On yıldan fazladır iklim değişimi, doğa bilimcilerinin ve yerkürenin geleceğini düşünenlerin gündeminde ilk sırada bulunuyor. Yerbilimciler, yerkürenin okyanus ve karalar olarak biçimlendiğinden bu yana iklim değişimi yaşandığını biliyorlar. Bu değişimler sonucunda yerküre ya buzullarla kaplanıyor ya da buzullar gerileyerek ısınma görülüyor.
Dr. A. Vedat Oygür
Jeoloji Mühendisi
Bilimin ilk çağlarından başlayarak genellikle, dünyanın dengeli ve değişmez bir yapıda olduğu var sayılmıştır. Dünya sistemi süreçlerinin ağır bir tempoyla değiştiğine ilişkin on dokuzuncu yüzyıldan kalma inanış; insanları, ne yaparsak yapalım gezegenimizi öyle kolayca değiştiremeyeceğimiz ve ona esastan bir zarar veremeyeceğimiz düşüncesine (Bjornerud, 2022, sf. 99) taşıdı. Oysa çağdaş bilim, en durağan jeolojik zamanlarda bile dünya sisteminin hem zaman hem de mekân ölçeğinde düzenli olarak dikkate değer bir hızda değiştiğini ortaya koymuştur (Angus, 2021, sf. 84). Jeolojik kayıtlardan edinilen bilgilere göre, içinde bulunduğumuz Antroposen’de gittikçe belirginleşen Dünya sisteminin bozulması sürecinin benzeri biçimde yerkürenin tarihi boyunca da büyük doğal olaylar sonucunda biyosfer yani canlı küre yitimi yaşanmıştır.
On yıldan fazladır iklim değişimi, doğa bilimcilerinin ve yerkürenin geleceğini düşünenlerin gündeminde ilk sırada bulunuyor. Yerbilimciler, yerkürenin okyanus ve karalar olarak biçimlendiğinden bu yana iklim değişimi yaşandığını biliyorlar. Bu değişimler sonucunda yerküre ya buzullarla kaplanıyor ya da buzullar gerileyerek ısınma görülüyor. Jeolojik zamanın başlangıcından günümüze, yerkürenin aşırı soğuması ya da ısınması sonucunda altı kez canlıların büyük ölçüde yeryüzünden silindiği büyük toplu yok oluş dönemi yaşanmıştır.
Yerkürenin ilk canlıları
Yerkürenin atmosferi ile yaşamın öyküsü birbirine sıkıca bağlıdır. Dört buçuk milyar yıl önce yeni oluşmaya başlayan yerkürenin çekirdeği gaz ve tozdan oluşurken (Ditfurth, 2014, sf. 99) ilk atmosferi de, henüz, toz ve gaz bulutların zerrecikleriyle dolu olmalıdır (a.g.e., sf. 113). Hemen hemen tamamen hidrojenden oluşan bu gaz, difüzyon ile neredeyse geride hiçbir şey kalmamacasına uzaya dağılmıştır. Geriye kalan sonsuz sayıdaki toz parçacıklarının merkez çevresinde hızla dönmeleri sırasında birbirleriyle karşılaştıklarında yapışmaları sonucunda milyonlarca yıl boyunca topaklaşıp gezegenimizi oluşturacak bir cisme dönüşmüşlerdir. Başlangıçta olasılıkla daha büyük, gevşek dokulu olan yerküre topaklaşma arttıkça sıkışmaya, büzülmeye ve kütlesi yoğunlaşmaya (a.g.e., sf. 111) başladı. Bu kütle içerisindeki radyoaktif elementlerin ısınmaya yol açmasıyla da elementler ağırlıklarına göre ayrılarak en ağır olanlardan başlayıp merkezden kabuğa doğru yığıştılar. Yerkürenin başlangıcındaki ilk 500 milyon yılına ilişkin bir kimyasal kayıt şimdiye dek bulunamadığından jeolojik zaman çizelgesinde bu dönem, eski Helen mitolojisindeki cehenneme ve tanrısı Hades’e göndermeyle Hadeen olarak adlandırılır.
