GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: Özgürlüğün bir eyleme formu olarak politika
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > Felsefe > Siyaset Felsefesi > Özgürlüğün bir eyleme formu olarak politika
Siyaset Felsefesi

Özgürlüğün bir eyleme formu olarak politika

Yazar: Doğan Göçmen Yayın Tarihi: 6 Nisan 2025 16 Dakikalık Okuma
Paylaş

Siyasetçi hep diğerinin yerine karar veren bir konumda bulunur. Günlük hayatımızın her alanında diğerlerini hep yargılarız. Bu toplumsal ilişkilerin kuruluşunda temellendirilmiştir. Bunu nasıl yaparız? Hobbes’a göre diğerinin davranışlarının ne anlama geldiğini, davranışlarının doğru olup olmadığını bilebilmek için yargılamak zorundayız. Yargı gücü bize aittir. Fakat kendi yargı gücümüzle diğerini doğru yargılayabilmemiz için onu kendi durumunda yargılamamız gerekmektedir.

İçindekiler
Önce zarar verme ilkesinden ne anlamalıyız?Siyaset, etik ve meşruiyetSiyaset, kukuk ve meşruiyetSiyaset, güç ve direniş hakkı Siyaset, iktidar ve özgürlük“Güç istenci” ya da özgürlükçü siyaset

Prof. Dr. Doğan Göçmen

Dokuz Eylül Üniversitesi, Felsefe Bölümü

Tıpçıların, Hipokratesçi çok eski çağlardan beri beyinlerine kazındığı için hepsinin ezbere bildiği ‘ilk yapacağın şey zarar vermemektir’ anlamına gelen bir ilkesi vardır. Bu ilke, Hipokratçı hekimlerin zamanla Latinleştirdiği şekliyle primum non nocere’dir. Bu ilke, bağlamında aldığımız zaman etik içermelere de sahip olduğu için tıpçılar kadar özellikle ahlak filozoflarının da bilmesi gereken bir ilkedir. Nedenini ayrıntıları ile aşağıda açıklayacağım. Çok eski çağlardan beri geçerli olan bu ilke kanımca yalnızca tıpçılar için geçerli değildir. Bu ilkenin vicdan sahibi hukukçular tarafından da uygulandığını gözlemlemek önemlidir. Aslında bağlamında bütün olarak aldığımızda etik talebinden dolayı tüm meslek alanlarında, tüm ilişkilerimizde, hayatımızın her alanında temel edinmemiz gereken bir ilkedir primum non nocere.

Fakat bu kısa yazının amacı bu ilkede gizli olan politika veya siyaset kavramını açığa çıkarmaktır. Bir deneme olan bu çalışmada “politika” ve “siyaset” kavramları eş anlamda kullanılmaktadır.

Önce zarar verme ilkesinden ne anlamalıyız?

Primum non nocere ilkesinden ne anlamalıyız? Fark ettiğiniz gibi “zarar verme!” ilkesi negatif bir buyruk formuna sokulmuştur. Fakat bundan eylemde bulunma diye bir sonuç çıkarılmamalıdır. İnsan pekâlâ bazen yerinde ve zamanında yapması gerekeni yapmaması durumunda da zarar verebilir. Öyleyse buyruk negatif bir forma sokulmuş olsa da talebi ve içeriği zorunlu olarak negatif değildir. Buyruk zorunlu olarak eylemsizliğe çağırmamaktadır. Günlük anlayış bakımından bu belki ilk bakışta böyle gözükebilir. Bilimsel analiz buyruğun belirli durumlarda pekâlâ eyleme çağırabileceğini göstermektedir. Diğer bir deyişle eylem ve müdahale gerektiren durumlarda eylemsiz kalmak, müdahale etmemek de yaralayabilir, zarar verebilir. Sonuç olarak buyruk negatif bir forma sokulmuş olsa da içermesi pozitiftir, yani ‘her durumda doğru olanı yap!’ anlamını taşımaktadır.

