgili bilgilerimize katkı sağlamakta.
Öte yandan çok uzaklara bakabilmeyi başarsak da henüz evimizden pek uzaklaşabilmiş değiliz. Ay’a ayak basmış olmamız ve uzun yıllardır Dünya’nın etrafında alçak yörüngede dönen uzay görevlerine türümüzü ve ekosistemimize ait temsilcileri gönderiyor olmamız elbette büyük atılımlar. Uyduları ve uzay görevleriyle edindiğimiz bilgi birikimini sayısız bilimsel ve teknolojik amaç için kullanıyor olmamızın sadece günlük yaşamımıza değil, hayata bakışımıza da büyük katkılar sağladığını nasıl yadsıyabiliriz? Aynı zamanda, insansız uzay görevlerinde Güneş Sistemi’ni keşfediyor olmamız, bunun yanı sıra Voyager görevleriyle Güneş Sistemi’nin dışına insan yapımı araçlar gönderebilmiş olmamız da küçümsenmemeli. Ancak, bence bütün bunlar gelmekte olan yeni bir çağın ilk adımları olarak değerlendirilmeli.
Bütün bu yaptıklarımız ışığında gelecekte neler olabileceğini kestirmeye çalışalım. İnsanlı ve insansız uzay görevlerinin geleceğiyle yolculuğumuza çıkalım:
2030’lara gelmeden Ay’a -uzun yıllar sonra- insanlı uzay görevlerinin tekrar iniş yapmaya başlayacağını söyleyebiliriz. ABD’nin Artemis III [1] uzay görevi bunun öncüsü olacak gibi görünüyor. Artemis III’ün 2025’te insanları Ay’a götürmesi planlanıyor. Sonrasında, başta Çin, Hindistan ve Avrupa ülkeleri olmak üzere, başka ülkelerin Ay’a insanlı görevler planladığını biliyoruz. Yıllar ilerledikçe ve 21. Yüzyıl’ın ortalarına yaklaştıkça Ay’da kalıcı bir üs kurma hayallerinin gerçekleşmesinin muhtemel olacağını düşünebiliriz (örneğin bkz. [2], [3]). Ay’da kalıcı yerleşim olanağı sağlanınca gerisi çorap söküğü gibi gelecektir: Ay’ı bir roket fırlatma üssü olarak kullanıp daha uzaklara ulaşılabilmesi, madencilik faaliyetleri ve Ay’da astronomi çalışmaları gibi…
Uzun yıllardır Mars’ı da kolonize etme hayalleri dillendirilip duruluyor. Kimi tahminler, 2030’larda insanlı uzay görevleriyle Mars’a gidilebileceği tahminlerinde bulunsa da özellikle lojistik, teknolojik, tıbbî ve psikolojik açıdan bakıldığında aylarca sürecek insanlı yolculuklara henüz hazır olmaktan uzak olduğumuzu düşünüyorum. En iyi ihtimalle insanlı Mars görevleri için 2050’li yılları beklememiz gerekecektir (örneğin bkz. [4]). Tabii ulusların uzaydaki rekabeti bu tarihi biraz daha önlere çekebilir. Elbette bu süre zarfında, Mars’la ilgili bilimsel araştırma faaliyetleri hız kesmeden devam edecektir.

Mars’ın da ötesine Güneş Sistemi’nin diğer gökcisimlerine insanlı görevler için gerekli teknolojik seviyeye ancak 22. Yüzyıl’da ulaşabileceğimizi düşünüyorum. Özellikle Jüpiter ve Satürn’ün uydularının bu bağlamdaki ilk hedefler olması mümkün. Tabii, insansız uzay görevleri Güneş Sistemi’yle ilgili bilgimize bilgi katmaya devam edecektir bu süreçte.
İnsanlığın Güneş Sistemi dışına çıkması için günümüzde bile bilimsel öneriler yapılmakta. Bu amaçla -muhtemelen gelecek yüzyılda- gerekli teknolojiler geliştirilecek ve insanlı uzay görevleriyle Güneş’e en yakın yıldız olan Proxima Centauri’ye ulaşmak mümkün olabilecektir. Daha sonra neler olabileceğini kestirmek çok zor. Teknolojinin nasıl gelişeceğine ve ne gibi yeniliklerin bilgi dağarcığımıza katılacağını kestirmek daha uzak geleceklere baktıkça daha zorlaşıyor.
Mars’ın da ötesine Güneş Sistemi’nin diğer gökcisimlerine insanlı görevler için gerekli teknolojik seviyeye ancak 22. Yüzyıl’da ulaşabileceğimizi düşünüyorum.
