GazeteBilim
Destek Ol
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Çağdaş Epistemoloji Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • İnsan Felsefesi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Kuantum Mekaniği ve Yorumları Dersleri
    • Marx Dersleri
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
Okuyorsun: David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi
Paylaş
Aa
GazeteBilimGazeteBilim
Ara
  • Anasayfa
  • Bilim
  • Teknoloji
  • Felsefe
  • Kültür-Sanat
  • Gastronomi
  • Çocuk
  • Etkinlikler
    • Astronomi Dersleri
    • Çağdaş Epistemoloji Dersleri
    • Davranış Nörolojisi Dersleri
    • Eğitimciler İçin Yapay Zekâ Okur-Yazarlığı Dersleri
    • Epigenetik Dersleri
    • Evrim Dersleri
    • Bilim Tarihi Dersleri
    • Hegel Dersleri
    • İnsan Felsefesi Dersleri
    • Kapitalizmin Tarihsel Gelişimi ve İktisadi Düşünce Dersleri
    • Konuşmaktan Korkmuyorum
    • Kuantum Mekaniği ve Yorumları Dersleri
    • Marx Dersleri
    • Nörobilim Dersleri
    • Nörohukuk
    • Nörofelsefe Dersleri
    • Öğrenilmiş Çaresizlik
    • Teizm, Deizm, Agnostisizm ve Ateizm Dersleri
    • Teoloji, Bilim ve Felsefe Tartışmaları
    • Zihin Dersleri
  • Biz Kimiz
  • İletişim
  • Destek Ol
Bizi Takip Edin
  • Biz Kimiz
  • Künye
  • Yayın Kurulu
  • Yürütme Kurulu
Copyright © 2023 Gazete Bilim - Bütün Hakları Saklıdır
GazeteBilim > Blog > İktisat > İktisadın Geçmişi ve Bugün > David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi
İktisadın Geçmişi ve Bugün

David Ricardo: Kapitalist sermaye birikimi

Yazar: Hüseyin Özel Yayın Tarihi: 10 Eylül 2025 45 Dakikalık Okuma
Paylaş
iktisat
David Ricardo. Marx, Ricardo’yu tarihsel bir bakış açısına sahip olmamakla eleştirse de Smith ve Ricardo’nun, “Klasik” Politik İktisadın (terim kendisinindir) kurucuları, kendisinin de onların izleyicisi olduğunu söylüyordu.

Ricardo’nun bugün de hâlâ yaşayan düşüncesi, kapitalist sermaye birikiminin sorunsuz bir biçimde işleyemeyeceği, özellikle sınıf mücadelesi yüzünden eninde sonunda yavaşlayıp duracağını politik iktisada sokmasıdır.

İçindekiler
Değer, bölüşüm ve sermaye birikimiGenel Fazlalık Teorisi ve “Efektif Talep”Makineleşme ve sermaye birikimi

David Ricardo (1772-1823), kapitalizmin, sanayi devrimini tamamlayıp sanayi kapitalizmine evrimini neredeyse tamamladığı bir dönemde ürünler veren bir iktisatçıdır. En önemli kitabı, 1817’de ilk baskısı yayınlanan Politik İktisadın ve Vergilemenin İlkeleri (The Principles of Political Economy and Taxation)[1], genel olarak politik iktisadın analitik çerçevesini tanımlamaktadır. Emek Değer Teorisi ve sermaye birikim teorisine, Adam Smith’in geliştirdiği analizden yola çıkarak yaptığı katkıların yanı sıra, “Farklılık Rantı” ve nihayet anaakım iktisatta hâlâ kullanılan “Karşılaştırmalı Üstünlükler” teori ve kavramlarıyla Ricardo, Politik iktisadın analitik çerçevesinin belirlenmesinde son derece önemli bir rol oynamıştır. Bunun yanısıra, analizinin, kesin sonuçları ortaya koymak için kullanılan soyut teorik yapı ve tümdengelimci akıl yürütmeye dayanması, “Ricardocu Günah” (Ricardian Vice) olarak da bilinen özelliğinin, bugün de hâlâ anaakım iktisadın en çok eleştirilen yönlerinden birisi olması Ricardo’nun önemini ortaya koyan bir başka göstergedir. İktisatta soyut bir modele dayanılarak yürütülen teori üretimi ilk kez 18. yüzyılda fizyokratlarla başlamış ise de Ricardo’nun “ilk günahı” işlediği kesindir.