Siyaset, etik ve meşruiyet

Bu ilkeyi, bilimsel amacını modern bir “adalet bilimi” geliştirmek olarak tanımlayan Thomas Hobbes, yüzlerce yıl önce toplum ve siyaset alanına uyarlamıştır. Hobbes bugün yeniden keşfedilmesi gereken, Machiavelli’den sonra Hegel’e ve Marx’a kadar modern politika kavramımızı en çok belirleyen filozoftur. Hobbes, René Descartes ile beraber modern felsefenin kurucularındandır aynı zamanda ve modern felsefede Descartesçı rasyonelizmin yanında empirizmi temsil eder. Fakat aslında Descartes’ı kendi açısından bir sentezci olduğu kadar Hobbes’u da kendi açısından bir sentezci olarak almak gerekir. Hegel’in modern felsefede iki farklı parti olarak tanımladığı hareket noktaları farklı iki sentezci filozoftur Descartes ve Hobbes.

Siyasetçi hep diğerinin yerine karar veren bir konumda bulunur. Günlük hayatımızın her alanında diğerlerini hep yargılarız. Bu toplumsal ilişkilerin kuruluşunda temellendirilmiştir. Bunu nasıl yaparız? Hobbes’a göre diğerinin davranışlarının ne anlama geldiğini, davranışlarının doğru olup olmadığını bilebilmek için yargılamak zorundayız. Yargı gücü bize aittir. Fakat kendi yargı gücümüzle diğerini doğru yargılayabilmemiz için onu kendi durumunda yargılamamız gerekmektedir. Eş deyişle kendimizi onun yerine koymalıyız, onu kendi durumunda kavramaya çalışmalıyız.

Fakat Hobbes, bu ilkeyi daha geniş ve toplumsal yapısal bağlamlara da taşır. Buna göre örneğin toplumun idaresinden sorumlu olanların kararlarında ve eylemlerinden insanlığı ölçü alması gerekmektedir. Zira politikacının kararlarının doğrudan konusu olan kendi ulusunun fertleri ile ilişkisi genel insan soyutluğunda olmak zorundadır. Ama siyasetçi doğrudan kendi ulusunu ilgilendiren kadarlar alırken aynı zamanda insanlığı da ilgilendiren kararlar alır çünkü hakkında karar verdiği halk, insanlığın bir parçasıdır.

Ama siyasetçi doğrudan kendi ulusunu ilgilendiren kadarlar alırken aynı zamanda insanlığı da ilgilendiren kararlar alır çünkü hakkında karar verdiği halk, insanlığın bir parçasıdır.

İskoç filozoflarından Adam Smith, Hobbes’un bu gözlemlerinden hareketle aslında tüm insan ilişkilerinde insanlığın hep ölçü alınması gerektiğini belirtir, çünkü tüm karar ve eylem durumları birer insanlık durumudur ve bundan dolayı her karar durumu bir vicdani karar ve eylem durumudur. En özel ilişkilerimizde bile işlerimizin sağlıklı yürümesi için kararlarımızda insanlığı ölçü almak zorundayız.

Bundan da anlıyoruz ki siyasetçinin her şeyden önce etik bir yükümlülüğü vardır. Burada ifade edilen ‘siyasetçinin her şeyden önce etik bir yükümlülüğü vardır’ tümcesinden siyasetin moralize edilmesine dair bir talep anlaşılmamalıdır. Siyasetçinin etik yükümlülüğü, modern çağda tüm insan edimlerinin birer özgürlük edimi ve özgürlüğün onlarda gerçekleştiği edimler olarak kavranması gerektiğine dair yaklaşımdan hareket ediliyor olmasına dayanmaktadır.

En başta da politikacılar sorumludur, en başta da hukuken ve ahlaken sorumludur insan yapıp ettiği her şeyden. Bilmemek insanı sorumluluğundan azade etmez.

Son yıllarda siyasette “bilmiyordum”, “aldatıldım” gibi gerekçelerle toplumdan alınan geçmiş yanlış kararlar konusunda anlayış beklenmektedir. Aristoteles, her insanı akıl sahibi bir varlık olarak kavradığı için, onu yapıp ettiği her şeyden sorumlu tutar. En başta da politikacılar sorumludur, en başta da hukuken ve ahlaken sorumludur insan yapıp ettiği her şeyden. Bilmemek insanı sorumluluğundan azade etmez. Aristoteles; bilmiyorsan, bilmediğini biliyordun, akıl sahibisin ve bilgi edinmen gerektiğini biliyordun diye yanıt verir. Bilmiyordum demek, sorumluluktan kurtarmıyor. Aksine, zarar verme ilkesinin zedelendiğini göstermektedir.