Bu karanlık boşluğun ardından, ilk kayıtlar, 4 milyar yıl önceye ait olduğu düşünülen Kanada kuzeyindeki Büyük Esir Gölü yakınlarında Arkeen üst zamanı (4-2,5 milyar yıl öncesi) ile başlar. Grönland, Pilbara (Avustralya) ve Kapvaal (Afrika) kratonlarında bulunan kayalar, Arkeen üst zamanın başındaki 4-3,6 milyar yıl yaşında olduğu düşünülen sürekli ve çoklu volkanizma dönemlerinin ürünüdür (Dewey ve diğ., 2021, sf. 146). Volkan püskürmeleri sadece kor gibi yanan lav kütleleri değil, yanı sıra bol miktarda su buharı, azot, karbon dioksit, hidrojen, metan, amonyak da bırakır. Lavlar karada yayılırken diğerleri sera gazı olarak atmosfere yükselir. Gezegenimizin o ilk serbest oksijensiz atmosferinin yaşama izin vermeyen, zehirli bir ortam olduğu yargısı aceleci ve yanlıştır (Ditfurth, 2014, sf. 119). Su buharı, hidrojen, metan ve amonyaktan oluşan bu ortamın unsurları, belirli bir ölçüde ilkel canlı yapının ortaya çıkışında yapıtaşları gibi davrandıkları organik olmayan (abiyotik) bir dönemdir. Bu dört temel bileşimden proteinlerin, nükleik asitlerin ve yaşamın bütün öteki karmaşık yapıtaşlarının nasıl türemiş olduklarını Miller (1953) yaptığı deney ile kanıtlamıştır. Yeryüzünde hiç örneğini görmediğimizden kavrayamadığımız bir biçimde, organik olmayan cansız temel ögelerin birleşmesi organik olan ilk canlıların oluşmasına yol açmıştır.
Bu dönem geride kaldığında, yerküre yeteri kadar soğuduğundan, volkanların saldığı su buharıyla doymuş olan atmosferden yeryüzüne yağış olarak geri dönen su artık yüzeye çarpar çarpmaz yeniden buharlaşıp atmosfere yükselmemektedir. Bu suyun yeryüzünün çukurlarında birikmesiyle de ilk okyanuslar oluşmaya başlar. Grönland’ın güneybatısındaki 3,8-3,7 milyar yıl yaş aralığındaki tortullar o döneme ait bir okyanusu işaret eder (Marchis ve diğ., 2014). Arkeen dünyasında büyük miktarda su bulunmasıysa bu ikinci atmosferdeki sera gazlarının varlığını ve bunun sonucunda yerkürenin ılıman hale geldiğini (Sagan ve Mullen, 1972) açıklamaktadır. Bu koşullar 2 milyar yıldan çok sürecek ve ilk canlılar için bir kuluçka işlevi görecektir.
Yeryüzündeki ilk yaşamın izi, kuzeybatı Avustralya’daki Arkeen yaşlı kayalar dizisindeki stromatolitlerdir (Bjornerud, 2022, sf. 108-110). Stromatolit, sığ sularda yaşayan ve fotosentez yapan prokaryot denilen tek hücreli organizmaların fosilleridir.
Yeryüzündeki ilk yaşamın izi, kuzeybatı Avustralya’daki Arkeen yaşlı kayalar dizisindeki stromatolitlerdir (Bjornerud, 2022, sf. 108-110). Stromatolit, sığ sularda yaşayan ve fotosentez yapan prokaryot denilen tek hücreli organizmaların fosilleridir. Arkeen’in sonlarında ve onu izleyen Proterozoyik (2,5-0,55 milyar yıl öncesi) üst zamanı başlarında, günümüzden yaklaşık 2,8 milyar yıl önce (Kopp ve diğ., 2005, sf. 11131), serbest oksijen salan organizmalar olan siyanobakterilerin ortaya çıktığı yeni bir dünyayı çevreleyen üçüncü atmosfer vardır. Böylece ortaya çıkan serbest oksijen “Büyük Oksitlenme Olayı” adı verilen süreçle atmosferdeki metan ile birleşerek karbon dioksit ve su buharını oluşturunca sera gazı etkisi başlar. Serbest oksijenin fazlasıysa aynı zamanda stratosferde ozon katmanı olarak birikir ve atomların birleşip molekülleri oluşturmasını engelleyen Güneş’in mor ötesi ışınlarının yıkıcı varlığını önler. Böylece ortaya çıkan azot ve karbon diğer atomlarla birleşmeye başlar. Şu halde yaşamın mümkün olabilmesi için sadece su değil, aynı zamanda işleyen bir karbon döngüsü de gerekir (Rosenlund, 2024, sf. 191).
Artık canlıların çoğalmasının yolu açılmıştır.Yaşam şaşırtıcı bir biçimde, kendi gelişmesini sağlayacak ve destekleyecek koşulları da sağlamıştır fakat Darwin’in de Türlerin Kökeni çalışmasında belirttiği gibi “tamamen rastlantısal” bir biçimde.