Bütün bu gelişmeler sürerken Evren hakkındaki bilgimiz de yeni bilimsel ve teknolojik gelişmelere paralel olarak artmaya devam edecektir:
21. Yüzyılın devamında kütleçekim dalgalarını daha hassas algılayan yeni nesil kütleçekim teleskoplarının bilimsel bilgiye büyük katkılar sağlayacağını öngörebiliriz (örneğin bkz. [5]). Bu teleskopların pek çoğu uzayda konuşlanacak ve günümüz kütleçekim teleskoplarının hassasiyetlerinin çok üstünde bir hassasiyetle Evren’e bakacaklardır. Bu hassas yeni nesil teleskoplar, bir yandan Evren’in kara delikler ve nötron yıldızları gibi enerjik gökcisimlerini daha iyi anlamamıza yardımcı olacak, bir yandan da Evren’in oluşumundan hemen sonra Evren’in nasıl bir yapısı olduğuna dair bilgilerimize yeni bilgiler katacaktır.
Burada işin biraz bilim kurgu kokan bir tarafına da değinmeliyiz: Eğer kütleçekim teleskoplarıyla ilgili gelişmeler böyle devam ederse daha sonraki yüzyıllarda kütleçekim dalgalarını kullanarak haberleşen medeniyetleri keşfetmemiz de mümkün olabilir. Biz, şu an ve daha uzun yıllar kütleçekim dalgalarını sadece gözleyebilen seviyede bir medeniyet olarak kalacağız. Ancak, eğer bizden çok daha gelişmiş medeniyetler varsa ve kütleçekim dalgalarını modüle ederek haberleşmeyi sağlayacak bilgi ve enerjiye sahiplerse belki de onlar bu dalgaları hali hazırda haberleşmek için kullanıyorlardır (en az 8-10 yıldır bu konuda spekülasyonlar yapan yazarlar var, örneğin [6]). Şu an haberleşmek için kullandığımız elektromanyetik dalgalar, bu tür medeniyetler için ilkel sayılıyor olabilir! (belki de şimdiye kadar Dünya dışı bir medeniyet keşfedemememizin sebebi onların bizim gibi haberleşmiyor olmalarıdır).

Elektromanyetik dalgaların dışında -kütleçekim dalgalarından başka- Evren’den bilgi aldığımız diğer “elçiler” nötrinolar ve çok yüksek enerjili kozmik ışınlardır.
Nötrinolar yıldız evriminden kozmolojiye uzanan geniş konu spektrumunda bize Evren’le ilgili bilgiler sağlamaktadır. 20. Yüzyıl’da başlayan nötrino gözlemleri gelecekte de astronomi ve astrofizik bilgimize yeni bilgiler katmaya devam edecektir. Çok da uzak olmayan bir gelecekte KM3Net gibi [7] daha hassas nötrino teleskopları ile Evren’i daha iyi anlayabileceğiz. Kütleçekim dalgalarında olduğu gibi nötrinolarla da haberleşmek -en azından prensipte- mümkün. Hatta bunu bizim medeniyetimizin bile -çok sınırlı bir şekilde de olsa- başarabildiğini belirtmeliyim [8]. Gelecekte, daha yüksek teknolojiler kullanarak kıtalar ve gezegenlerarası iletişimin bir alternatif yolu olarak da nötrinoları kullanmamız mümkün olabileceği gibi -yine kütleçekim dalgaları için belirttiğimiz gibi- nötrinoları haberleşmek için kullanan gelişmiş bir medeniyeti de keşfetmemiz mümkün olabilir.
Çok yüksek enerjili kozmik ışınlarla ilgili gözlem imkânları da giderek artmakta. Genellikle kozmik ışınların hangi kaynaktan geldiğine dair bilgimiz çok sınırlı oluyor. Burada kozmik ışınların tam olarak nereden geldiğini bilmekten daha önemlisi nasıl olup da bu kadar enerjik kozmik ışınların oluşabildiğini anlamak olmalı. Evren’in bu penceresinden Evren’e bakmaya devam ettikçe mevcut enerji rekorunun da kırılacağını düşünebiliriz (daha fazla bilgi için bkz. [9]). Sanırım gözlemler devam ettikçe Evren’in bu gizemli enerjik parçacıklarını anlamak için daha fazla kafa yorulması gereken bir gelecek bizi bekliyor olacak.
Bütün bu gözlem pencerelerinden daha “klasik” sayılabilecek elektromanyetik tayf gözlemleri ise şüphesiz ki hız kesmeden devam edecek. Evren’i gözlemek için en fazla kullandığımız ve sayesinde en fazla bilgiye sahip olduğumuz elektromanyetik dalgalar gelecekte de bu rollerini sürdüreceklerdir.