“Ricardocu Günah” (Ricardian Vice) olarak da bilinen özelliğinin, bugün de hâlâ anaakım iktisadın en çok eleştirilen yönlerinden birisi olması Ricardo’nun önemini ortaya koyan bir başka göstergedir.

Marx, Ricardo’yu tarihsel bir bakış açısına sahip olmamakla eleştirse de Smith ve Ricardo’nun, “Klasik” Politik İktisadın (terim kendisinindir) kurucuları, kendisinin de onların izleyicisi olduğunu söylüyordu. Ricardo’yu, “vulgar” iktisatçılardan ayıran dürüstlüğü ve “kendisinin ayırdedici niteliği olan bilimsel tarafsızlığı ve hakikat sevgisi”[2] yüzünden öven Marx’ın benimsediği temel analitik çerçevenin, esas olarak Smith’in geliştirdiği ve Ricardo’nun yetkinleştirdiği analitik çerçevenin (özellikle değer ve bölüşüm teorileri bağlamında) bir devamı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Marx’ın bu çerçeveye yaptığı en önemli katkı, bununla tutarlı olan bir felsefi bakış açısını ortaya koymak ve artık değer teorisini geliştirmek olmuştur. Bu, Marx’ın genel sisteminin önemsiz olduğu anlamına gelmez kuşkusuz; yine de Ricardo’nun hem analitik çerçevenin gelişmesi hem de sermaye birikiminde bölüşümün önemini vurgulaması, Marx’ın da izlediği temel bir bakış açısıdır. Bu yazıda da önce Ricardo’nun sermaye birikim analizi ve bölüşümle ilişkisi ele alınacak, sonra da onun teknolojik gelişmeye yönelik “Makineleşme” analizi tartışılacaktır. Bu bakımdan Ricardo’nun bugün de hâlâ yaşayan düşüncesi, kapitalist sermaye birikiminin sorunsuz bir biçimde işleyemeyeceği, özellikle sınıf mücadelesi yüzünden eninde sonunda yavaşlayıp duracağı düşüncesini politik iktisada sokmasıdır.

Değer, bölüşüm ve sermaye birikimi

    Ricardo, servetini Napoleon savaşları sırasında Londra borsasında yapan bir iş adamıydı. Bu servetiyle ulaştığı toprak sahipliği onu, “Gloucestershire Yüksek Şerifi” ünvanına ve Lordlar Kamarasına taşımıştı. Yine de ilginç bir biçimde, bir toprak sahibi olsa da Parlamentoda yükselen sanayi burjuvazisinin çıkarlarını savunuyordu. Bu dönem, İngiltere’de 1815 ve 1846 arasında geçerli olan, tahıl ithalatını kısıtlayan “Tahıl Yasaları” (Corn Laws) üzerine yoğun tartışmaların yapıldığı dönemdi.  Bu dönemde yükselen tahıl fiyatlarının, sanayi burjuvazisinin kârlılık düzeylerini tehdit etmesi, toprak sahibi aristokrasi ile burjuvazi arasındaki politik mücadelenin yoğunlaşmasına yol açmıştı. Bu mücadele, Tahıl Yasalarının tümüyle iptal edilip “serbest ticaret” ilkesinin kabul edildiği 1846’ya kadar sürecekti. Ricardo bu mücadelenin entelektüel “cephanesini” sağlıyordu. Ona göre ithalat kısıtlaması tahılın önemli bir parçası olduğu ücret mallarının fiyatlarını artırdığından işgücü maliyetlerini artırmakta, bunun yanında kapitalist çiftçilerin toprak sahiplerine ödediği rantların da giderek yükselmesine neden olmaktaydı. Bu durum, üretilen net ürünün ya da artığın azalmasına yol açarak sermaye birikiminin de yavaşlamasına, hatta giderek durmasına yol açacaktı. Bu yüzden, ünlü “karşılaştırmalı üstünlükler” teorisinin öngördüğü, her türlü ithalat kısıtlamasının kaldırılması politikası benimsenmeliydi.