Artık canlıların çoğalmasının yolu açılmıştır.Yaşam şaşırtıcı bir biçimde, kendi gelişmesini sağlayacak ve destekleyecek koşulları da sağlamıştır fakat Darwin’in de Türlerin Kökeni çalışmasında belirttiği gibi “tamamen rastlantısal” bir biçimde. Gezegenimizin ilk oksijensiz atmosferi altındaki organik olmayan yoldan organik olan yaşamın oluşması, o ortamda eğer havada serbest oksijen bulunsaydı oluşan bütün molekülleri parçalayacağından (Ditfurth, 2014, sf. 120) öngörülen bu gelişime uygun ve bir kez daha yinelenemez biçimde bir yol izlemiştir. Ardından gelen ikinci aşamanın atmosferindeki su buharı, güneşin morötesi (UV) ışınlarının etkisiyle serbest oksijen ve hidrojene ayrılmaya başlamıştıı. Fakat atmosferde belirli bir miktarda oksijen biriktiğinde bu süreç kendiliğinden durmaktadır. Yerküredeki canlı yaşamın sürmesi için atmosferdeki oksijenin belirli bir değere ulaşması ve orada kalması gerekiyordu . Bu etki ortadan kalktığında suyun içinde üremiş büyük moleküller güneş ışığının mor ötesi etkisiyle parçalanmaktan kurtuluyordu. Yine tamamen rastlantısal biçimde atmosferin oksijen değeri bugünkünün binde bir oranında yani %0,1 olmalıydı (a.g.e., sf. 130). Bu değer, havadaki oksijenin oluşturduğu öyle bir mor ötesi ışın filtre bandıydı ki proteinlerin ve nükleik asitlerin oluşmasına izin veriyordu (a.g.e., sf. 136).
Büyük Oksitlenme ile atmosferdeki metanın tüketilmesi (Kurucz ve diğ., 2021) ve dolayısıyla ısıyı tutma kapasitesi yüksek olan (Hoffman ve Schrag, 2000, sf. 68) karbon dioksit oluşamayınca, yerkürenin sıcaklığı düşmüş ve su buharının yağış olarak yeryüzüne düşmesiyle birlikte 2,3-2,2 milyar yıl önce (Kopp ve diğ., 2005, sf. 11131) “Büyük Buzlanma” denilen yerküre tarihindeki ilk dünya çapında buzullaşma başlar. Günümüzde denizden yüksekliği 5000 m’de olan buzullar, o devirde tropiklerde, ekvatorun yakınında denizin yanındadır (Hoffman ve Schrag, 2000, sf. 69). Bundan böyle, yaklaşık 1,7-1,5 milyar yıl boyunca, “Kartopu Dünya” zamanı egemen olacaktır. Fakat Yerküre tarihinin bu en önemli iki olayı olan Büyük Oksitlenme ile Kartopu Dünya arasındaki nedensel bağ bilindiği halde zamansal bağıntıyı çözmek olanağı yoktur (Warke ve diğ., 2020, sf. 13314).
Yaklaşık 1,8 milyar yıl önce metanın yeniden yükselmesiyle Kartopu Dünya’da küresel erime başlar, gezegen yeniden ısınmaktadır (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 204). Proterozoyik’in sonlarında (1 milyar yıl önce kadar), günümüzde var olan kıtaların çoğu (Antarktika, Avustralya, Afrika, Güney Amerika, Hindistan, Arabistan ve Madagaskar) Rodinya adı verilen Ekvator’u çevreleyen tek bir süper kıtada toplanır (Meert, 2012, sf. 988). 850-820 milyon yıl önce başlayan hareketlenmeyle (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 205) yaklaşık 750 milyon yıl önce Rodinya çatlamalarla yeni kıtalara (Lavrasya, Gondvana ve Panotya-Kongo Kratonu) ayrışmaya ve tropikal enlemlerde yeni sahiller oluşmaya başlar (Bjornerud, 2022, sf. 118). Bu ilk levha tektoniği hareketlerine şiddetli volkanizmalar da eşlik etmektedir. Şiddetli yağışlarla beslenen ırmakların denizlere kayalardan gelen elementleri barındıran tortular taşımasıyla besin içeriği görece bol olan bu sularda organizmalar da hızlı gelişim gösterirler. Bu zamanda (850-542 milyon yıl önce), şiddetli volkanik patlamaların stratosfere sürekli kükürt aerosolleri salarak güneş ışınlarını engellemesiyle “Volkanik Kış” adı verilen devir ortaya çıkar (Stern ve diğ., 2008, sf. 313). Oksijen önemli ölçüde artarken metan ve karbon dioksit düzeyleri de düştüğünden gezegeni yeniden bir soğuma sürecine sokar, yaklaşık 725 milyon yıl önce ikinci Kartopu Dünya oluşur (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 205). Volkanizma ve buzullaşma hemen hemen aynı zamanlara denk gelmektedir (Stern ve diğ., 2008, sf. 313). Kutup bölgelerinden ekvatora dek okyanusların yüzeyi de içinde olmak üzere bütün gezegende (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 205) kalıcı buz örtüsü birikmeye başlayarak Kriyojeniyen dönemi (850-635 milyon yıl önce) adı verilen küresel bir “Derin Donma” zamanı başlar (Bjornerud, 2022, sf. 119). Yerküre suyunun büyük kısmı buzullara hapsolduğundan deniz düzeyleri yüzlerce metre düşmüş ve kıtalarda geniş bölgeler atmosfer etkisine açık duruma gelmiştir. Bu dönemdeki soğuğun derecesi, biyosferin nasıl canlı kaldığı ve yerkürenin buzlaşmadan nasıl kurtulduğu hâlâ bilinmemektedir.