Siyaset, kukuk ve meşruiyet

Bugün temsili devlet rejimi ile yönetilen ülkelerde çoğunluk oyu siyasetin indirgemeci bir şekilde tek meşru kıstası olarak alınmaktadır. Bu yönelim elbette siyasettin içini boşaltmak ile eş anlama gelmektedir. Hobbes’a göre, siyasetçinin halktan çok oy alması, düşüncelerinin ve kararlarının meşru olarak alınması için tek başına yeterli koşul değildir. Bu koşul tek başına siyasetçinin kararlarının meşru olduğunu kanıtlamaz. Kaba temsili demokrasi uygulamalarında böyle görülse ve yapılsa da, bu yaklaşım kendinde alındığında tek başına etik bir temelden yoksundur.

Klasik temsili demokrasi kavramlarının içeriği örneğin John Locke ve Immanuel Kant’ta olduğu gibi özgürlük kavramı dolayısıyla belirlenmiştir. Fakat kavramın içeriği John Stuart Mill ile başlayan indirgemeci yorumu bugün Robert Nozick yazarlarda artık iyice indirgenmiştir. Siyaset sanki yalnızca bir cezalandırma aracıymış gibi algılanmaktadır.

Fakat Marx ve Engels, emek kavramını ve sınıf mücadelesini temel alarak geliştirdikleri siyaset kavramının perspektifine özgürlüğü yerleştirmişlerdir. Özgürlük koşulu örneğin Rosa Luxmeburg, Antonio Gramsci ve Lenin gibi istisnasız tüm Marksist siyasetçilerin ortak referans noktasıdır. Marksistler açısından siyasete meşruiyet kazandıran her şeyden önce siyasetin içeriğinin ve amacının özgürlük olmasıdır. Buna karşın klasik teoriler çerçevesinde siyasetçinin temsili demokraside bile kararlarının ve uygulamalarının meşruluğunun kaynağı halkın seçmiş olmasının yanında insanlığın çıkarlarının ve gereksinimlerinin ölçü alınmasıdır. Karar ve uygulama insanlığın çıkarları koşulunu yerine getirmiyorsa etik olarak meşru değildir. Etik bir temelden yoksun siyasi uygulamalara hukuki bir çerçeve oluşturmak da mümkün değildir.

Kişisel bencil politik hırsları hukuki kılıfa sokarak ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesinden dem vurmak, niyette dürüstlük koşulunun yerine getirilmediğini göstermektedir.

Kişisel bencil politik hırsları hukuki kılıfa sokarak ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesinden dem vurmak, niyette dürüstlük koşulunun yerine getirilmediğini göstermektedir. Unutmayalım ki yasaların da hukuksal meşruluğa sahip olması için yerine getirmesi gereken etik koşulu vardır. Etik temelden yoksun yasalar genel geçer ve dolayısıyla yasa olma koşulunu yerine getirmemektedir. Etik koşulunu yerine getirmeyen geçerli yasalar meşru kabul edilemez. Yasaların meşruluğunun etik temelli olduğunun göstergesi, her durumda özgürlüğün ve adaletin yeniden tesis edilmesidir. Adaletin tesis edilip edilmediğin göstergesi ise özgürlük ve eşitlik koşulunun sağlanıp sağlanmadığıdır. Sonunda yine dönüp dolaşıp Hobbesçu ‘insanlık çıkarı’ ilkesine geri geliyoruz. İnsanlık çıkarına hizmet etmeyen siyaset, meşru bir etik temelden yoksundur.