Görünür ışık bölgesinde gözlem yapan Dünya üzerindeki teleskoplar için Dünya’mızda giderek artan ışık kirliliği sebebiyle gelecek daha zorlayıcı olacaktır. Gerek mevcut teleskopların gelecekte daha yararsız hâle gelmesi, gerekse de yeni teleskoplar için uygun yer bulmanın giderek zorlaşması söz konusu olacaktır. Tabii kültürel olarak bu soruna dikkat çekilerek ışık kirliliğinin önüne geçilirse gelecekte gökyüzüne bakarak ilham alan bilim insanları ve sanatçıların sayısı artacaktır! Ne olursa olsun, Evren’e açılan ilk penceremiz olan görünür bölge, hem Dünya üzerinde hem de uzaydaki teleskoplar yardımıyla bize gelecekte de bilgiler sağlamaya devam edecektir.
Dünya’daki radyo teleskoplarıyla gözlem yapmak -gerekli önlemleri almazsak- gelecekte giderek zorlaşacaktır.
Atmosferimizin geçirgen olduğu radyo dalgaları bölgesinde de -görünür ışıktaki gibi- medeniyetimizden kaynaklı bir radyo kirliliğinin süreceğini öngörebiliriz. Dünya’daki radyo teleskoplarıyla gözlem yapmak -gerekli önlemleri almazsak- gelecekte giderek zorlaşacaktır. Yine de Evren’i anlamamız için önemli bir pencere olan radyo dalgalarını gerek Dünya üzerinde kurduğumuz gerekse de uzaydaki yeni radyo teleskoplarıyla gözlemeye devam edeceğiz. Bu bağlamda son yıllarda kullanılan interferometrik gözlem yöntemlerinin gelecekte daha da etkin kullanılması (yani birden çok radyo teleskopundan oluşturulan teleskop ağlarının etkin kullanımı, örneğin [10]) beklenebilir. Hatta bu interferometrik yöntemlerin Dünya’daki teleskopların yanı sıra Dünya dışında kurulacak teleskopların da eklenmesiyle çok daha muazzam bilimsel çıktılar üretmesinin mümkün olabileceği bir geleceğe doğru ilerliyor olabiliriz.
1960’larda ilk çalışmaların yapılmaya başlandığı X-ışını ve Gama-ışını teleskopları 20. Yüzyıl’da olduğu gibi 21. Yüzyıl’da da önemli bilimsel veriler edinmemizi sağlamakta. Dünya yüzeyinden doğrudan gözlem yapamadığımız bu elektromanyetik dalgalar için ya uzay teleskoplarını ya da -çok yüksek enerjili Gama-ışınları için- atmosferimizdeki Çerenkov ışımasını tespit eden yer teleskoplarını kullanıyoruz. Bu alanda düzenli gelişmelerin yaşanmaya devam edeceğini ve önümüzdeki yıllarda da Evren’deki enerjik süreçleri anlamak için bu pencereden Evren’e bakmaya devam edeceğimizi düşünüyorum. Aynı şekilde mikrodalga, orta ve uzak kızılötesi vb. diğer elektromanyetik dalgaları da Evren’i anlamak için kullanmaya devam edeceğiz. Bu bağlamda kızılötesi gözlemleriyle bir çığır açmaya başlayan James Webb Uzay Teleskopu gibi başka projelerin de hem yakın hem de uzak gelecekte gündemde kalmaya devam edeceğini tahmin edebiliriz.
Görüldüğü gibi gelecekte bizi uzay çalışmaları ile ilgili parlak bir gelecek bekliyor. Ancak burada çok önemli bir husus var: Bu çalışmalar sadece bir azınlığın tekelinde mi olacak? Yoksa ülkelere ve ülkelerin halklarının olabildiğince büyük bir kısmına mı mâl olacak? Benim gelecekle ilgili en büyük endişem bilimin ve bilim sayesinde gelişen teknolojinin giderek daha az ülke ve daha az kişiye hitap edeceği distopik bir gelecek ihtimali. Umarım ülkeler kendi içinde ve ülkelerarası ilişkilerinde daha demokratik ve çoğulcu olmayı başarabilir, bilimi ve eğitimi tabana yaymayı düstur edinebilirler. Böylece yaşanacak gelişmeler toplumca özümsenebilir ve çevre sorunları, iklim değişiklikleri gibi problemlerle başa çıkılıp mutlu çoğunluğun mutlu geleceğine doğru yol alınabilir.
Kaynaklar:
[1] https://www.nasa.gov/missions/artemis/artemis-iii/
[2] https://www.bbc.com/future/article/20230317-the-epic-quest-to-build-a-permanent-moon-base
[3] https://www.space.com/india-moon-base-2047
[4] t.ly/cDLZD
[5] https://www.space.com/gravitational-wave-detector-in-space-lisa
[6] t.ly/63BtV
[7] https://projectescape.eu/science-projects/km3net
[8] https://www.worldscientific.com/doi/abs/10.1142/S0217732312500770