Yerküre tarihinde toplu yok oluşlar

Kartopu Dünya’da patlamayı sürdüren yanardağların yaydığı sıcaklık Yerküre’nin donmuş halden çıkmasını sağlamış ve deniz tabanında uzun süredir biriken çürümüş organizmaların yaydığı metan gazı, bu dönemi bitirecek biçimde gezegeni hamama çevirmiş olabilir (Bjornerud, 2022, sf. 120). Böylece, Yerküre’nin dördüncü ve günümüzdeki atmosferini ortaya çıkaran oksitlenme süreci başlar. Yerkürede oluşan canlı yaşam gelişmeye başlar. Sonraki süreçlerde, yaşanan büyük doğal olayların yerküredeki yaşamı olumsuz etkilemesi sonucunda biyosfer yani canlı küre yitimi olagelmiş ve dolayısıyla, jeoloji tarihinin belirli zamanlarında, benim eklediğim Ediyakaran ile birlikte altı adet toplu yok oluş dönemi yaşanmıştır (Kolbert, 2020; Uygun, 2005).
Jeoloji tarihinin birinci üst zamanı olan Prekambriyen’in sonunda, atmosferdeki oksijen düzeyi %1’in küçük bir kesrinden bugünkü değerinin yakınlarına sıçrar. Bu dönem öncekinden çok farklı olduğundan Ediyakaran Dönemi (635-541 milyon yıl önce) adı verilir. Bu olay, organizmaların enerji elde etmelerini daha da kolaylaştırarak evrimleşmelerini sağlar. Ediyakaran Faunası adı verilen, eklemli ve yayvan çok hücreli organizmalardan oluşan tuhaf görünümlü ekosistem ortaya çıkar. Bu ilk çok hücreli topluluğun 539 milyon yıl önceki Ediyakaran sonu toplu yok oluşu (Darroch ve diğ., 2018, sf. 653), Darwin’in açıkladığı türlerin seçmeli evrimi modeline uygun olarak, “yaşam ağacından yaprak dökülmesi” gibi biyolojik olarak teşvik edilmiş ve genetik olarak denetlenmiş bir evrimsel programlı ölümdür (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 206). Ediyakaran’da bu sürecin şu biçimde geliştiği düşünülmektedir: Kartopu Dünya’dan sonraki küresel ısınma döneminde siyanobakterilerin fotosentez etkinliği sonucunda, son 3 milyar yılda okyanuslardaki kalsiyum derişimi 100 bin kat artmıştır (Joseph, 2009). Hücrelere giren kalsiyum iyonları protein etkinliğini denetler, enerji verimliliği ile çevreye salınan oksijen miktarını artırır. Hücre içindeki kalsiyumun artması ile enerji ve oksijenin hesapsız çoğalması vakitsiz biçim dönüşümüne ve ardından da boyut büyümesi yüzünden Ediyakaran topluluğunun ölmesine yol açar. Prekambriyen zamanı bu olayla son bulur. İlk organizmaların toptan yok olmasıyla yerkürede yeni başlayan canlı yaşam gelişmeye hiç fırsat bulamadan sonlanmış olur.
Jeoloji tarihi ölçüsüne göre, ilk toplu yok oluştan neredeyse hiç zaman geçmeden çok daha güçlü bir canlı yaşamın başlaması ortamın yaşam açısından ne kadar uygun kalmış olduğunu da gösterir.
Ardından, yepyeni bir üst zaman olan Fanerozoyik’in (550 milyon yıl önceden günümüze) ilk zamanı Paleozoyik’in (550-250 milyon yıl önce) ilk dönemi Kambriyen başlamıştır. 540 ile 520 milyon yıl öncesine ait fosil kayıtları, öncekine hiç benzemeyen ve jeoloji tarihinde bir daha görülemeyecek biçimde müthiş bir biyolojik gelişme olduğunu gösterdiğinden bu yeni dönemin başlangıcı “Kambriyen Patlaması” olarak adlandırılır (Darroch ve diğ., 2018, sf. 653). Günümüzde fosillerini bulduğumuz ilk kabuklu veya iskeletli organizmalar bu dönemde evrimleşmişlerdir. Jeoloji tarihi ölçüsüne göre, ilk toplu yok oluştan neredeyse hiç zaman geçmeden çok daha güçlü bir canlı yaşamın başlaması ortamın yaşam açısından ne kadar uygun kalmış olduğunu da gösterir. Fakat Kambriyen döneminin başlarında 5-10 milyon yıl sürdüğü tahmin edilen bu yaşam patlamasıyla birlikte 540-510 milyon yıl önceye denk gelen zaman aralığında dört kez de toplu canlı yok oluşları görülür (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 207). Avlanma, ısının düşmesi, deniz düzeyinin alçalması, oksijensizlik, okyanus kimyasında değişme gibi çok farklı nedenlere bağlı olarak kimi türler yok olurken kimileri de yaşamayı sürdürmüştür. Belki de evrim kuramında açıklandığı gibi, koşullara uyum sağlayamadıklarından “seçmeli ölüm” gerçekleşmiştir.