Siyaset, güç ve direniş hakkı

Siyasette veya politikada güç önemlidir, fakat etik koşulu yerine getirmediği sürece güç hiçbir şey hükmündedir. Siyasetin meşruiyet koşulunu yerine getirmesi onu basit bir güç ve iktidar elde etme “sanatı” olmaktan kurtarır. Siyasetin etik temelden yoksun olması, ne kadar çok sayıda insan tarafından desteklenirse desteklensin, onun herhangi meşru bir zeminin olmadığını gösterir. Etik temelden yoksun ve dolayısıyla meşruiyet koşulunu yerine getirmeyen siyaset, basit bir güç ve iktidar elde etme sanatına dönüştüğü için, her durumda ilkesel olarak Nietzsche’den esinlenen muhafazakâr Carl Schmittçi siyasal olana dair kavramın öngördüğü döngüsel dost-düşman ayrımını ölçü alır. Buna göre dostlar ve düşmanlar sürekli yer değiştirebilir. Bu durumda aslında herkes hep düşmandır. Kimileri aktüel olarak kimileri potansiyel olarak. Böylece siyaset anlamsızlaşır, siyasette aklın yerini saçma, özgürlüğün yerini “güç istenci” alır.

Siyasetin etik temelden yoksun olması, ne kadar çok sayıda insan tarafından desteklenirse desteklensin, onun herhangi meşru bir zeminin olmadığını gösterir.

Siyaset her zaman zorunlu olarak bir güç ve iktidar kavgası anlamına gelir. Fakat etik bir temele sahip olan siyaset, güç ve iktidar paradigmasına sıkışmış muhafazakâr siyaset anlayışından farklı olarak bir özgürlük perspektifi kazanır. Bu özgürlük perspektifi, bazı tarihsel durumlarda çoğunluk tarafından desteklenmese, desteklenip desteklenmediğinin bilinemediği koşullarda dahi ilerici siyasette etik zemin kazandırır ve böylece onu aynı zamanda meşru kılar. Zira bu durumda güç ve iktidar muhafazakâr siyaset anlayışında olduğunun aksine kendi başına bir amaç olmaktan çıkar, amaç etik durumun inşası anlamına gelen özgürlük olarak belirir. Bunu aşağıda ayrı bir başlık altında daha ayrıntılı olarak işleyeceğim.

Zulme karşı direniş, saldırı altında olan özgürlüğü savunduğu için etiktir ve dolayısıyla meşrudur!

En karanlık günlerde bile, unutmayalım, tarihin gidişi hep iyiye ve güzeledir, etiğe ve estetiğedir. Modern insan, burjuva değil, yurttaş, her şeyden önce etik bir varlık olmak isteyen bir varlıktır. Etik bir varlık olmanın koşulu her durumda özgür olmaktır, her işte gönüllü olmaktır. Bu nedenle baskı ve zulüm, kimden gelirse gelsin, kabul edilemez. Zulme karşı direniş, saldırı altında olan özgürlüğü savunduğu için etiktir ve dolayısıyla meşrudur!

Siyaset, iktidar ve özgürlük

Zulme karşı direniş meşrudur, çünkü direniş özgürlüğü saldırı altında olanın bir nevi nefsi müdafaasıdır! İnsanlığın ulaştığı uygarlık seviyesi budur. Bunun gerisine düşen tüm uygulamalar barbarlık belirtisidir.

Primum non nocere ilkesi; bilerek, farkında olarak, dikkatle yapmamıza telkin ediyor. Bu bakımdan İslami etik çerçevesinde bir işe başlarken ”bismillah” denmesinin anlamı, bana sorarsanız, bundan başkası değildir. İnsanda bir işe başlarken uyarıcı etkide bulunarak dikkatli olmasını ve yaptığı işi bilinçle yapmasını sağlamak amaçlanmaktadır. Şimdi primum non nocere ilkesini olumlu şekle sokalım, çünkü ilkenin devamında “secundum cavere, tertium sanare”, yani “ikincisi dikkatli ol, üçüncüsü iyileştir” diye eklenir. Öyleyse bütün olarak alalım: “primum non nocere, secundum cavere, tertium sanare”! Bir hekime bununla “zarar verme, dikkatli ol, iyileştir”! diye buyurulur. Hekim hastayı tüm olanaklarını kullanarak sağlığına kavuşturmalıdır, diğer bir deyişle iyileştirmelidir. Üçüncü buyruğun anlamı budur. Üç buyruğun bir bütün olarak ortaya çıkardığı sonuç ne kadar vurgulansa azdır, çünkü sağlığa kavuşturmak anlamında iyileştirmek aynı zamanda etik bir içeriğe sahiptir. Zarar verme! buyruğu ile başlayan talep ‘dikkatli ol!’ diye çağırdıktan sonra iyileştir diye buyurur. İyileştir diye buyurmak, aynı zamanda etik bir taleptir ve hekimler “iyilik etmeye” çağrılır.