    Tahıl Yasaları tartışması, bir iktisat politikası tartışması olarak görünse de aslında çok daha derinlerde, kapitalizmin kurumsal yapısının yerleşmesi bakımından son derece önemli olan bir boyuta sahiptir. Bu tartışma, toprağın (ya da genel olarak doğal kaynakların) ortak kullanımdan çıkarılarak bir meta haline gelmesi sürecinin önemli bir aşamasıydı. Karl Polanyi’ye göre, 1846 Tahıl yasalarının iptali, serbest ticaret ilkesinin kurumlaşması ve toprağın tümüyle meta haline gelmesini simgeliyordu. Bu süreç, tarihsel olarak üç aşamada gerçekleşmişti. İlk olarak, kilise mallarının sekülerleşmesi ve topraktan elde edilen feodal gelirlerin ticarete aktarılması, ikinci olarak, toprağın yeni gelişen kent nüfusunun gereksinimlerine tahsis edilmesi, yani yiyecek üretiminin sanayinin taleplerine uygun biçimde gerçekleşmesinin sağlanması, üçüncü olarak da bu sistemin denizaşırı kolonilere de yaygınlaştırılarak kendi kendini düzenleyen bir dünya pazarının oluşturulması.[3] Neredeyse 12. yüzyıldan bu yana bütün köylüler tarafından ortak biçimde kullanılan alanların ya da meraların, toprak sahiplerinin özel mülkiyetine konu edilerek köylülerin zorla topraklarından sürülmesi biçiminde gerçekleşen “Çitleme Hareketleri” (enclosure movements), en yoğun olarak 15.-16. yüzyıllar ile 18.- 19. yüzyıllarda gerçekleşmişti. Ticari kapitalizm döneminde gerçekleşen ilk çitleme, esas olarak artan yün fiyatları dolayısıyla daha çok koyun yetiştirmek için; sanayi kapitalizmine geçiş döneminde gerçekleşen ikincisi ise, toprakların büyük çiftlikler halinde organize edilerek tahıl üretimine tahsis edilmesi biçiminde gerçekleşmişti. Sanayi Devrimi sırasında, sanayinin artan ücret malları talebi, toprak sahiplerinin el koydukları toprakları kapitalist çiftçilere kiralamasıyla artan tahıl üretimi ile karşılanıyordu. Topraklarından edilen insanların işgücü arzı olarak yeni gelişen sanayiinin ihtiyacını karşılaması da sanayi kapitalizminin işleyişi bakımından esastı. Dolayısıyla, Tahıl Yasaları, işgücünün meta haline getirilmesini hızlandıran Yoksulluk Yasaları ile birlikte politik mücadelenin merkezinde yer alıyordu. Bu yüzden bu yasaların iptal edilmesi, sanayi burjuvazisinin zaferini simgelemektedir. Dolayısıyla, Ricardo’nun yalnızca bir teorisyen olmayıp, politik mücadelenin de merkezinde yer aldığı söylenmelidir.

    toprak
    David Ricardo bir toprak sahibi olsa da Parlamentoda yükselen sanayi burjuvazisinin çıkarlarını savunuyordu. Bu dönem, İngiltere’de 1815 ve 1846 arasında geçerli olan, tahıl ithalatını kısıtlayan “Tahıl Yasaları” (Corn Laws) üzerine yoğun tartışmaların yapıldığı dönemdi.  