Yeryüzünde yaşamın önemli ölçüde söndüğü büyük yok oluş, yaklaşık 443 milyon yıl önce Ordovisyen dönemi sonunda, levha tektoniği hareketleri sonucu Gondwana kıtası (birleşik G. Amerika-Afrika-Arabistan-Hindistan-Avustralya-Antarktika) kuzey kutbuna kayarak yerleşince üzerinin buz tutmasıyla deniz düzeyinin aşırı düşmesi sonucunda olagelmiştir (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 207). Kıyılara yakın yerlerde yaşayan ve hem denizden hem de karadan yararlanan canlıların yaşam biçimlerinin zarar görmesiyle canlı türlerinin %86’sı yeryüzünden silinmiştir.
Ordovisyen sonundaki büyük toplu yok oluşa neden olan kıyı şeridinin yitmesi buradaki kıyı resiflerinin buharlaşmasına yol açar ve muazzam miktarda kalsiyum okyanusa taşınınca yeni türlerin iskeletlerinin oluşmasıyla yeni bir dönem olan Devoniyen başlar (Elewa ve Joseph, 2009, sf. 207). Ana konumuz olan Antroposen’in korkutucu sonuna örnek olmak üzere, yok oluş yeni bir yaşamın başlangıcı da olmuştur. Bu yeni dönemde kılçıklı balıklar kadar kurbağa gibi çift yaşamlılar ile böcekler evrimleşir. Devoniyen döneminin sonlarında, yaklaşık 370-360 milyon yıl önce, olasılıkla, öncekilere benzer biçimde benzer bir küresel soğuma olayının yenilenmesiyle bu kez yeryüzündeki canlı türlerinin %75’i yok olmuştur.
Bir süre sonra normale dönerek kendini yenileyen yaşam, yaklaşık 251 milyon yıl önce Permiyen dönemi sonunda, Sibirya’da patlayan dev yanardağların (Rosenlund, 2024, sf. 206-207) etkisiyle en büyük yok oluş ile sonlanmıştır. Yanardağlardan püsküren gaz ve küller ile yeryüzüne yayılan lavların bitkileri yakması sonucunda atmosferdeki hidrojen sülfür (H2S) ve karbon dioksit (CO2) oranlarında ani ve büyük artışlar olmuştur. “Büyük Ölüm” adı verilen bu olaylar, yeryüzündeki canlıların %96’sını yok etmiştir. Bu olay Paleozoyik zamanının kapanışını belirlemiştir.
Yeniden toparlanan yaşam bu kez, yaklaşık 200 milyon yıl önce ikinci zaman olan Mesozoyik’in ilk dönemi Triyas’ın sonunda yine yok olmuştur. Kıtaların kayması sonucunda okyanus tabanı açılmasına bağlı olarak Orta Atlantik Çukuru’ndan yükselen deniz tabanı volkanizmasının etkisiyle diğer gazlarla birlikte atmosferdeki CO2 oranı artmıştır
Yeniden toparlanan yaşam bu kez, yaklaşık 200 milyon yıl önce ikinci zaman olan Mesozoyik’in ilk dönemi Triyas’ın sonunda yine yok olmuştur. Kıtaların kayması sonucunda okyanus tabanı açılmasına bağlı olarak Orta Atlantik Çukuru’ndan yükselen deniz tabanı volkanizmasının etkisiyle diğer gazlarla birlikte atmosferdeki CO2 oranı artmıştır (Hull ve Darroch, 2013, sf. 120). Bu olay küresel ısınma, okyanusun asitleşmesi, uzun süreli soğuma ve atmosferin kirlenmesine neden olarak karasal ve denizel canlı türlerinin %80’i yeryüzünden silinmiştir. Triyas sonundaki bu toplu yok oluş, sonraki 136 milyon yıl boyunca gezegene egemen olacak dinozorlara zemin hazırlamıştır (Blackburn ve diğ., 2013, sf. 941).