Bu talepte bir hekimden iyilik yapması beklendiği dile gelmektedir. Eş deyişle hekimden iyi insan olması, hekime iyi insan olma niteliği yüklenmektedir. İyi insan tamamıyla etik bir şahsiyete, karaktere sahip olmak zorundadır. Bizde çok eskilerden beri Anadolu halk bilgeliğinde “eyilik eyidir” denir.

Ahlakın olduğu kadar politikanın içeriği iyilik ve amacı da özgürlük olmak zorundadır.

Ahlakın olduğu kadar politikanın içeriği iyilik ve amacı da özgürlük olmak zorundadır. Tolumun hekimden veya başka bir mesleğe mensup kişilerden bekleneni siyasetçiden bekleme hakkı vardır. Siyasettçi güç ve iktidar sahibi olduğu için bu konuda bir istisna olarak kabul edilemez. Politikada iyilik, dolayısıyla insanlık koşulunu yerine getirmeyen yönelimlerinin hukuken de savunulacak bir yanı olamaz. Kaba gücün veya güçlünün hakkının basit bir şekilde hukuksal kılıfa sığmadığı da açıktır. Yürürlükteki politika anlayışı etik temelden ve etik olan tarafından temellendirilmiş bir hukuksal çerçeveden yoksun ise meşru olduğundan hareket etmemiz mümkün değildir. Bu durumda direniş ve küllerinden yeniden doğuş, etik yaşamanın tesisi, ahlaklı varlık olarak ahlaklı bir yaşam sürebilmenin de koşulu haline gelmiştir.

“Güç istenci” ya da özgürlükçü siyaset

Elbette güce dayanmadan siyaset yapılamaz. Eyleme kapasitesi eyleme gücünü şart koşar. Fakat salt güç, belki iktidarı ele geçirebilir, iktidarı elde tutabilir, fakat salt güç çok fazla bir şey hareket ettiremez. Gücün hareket ettirebilmesi için kendisine her şeyden önce ahlaken meşruiyet kazanması gerekir. Güç ve iktidar kuramcısı ve egemenin toplum karşısında gücünün koşulsuz yani mutlak olmak zorunda olduğunu vurgulayan Thomas Hobbes’a göre bile güç, meşruiyetini basit bir şekilde kendinden almaz, tersine egemenin gücünü ahlaki bakımdan meşru kılan, egemenin “herkesin herkese karşı savaşı” olarak betimlenen durumun son bulması, yaşamın mümkün kılınması, yaşamın muhafaza edilmesi, yaşamın sürekli iyileştirmesi, “ateşkes” ve “ölümsüz barış” veya ebedi barış perspektifidir.

Jean-Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi’nde “(e)n güçlü olan, gücünü hak, itaati de ödev haline getirmedikçe her zaman efendi kalacak kadar güçlü olamaz.” diyor. Zira Rousseau’ya göre, “(g)üç fiziksel bir şeydir” ve bunun “etkilerinden nasıl bir ahlaksal sonuç çıkarılabileceğini” bilememektedir. Zira “(g)üce boyun eğmek bir irade meselesi değil, gerekliliktir; olsa olsa temkinli davranmaktır.” Fakat bununla uygulanan güç siyasetine ahlaki meşruiyet ve ödev duygusu elde edilemez. Zira eğer “(g)üç nedeniyle itaat etmek gerekiyorsa ödev gereği itaat etmeye gerek yoktur ve insan itaat etmek zorunda değilse artık böyle bir zorunluluk ortadan kalkmış demektir.” Eğer “en güçlü olan her zaman” haklıysa “o zaman yapılması gereken her zaman en güçlü olmaya çalışmaktadır.”

Modern klasik siyaset bu konudaki ilkesini Rousseau “… güç hak yaratmaz ve insan sadece meşru güce boyun eğmelidir” diye özetler.