    Aslında Ricardo’nun bütün teorik analizinin Tahıl Yasaları temel alınarak açıklanabileceği kimi zaman ileri sürülmektedir. Ricardo’nun değer ve bölüşüm teorileri, özellikle de rant teorisi, hatta karşılaştırmalı üstünlükler teorisi, tümüyle, toprak sahibi aristokratların üretilen toplam artıktan aldıkları payın giderek artması yüzünden sermaye birikiminin yavaşlayacağı, kârlar sıfıra inince de tamamen duracağı düşüncesini üretmek üzere tasarlanmış, bu da tahıl ithalatının önünün açılması ve Tahıl Yasalarının iptal edilmesini savunmak için teorik bir temel sağlamıştı. Bu gereklilik, İngiltere’nin tahıl (ya da ünlü örnekte olduğu gibi Portekiz’den şarap) ithal ederken sanayi mamülleri (örnekte kumaş) ihraç etmesinin gerekli olduğunu ileri süren karşılaştırmalı üstünlükler teorisiyle de “kanıtlanıyordu”. Dolayısıyla, Ricardo’nun bütün çabasının yükselen sanayi burjuvazisinin çıkarlarını savunmak olduğu düşüncesi çok da yanlış görünmüyor. Ne var ki, bu bakış açısı önemli olsa da, Ricardo’nun geliştirdiği teorik yapının neden bu kadar soyut olduğunu açıklamamaktadır. Gerçekten de Lordlar Kamarasında konuştuğunda kimsenin bir şey anlamadığı, çokça anlatılan bir anekdottur. Hatta Ricardo’nun çevresinde yer alan entelektüellerin temel görevinin, onun soyut ve karmaşık teorilerinin halkın anlayacağı biçimde sunmak olduğu da sık sık dile getirilir. Bu bakımdan kimi önemli kişilikler öne çıkmaktadır: James Mill,[4] Thomas de Quincey[5] ve nihayet “Ricardo’nun kızkardeşleri” olarak bilinen iki kadın, Harriet Martineau[6] ve Jane Marcet.[7] Dolayısıyla, Ricardo’daki ideolojik unsurla analitik tarafı ayırmakta yarar görünmektedir. Zaten Marx’ın da asıl ilgilendiği, Ricardo’nun laissez faire anlayışı değil, bu analitik çerçeve idi; zaten bu yüzden Ricardo’nun entelektüel dürüstlüğü onun için önemliydi.

    Ricardo’nun politik iktisada ilgisi, dinlenmek üzere gittiği kaplıcada Adam Smith’in Ulusların Zenginliği kitabını okumasıyla başlıyor.[8] Smith’in emek değer teorisinin tutarsızlığını gören Ricardo, “değerin değişmeyen ölçüsü” sorununu, yani ücret ve kâr gibi bölüşüm paylarından bağımsız olan, onlardaki değişmeden etkilenmeyen bir ölçü biriminin nasıl ortaya konabileceğini sorguluyordu.[9] Yine de buradaki temel sorun, ekonomideki üretilen toplam ürünün değeri ile kullanılan girdilerin değeri arasındaki farkın, yani “net ürünün” ya da artığın değerinin bulunmasıydı. Bütün mallar farklı ölçü birimleriyle tanımlandıklarından, hepsini aynı ölçüyle ifade etmek önemli bir sorundu. Smith’in malın satın alabileceği emek miktarını tanımlayan “emek komuta” teorisi, emek zamanının, sadece malların birbiri cinsinden ifade edilmesini sağlayan bir “numeraire” (ölçü birimi) olarak kullanılmasını (a miktar x malı = b miktar y malı) öngörüyordu; ancak bu ölçü birimi, ücret ve/veya kârlardaki değişmelerden etkilendiği için değişmeyen ölçü birimi sorununu çözmüyordu; çünkü her malın emek/sermaye oranları farklı olduğu için ücretteki değişme, her malın fiyatını farklı biçimde etkileyecektir. Örneğin ücretlerdeki bir artış, daha emek yoğun malların üretim fiyatını daha fazla etkileyecek, bu da aslında malların birbiri cinsinden değerlerini, yani nisbi fiyat yapısını değiştirecektir. Ricardo, bu birimin malın üretimi için harcanan ya da malda “biriken” (ya da “cisimleşen”) emek miktarı (doğrudan emek yani kullanılan işgücü ve dolaylı emek, yani sermaye mallarında biriken emek) olduğunu ileri sürerek sorunu çözmeye çalıştı. Ancak farklı sektörlerde sermaye/emek oranlarının farklı olması yüzünden ortaya çıkan emek değerlerden üretim (maliyet) fiyatlarına geçişi anlatan “transformasyon problemini” çözemedi.[10] Bu teknik problemin çözümü, Ricardo’nun rant ve sermaye birikim teorisi bakımından esastı, çünkü ürün fiyatı belirlenmeden, Ricardo’nun teorisindeki sonuçlara ulaşmak mümkün değildi. Bu bakımdan Ricardo’da emek değer teorisi, Marx’ın tersine, sadece teknik bir sorun olarak görülmüştür.[11] Yine de Adam Smith’in serbest rekabet analizi, uzun dönem kâr oranlarının sektörler arasında eşitleneceği düşüncesiyle uzun dönem denge fiyatlarının (üretim fiyatlarının) belirlenmesini sağlayarak teorinin genel kabul görmesi bakımından yararlı olmuştur.