Son büyük yok oluş yaklaşık 65 milyon yıl önce Kretase dönemi sonunda, 10 km çapındaki dev bir göktaşının Dünya’ya çarpmasıyla yaşanmıştır. Bu çarpma, 100 milyon megaton gücündeki dinamitin (ya da bugüne kadar test edilen en güçlü hidrojen bombasından 1 milyon kat daha fazlasının) patlamasına eşdeğer bir darbe oluşturmuştur. Bu darbenin enerjisiyle tozlaşan göktaşından yayılan radyasyon ve çarptığında, yerkürenin kendi kütlesinden 50 katı daha büyük bu kaya kütlesinin oluşturduğu toz bulutunun atmosferi kaplamasıyla güneş ışığının gelmesi engellenince 200 milyon yıldan daha uzun bir süredir dünyaya egemen olmuş dinozorların uçan türleri dışındaki bireyleriyle birlikte canlıların %76’sı yok olmuştur. Yeryüzü en az yarım milyon yüz yıl, belki de birkaç milyon yıl boyunca bu durumda “Asteroid Kışı” yaşar. 1991 yılında, Filipinler’de patlayan Pinatubo Yanardağı bu sürece yeni bir ışık tutmuştur (Bjornerud, 2022, sf. 126). Patlama stratosfere, sera gazı derişimlerinin artmasından dolayı küresel sıcaklık artışını iki yıl süreyle askıya almaya yetecek miktarda sülfat parçacığı fırlatır. O halde, Kretase sonundaki yok oluşun gerçek suçlusu toz değil atmosferi saran kükürt olması gerekir. Bu göktaşı çarpmasının yarattığı şok dalgalarının Dünya’ya yayılması Hindistan’da devasa volkanik patlamaları tetiklemiştir (Rosenlund, 2024, sf. 205).
Yaşanan bu felâket, dinozorlar gibi büyük yapılı canlıların toplu yok oluşuna yol açarak insanların atası primatlar ile birlikte birçok küçük canlının da başlangıcı olmuştur.
Yaşanan bu felâket, dinozorlar gibi büyük yapılı canlıların toplu yok oluşuna yol açarak insanların atası primatlar ile birlikte birçok küçük canlının da başlangıcı olmuştur. Büyük miktarlarda bitki örtüsü tüketen dinozorların yok olması ormanların daha gür ve yoğun biçimde büyümesine yol açmış ve böylece güneş ışığının orman tabanına ulaşmasının engellenmesiyle de tohumlar ve onlardan da meyveler gelişme fırsatı bulmuşlardır (Arkeofili, 19 Şubat 2025). Zamanla bu meyveler, başlangıçta sadece meyveyle beslenen primat atalarımız ve sonraları, onların protein kaynağı olacak birçok hayvan türü için birincil besin olmuştur.
Bilim insanları, Akdeniz’in derinlerinde gömülü olan bir ila üç kilometre kalınlığında bir tuz tabakasının varlığını doğrulamışlardır (GazeteBilim, 13 Kasım 2024). Bu, Akdeniz’in dünyanın geri kalan okyanuslarından yalıtıldığı kısa bir döneme tanıklık eden neredeyse bir milyon kilometre küplük bir tuz kütlesidir. Bugün her yıl iki santimetreye kadar birbirlerine yaklaşmaya devam eden Avrasya ve Afrika levhaları (kıtaları) arasında sıkışan Akdeniz havzasının 5,5 milyon yıl önce Atlantik Okyanusu ile bağlantısı kesilmiştir. Bölgenin kurak iklimi nedeniyle Akdeniz’in suları hızla buharlaşır ve geride büyük miktarda tuz bırakır. Jeolojik açıdan kısa bir dönemdir, çünkü yaklaşık 190 bin yıl sürmüştür. Messinian tuzluluk krizi olarak bilinen bu olay, 65 milyon yıl önce dinozorları yok eden ve Kretase dönemi sonunda Mesozoyik zamanını sona erdiren meteordan bu yana Dünya’nın yaşadığı en büyük yok oluş olayıdır. Bu araştırmanın elde ettiği bir diğer önemli bulgu da Akdeniz ekosistemlerinin iyileşmesinde tür sayılarının toparlanmasının 1,7 milyon yıldan fazla sürmüş olmasıdır.
Bu toplu yok oluşların, Ediyakaran dışındakilerin tümü ani iklim değişiklikleriyle bağlantılıdır (Bjornerud, 2022, sf. 128). Ordovisyen ve Devoniyen sonundaki yok oluşlar hızlı bir ısınmanın sonrasında küresel soğuma ve deniz düzeyinin aşırı düşmesiyle ortaya çıkmıştır. Permiyen ve Triyas sonundakiler ise şiddetli volkanizmayla ilgilidir. Ayrıca bunların tümü, karbon döngüsünde ve atmosferin karbon içeriğindeki büyük oynamalar ile ilişkilidir. Son olarak, bu yok oluşların hepsi okyanus kimyasında hızlı değişimlere yol açmış ve bu değişimler (Permiyen, Triyas ve Kretase’de olduğu gibi) kalsit salgılayan kabuklu organizmaları yok eden asitleşmeyi ya da (Ordovisyen, Devoniyen ve Permiyen’de olduğu gibi) kükürt sever bakteriler dışında hemen hemen bütün organizmaları soluksuz bırakarak öldüren yaygın oksijensizliği içermiştir. Tüm yok oluşları, sadece mikropların geliştiği, biyosferin geri kalanınınsa toparlanma savaşımı verdiği yüz binlerce yıldan milyonlarca yıla dek süren dönemler izlemiştir.