Rousseau’nun burada eleştirel olarak alaycı bir tonla tartıştığı siyasette sadece gücü kutsayan ve güce tapan yaklaşımı Friedrich Nietzsche “güç istenci” olarak formüle etti. Nietzsche’nin salt gücü kendi içinde bir ereğe dönüştüren siyasete dair bu yaklaşım yanlışlıkla Niccolò Machiavelli’ye ve Hobbes’a atfedilir. Oysa Machiavelli’nin siyaset kuramının temel ilkesi özgürlük için güç istencidir ve Hobbes’un siyaset felsefesinin temel kavramı barıştır veya daha doğrusu “ölümsüz barış”tır. Güç için her şeyin mubah olduğuna dair anlamsız anlayışın savunuculuğu Nietzsche ve Carl Schmitt gibi onun Nazizm’de ifadesini bulan takipçilerinin olduğunu vurgulamak gerekir. Modern klasik siyaset bu konudaki ilkesini Rousseau “… güç hak yaratmaz ve insan sadece meşru güce boyun eğmelidir” diye özetler. Meşru güç gücünü Karl Marx’ın da işaret ettiği gibi özgürlük perspektifinden almaktadır.

Etiketler: direniş, etik, güç, özgürlük, politika, siyaset
Doğan Göçmen 6 Nisan 2025
Bu Yazıyı Paylaş
Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
Yazar: Doğan Göçmen
Takip Et
Prof. Dr., Hamburg Üniversitesi’nde felsefe ve sosyal bilimler okudu. Dünyanın önde gelen üniversitelerinden olan Edinburg Üniversitesi’nde mülkiyet ve siyaset ilişkisini inceleyen bir yüksek lisans ve ahlak ve iktisat ilişkisini inceleyen bir doktora tezi yazdı. Türkçe, İngilizce, Almanca ve Rusça akademik yazıları yayınlanmış olan Doğan Göçmen’in Adam Smith üzerine bir İngilizce kitabının yanında “Modern Felsefe, Adam Smith, Hegel ve Karl Marx” adlı bir Türkçe kitabı yayınlanmıştır. Yakında yeni bir Türkçe kitabı daha yayınlanacak olan Göçmen evli ve iki çocuk babasıdır. Doğan Göçmen, 2012 yılından beri Dokuz Eylül Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde felsefe dersleri vermektedir. Özellikle modern felsefe, pratik felsefe, Aristoteles, Adam Smith, Klasik Alman Felsefesi, Karl Marx, Husserl ve Wittgenstein çalışmaktadır.
Önceki Yazı Donmuş toprakların kedisi: Kılıç dişli!
Sonraki Yazı İtiraza ve eleştiriye kapalı demokrasi

Popüler Yazılarımız

krematoryum fırını

Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

BilimEtik
23 Kasım 2023
cehalet
Felsefe

“Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

12 Ağustos 2023
deontolojik etik
Felsefe

Deontolojik etik nedir?

Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

15 Ağustos 2024
kurt, köpek
Acaba Öyle midir?Zooloji

İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

2 Şubat 2024

ÖNERİLEN YAZILAR

Halk egemenliği olarak ulusal egemenlik

Bugün Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Bugün egemenliğin kayıtsız şartsız halka ait olduğunu bir kez daha tüm dünyaya ilan etme…

Düşünce
23 Nisan 2025

Tahakkümden özgürleşmeye!

Faşizmin iktidara gelmesi ve devrimi hedefleyen sosyalist hareketlerin yenilgisinden sonra Avrupa’nın sol entelenjiyası “Nerede hata yaptık? Nasıl oldu da bu…

DüşüncePsikiyatri
24 Nisan 2025

Yapay zeka ve hukuk

Günümüzde yapay zeka, modern insanın hayatının vazgeçilmezi haline gelmiştir. Tüm kolaylıklarının yanında, getirdiği sorunları da vardır.

TeknolojiYapay Zekâ
27 Mart 2025

2 Soru 6 YZ: Yapay zekada çıkar güdüsü mü baskın olacak, etik değerler mi?

YZ geliştirilmeye devam ediliyor ama acaba bir Frankenstein mi yaratıyoruz?

Yapay Zekâ
10 Mart 2025
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
  • Gizlilik Politikası
  • Kullanım İzinleri
  • İletişim
  • Reklam İçin İletişim

Takip Edin: 

GazeteBilim

E-Posta: gazetebilim@gmail.com

Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk

Removed from reading list

Undo
Welcome Back!

Sign in to your account

Lost your password?