Din savaşları birer yayılmacı mülkiyet, güç ve iktidar savaşlarıdır. Dünyaya dair tütsülü, din soslu bakışın gizemini bozan ve dünyaya dair seküler, eş deyişle dünyevî bakışı temellendiren Aydınlanmacı Felsefenin öğrettiği en başta budur.
Ortadoğu’da tüm taşlar yeniden diziliyor, düzen yeniden oluşuyor. Birbiriyle çatışan büyük politik projeler birbirine karşı devreye sokuluyor. Büyük bölgesel ve küresel politik aktörlerin, herkesi herkese karşı kışkırtırken kendilerini masum ve insanlık sevicisi, amaçlarını son derece insancıl ve ahlâki gösterme çabaları herkesin mâlumudur. Halkların kanları oluk oluk akıtılırken yalanın, manipülasyonun, ikiyüzlülüğün bini bir para. Her ulusal özgürlük sorunu bağlamında olduğu gibi, Filistin sorunu bağlamında da sorunu en çok sahipleniyor görünenler de dâhil olmak üzere herkes kendi bencil çıkarının peşinde.
Son günlerde dünya çapında bilinen felsefeciler, Filistin sorunu hakkında alışılmışın dışında günlük siyasi çerçevede açıklamalar yapmaya başladı ve bu durum dünya çapında felsefecilerin bu konuda tavrını açıkça belirtmelerini zorunlu kıldı.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Filistin sorununa da ancak gerçek felsefî bir bakış ile kalıcı bir çözüm üretilebilir. Filistin sorunu dünya çapında adı konmamış yeniden bir paylaşım savaşının konusudur ve nihayetinde bir “dinler savaşı” değil, tüm global politik dengeleri ilgilendiren din ve kültür kisvesine büründürülmüş öncelikle bir mülkiyet savaşıdır. Bu savaş kaynağını ne Eski Ahit’ten ne Yeni Ahit’ten ne de başka bir dînî veya “kutsal” metinden alabilir ne de meşruiyetini onlara dayandırabilir.
Tarihte tüm savaşlar birer mülkiyet savaşlarıdır, en başta da “kutsal” olarak tanımlanan din savaşları birer yayılmacı mülkiyet, güç ve iktidar savaşlarıdır. Modern dünya bir çıkar dünyasıdır. Dünyaya dair tütsülü, din soslu bakışın gizemini bozan ve dünyaya dair seküler, eş deyişle dünyevî bakışı temellendiren Aydınlanmacı Felsefenin öğrettiği en başta budur.

Dünyada savaşlar Jean-Jacques Rousseau’nun gösterdiği gibi “mülkiyet” denen kurumla başlamıştır ve Immanuel Kant’ın ortaya koyduğu gibi mülkiyet ilişkilerinin savaşlara neden olmayacak bir şekilde yeniden düzenlenmesi ile ancak “ebedî barış”, başka bir deyişle dünyada kalıcı barış sağlanabilir. Dünyada mülkiyet ilişkilerinin savaşı mümkün kılmayacak bir şekilde yeniden düzenlenmesinin perspektifinde, büyük ahlâk filozofu ve ekonomi politikçi Adam Smith’in geliştirdiği kavram ile söyleyecek olursak “büyük insanlık toplumu”nun olması gerekmektedir. Aydınlanmacı felsefenin doruk noktasını oluşturan bu bakışta tırnak kadar ırkçılık bulunmamaktadır. Ne postmodernistler ne sözde eleştirel teorisyenler ne de muhafazakâr varoluşçu felsefeciler bu Aydınlanmacı klasik bakışa sahiptir. Bu nedenle bir bütün olarak felsefe adına konuşmaya hakları bulunmamaktadır.
Büyük insanlık toplumunu oluşturan uluslar, kendi içlerinde egemenliğin kayıtsız şartsız halka dayandığı cumhuriyetçi sistemleri kurabildikleri oranda giderek savaşlara ve halkların veya ulusların arasındaki karşılıklı tahakküm ilişkilerine de son verilebilecektir. Aydınlanmacı felsefe, insanın özünü özgürlük olarak temellendirmiştir ve amacı cinsiyetine, etnik kökenine, statüsüne veya sınıfsal aidiyetine bakmadan perspektifsel olarak yeryüzünde tüm insanların her bakımdan özgürlüğünü gerçekleştirmektir.
Ne postmodernistler ne sözde eleştirel teorisyenler ne de muhafazakâr varoluşçu felsefeciler bu Aydınlanmacı klasik bakışa sahiptir.
Karl Marx ve Friedrich Engels, halklar arasında savaşa neden olan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ve buna bağlı tabakalaşma problemleri çözülebildiği ve tüm dünya, tüm insanlık tarafından ortak bir şekilde sahiplenilebildiği oranda giderek tüm insanlığın iç barışının kalıcı bir şekilde sağlanmasının koşullarının da oluşturulabileceğini göstermiştir.
Filistin savaşında taraf olan, kim olursa olsun, perspektifinde diğeriyle beraber dayanışmacı yeni bir dünya düzeni kurmak ve özgürlükçü yeni insanlık toplumunu oluşturmak yerine diğerini doğuştan düşman ilan eden anlayış ile soruna yaklaşıyor ise, mağdur bile olsa, anlayış bakımından diğerinden farklı değildir ve desteğimizi hak etmemektedir. Mevcut durumda neredeyse bir soykırımı halini alan savaşta Benjamin Netanyahu ve İsrail devleti ne kadar suçlu ise, mağdur görünen Hamas da perspektifsel olarak o kadar ırkçıdır, antisemittir, bu nedenle, mağdur konumunda olsa bile zihniyet bakımından farklı değildir. Bir kurtuluş hareketinin perspektifinde insanın insan olarak kurtuluşu var ise gerçek anlamda kurutuluş hareketi olarak tanımlanmayı hak eder.
Filistin halkı Hamasçı ve benzeri anlayışa sahip örgütlenmelerden kendini kurtarabildiği oranda kalıcı bir kurtuluş ve bir özgürlük perspektifi yakalayabilecektir. İsrail toplumu, barış hareketi açıkça ifade ettiği gibi başta Filistin halkı olmak üzere bölgedeki ve dünyadaki tüm halklarla barış içinde birarada yaşamak istemektedir. Zaman bölgemizde ve dünyada kalıcı barış için halkların, emperyalizmin elinde kukla olmadan, kalıcı ciddi adımlar atma zamanıdır.