Sonrası
Canlıların büyük bölümünün ortadan kalkmasıyla sonuçlanan bu olaylar jeoloji tarihinin uzak sayfalarında mı kalmıştır? Doğal olaylara bağlı olarak gelişen iklim değişiminin yarattığı yıkımları toplu yok oluş boyutunda olmasa bile, sonraki yazımızın konusu olan antik çağda da görüyoruz. Kayıtlara göre, canlı küre (biyosfer/biyoçeşitlilik) yitimi son zamanlarda giderek artmaktadır. Anlaşılan, canlıların değişen iklim ve yaşam koşullarına uyum sağlayamamaları sonucunda yitmeleri günümüze doğru sürmektedir.
Yaban yaşamında yapılan gözlemler doğanın endişe verici bir hızla yok olduğunu göstermektedir. Yaşayan Gezegen Endeksi’ne göre (WWF, 2024, sf. 7), Dünya genelinde yaklaşık 35 bin canlı topluluğun eğilimi ve 5495 amfibi, kuş, balık, memeli ve sürüngen türü üzerinde yapılan incelemelerin sonucunda 1970 ile 2020 arasındaki 50 yıllık dönemde, izlenen yaban yaşam topluluklarının ortalama büyüklüğünde %73’lük bir küçülme yaşanmıştır.
Yaban yaşamında yapılan gözlemler doğanın endişe verici bir hızla yok olduğunu göstermektedir. Yaşayan Gezegen Endeksi’ne göre (WWF, 2024, sf. 7), Dünya genelinde yaklaşık 35 bin canlı topluluğun eğilimi ve 5495 amfibi, kuş, balık, memeli ve sürüngen türü üzerinde yapılan incelemelerin sonucunda 1970 ile 2020 arasındaki 50 yıllık dönemde, izlenen yaban yaşam topluluklarının ortalama büyüklüğünde %73’lük bir küçülme yaşanmıştır. Tatlı su ekosistemleri %85 düşüşle en ağır kayba uğrarken, bunu %69 düşüş ile kara ve %56 ile deniz ekosistemleri izliyor. Doğadaki yok oluşun ardındaki en önemli etkenlerden birisi gıda üretimi olup doğal kaynakların aşırı tüketimi, istilacı türler, kirlilik ve hastalıklar da diğer tehdit unsurları arasında yer alıyor. Bundan önceki dönem olan 1970-2016 sürecinde yeryüzündeki canlı türlerinde %68 azalma olmuştu (WWF, 2020, sf. 7) ve 1970-2010 verisinde bu azalma miktarı %52 olduğuna (WWF, 2014, sf. 9) göre, gitmekte olduğumuz yolun sonu, eğer önlem almazsak, şimdiden görülmektedir. Bu zaman da çok uzağımızda değildir.
Dikkat edilirse yerkürenin tarihinde kayıtlı büyük toplu yok oluşlar doğal olaylara bağlı olarak ani iklim değişimi sonucunda gerçekleşmiştir. Tarih ölçeğinde yakın sayılacak bir zamanda beklediğimiz bu sonuncusuysa yeryüzündeki en akıllı canlı olarak nitelendirdiğimiz insanın kendi elinden, onun önüne geçilemez hırsından kaynaklanacaktır. Jeoloji tarihinde kayıtlı toplu yok oluşların temel nedeni olan iklim değişimindeki ani, hızlı ve keskin bir sonucun yaşamakta olduğumuz iklim değişimi sürecinin sonunda ya da herhangi bir yerinde ortaya çıkması öncekileri andırır biçimde canlı yaşamda kısmen ya da toplu yok oluşa yol açması Holosen devrini de bitiren kaçınamayacağımız bir akıbettir. Önceki her yok oluş sonrasında, yerkürede oluşan yeni yaşam koşullarına uygun canlı türlerinin ortaya çıkmış olması gibi, önümüzdeki felaket sonrasında dengelenecek yeni koşullara uyum sağlamış canlılar da mutlaka türeyecektir.
Kaynakça
Angus, I., 2021, Antroposen’le Yüzleşmek – Fosil Kapitalizm ve Dünya Sisteminin Krizi, Marx-21 Yayınları, 320 sf.
Arkeofili, 19 Şubat 2025, Dinozorların Yok Oluşu, Atalarımız için Uygun Ortam Yarattı, https://arkeofili.com/dinozorlarin-yok-olusu-atalarimiz-icin-uygun-ortam-yaratti/
Bjornerud, M., 2022, Yeryüzünün Zamanı – Bir Jeolog Gibi Düşünerek Zamanı Kurtarabilir miyiz? Metis Bilim, 2. Basım, 210 sf.
Blackburn, T.J. ve diğerleri 2013, Zircon U-Pb Geochronology Links the End-Triassic Extinction with the Central Atlantic Magmatic Province, Science, 340, sf. 941-945.
Darroch, A. F. ve diğerleri, 2018, Ediacaran Extinction and Cambrian Explosion, Trends in Ecology & Evolution, Cilt 33, Sayı 9, sf. 653-663.
Dewey, J.F. ve diğerleri, 2021, Precambrian Tectonic Evolution of Earth: An Outline, South African Journal of Geology, v. 124, no 1, sf. 141-162.
Ditfurth, H. v., 2014, Başlangıçta Hidrojen Vardı, Cumhuriyet Kitapları, 510 sf.
Elewa, A.M.T. ve Joseph, R., 2009, The History_Origins and Causes of Mass Extinctions, Journal of Cosmology, 2, sf. 201-220.
Gazete Bilim, 13 Kasım 2024, Akdeniz Kurursa Ne Olur? https://gazetebilim.com.tr/akdeniz-kurursa-ne-olur/
Hoffman, P.F. ve Schrag, D.P., 2000, Snowball Earth, Scientific American, 282, sf. 68-75.
Hull, P.M. ve Darroch, S.A.F., 2013, Mass Extınctıons and the Structure and Functıon of Ecosystems, Ecosystem Paleobiology and Geobiology (içinde), The Paleontological Society Papers, 19, sf. 115-156.
Joseph, R.G., 2009, Extinction, Metamorphosis, Evolutionary Apoptosis, and Genetically Programmed Species Mass Death, Journal of Cosmology, 2, sf. 235-255.
Kolbert, E., 2020, Altıncı Yok Oluş, Okuyan Us, 5.Basım, 366 sf.
Kopp, R.E. ve diğerleri, 2005, The_Paleoproterozoic Snowball Earth: A Climate Disaster Triggered by the Evolution of Photosynthesis, PNAS, 102(32), sf. 11131-11136.
Kurucz, S. ve diğerleri 2021, Earth’s First Snowball Event: Evidence from the Early Paleoproterozoic Huronian Supergroup, Precambrian Research, 365(7), Article 106408, chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://discovery.ucl.ac.uk/id/eprint/10137626/1/Kurucz%20et%20al%202021%20accepted.pdf
Marchis, S. ve diğerleri, 2014, Widespread Mixing and Burial of the Earth’s Hadean Crust by Asteroid Impacts, Nature, Cilt 511, Sayı 7511, sf. 578-582.
Meert, J. G., 2012, What’s in a Name? The Columbia (Paleopangae/Nuna) Supercontinent, Gondwana Research, Cilt 21, Sayı 4, sf. 987-993.
Miller, S.L., 1953, A Production of Amino Acids under Possible Primitive Earth Conditions, Science, 117 (3046), sf. 528–529.
Rosenlund, M., 2024, İklimin Değiştiriği Dünya, KaplumbaA Kitap, 271 sf.
Sagan, C. ve Mullen, G., 1972, Earth and Mars: Evolution of Atmospheres and Surface Temperatures, Science, Cilt 177, Sayı 4043, sf. 52-56.
Steffen ve diğerleri, 2005, Global Change and the Earth System: A Planet Under Pressure, The IGBP Series, 2, Basım, 336 sf.
Stern, R.J. ve diğerleri, 2008, From Volcanic Winter to Snowball Earth, Links Between Geological Processes, Microbial Activities and Evolution of Life (içinde), Y. Dilek ve diğ. (ed.), sf. 313-337.
Uygun, A., 2005, Jeoloji Tarihinde Kıyametler, Mavi Gezegen, Sayı 12, sf. 35-37.
Warke, R.M. ve diğerleri, 2020, The Great Oxidation Event Preceded a Paleoproterozoic “Snowball Earth”, PNAS, 117(24), sf, 13314-13320.
WWF (Doğal Yaşamı Koruma Vakfı), 2024, Yaşayan Gezegen Raporu-Sistem Tehlike Altında, 93 sf.
WWF (Doğal Yaşamı Koruma Vakfı), 2020, Yaşayan Gezegen Raporu-Biyolojik Çeşitlilikteki Düşüş Eğilimini Tersine Çevirmek – Özet, 45 sf.
WWF (Doğal Yaşamı Koruma Vakfı), 2016, Yaşayan Gezegen Raporu – Özet, 35 sf.