    ricardo
    Marx’ın da asıl ilgilendiği, Ricardo’nun laissez faire anlayışı değil, analitik çerçevesi idi; zaten bu yüzden Ricardo’nun entelektüel dürüstlüğü onun için önemliydi.

    Dolayısıyla bölüşüm sorunu yalnızca fiyatların ve değerlerin belirlenmesi bakımından değil, toplam artığın tanımlanması ve nasıl artırılacağı yani sermaye birikiminin dolayısıyla da üretimin belirlenmesinin de temelinde yer alır. Bu yüzden Ricardo İlkeler’de, politik iktisadın “dünyanın ürününün”, toplumun üç sınıfı, yani “toprak sahibi, üretimin gerçekleşmesi için gereken hisseler ya da sermayenin sahibi ve sanayide çalışan işgücü sahipleri arasındaki bölüşümü” ile bu “bölüşümü düzenleyen yasaları ortaya koymak” ile ilgilendiğini söylüyor.[12] Klasik analizde, ekonominin işleyişi açısından ağırlık verilen değişkenler, teknolojik bağımlılık ilişkileri ile kurumsal ilişkilerdir. Bu bakımdan, analizin benimsediği temel kurumsal yapı, piyasalar aracılığıyla organize edilen genelleştirilmiş mal üretiminin geçerli olduğu ve üretim araçları (sermaye) ile emeğin piyasalarda alınıp satılan mallar halinde bulunduğu kapitalizmdir.[13] Bu tür bir ekonomide, toplumsal hiyerarşi içerisinde bulundukları konum tümüyle üretim sürecine, yani sahip oldukları üretim kaynakları olan emek, toprak ve sermayeye göre tanımlanan ve toplam üründen sırasıyla ücret, rant ve kâr payları alan üç toplumsal sınıf bulunmaktadır. Analizin temel birimi olan toplumsal sınıflar ile aralarındaki ilişkiler esas olarak toplam ürünün bölüşümünü düzenler nitelikte olduğundan, sınıflar arasındaki güç dengesi ile çatışmaların da analize içsel olması, onun “politik” karakterini yansıtmaktadır. Yine de bölüşüm sorunu aynı zamanda “analitik” bir sorundur, çünkü Klasik Okul için bölüşüm payları, teknoloji ile birlikte nispi fiyatların iki temel belirleyicisinden birisidir. Nispi fiyatlar, reel ücret düzeyi veri iken, üretim teknolojisine bağlı olan üretim maliyetine eklenen ve bütün sektörlerde aynı olan, tekdüze (uniform) kâr oranının ortaya çıkardığı kâr marjıyla belirlenen fiyatlar olduğundan, fiyat (ve değer) ile bölüşüm teorilerini birbirlerinden ayırdetmek pek de mümkün değildir.

    Bölüşüm ve sermaye birikimi arasındaki ilişkilerin kendilerini en fazla gösterdiği alan Ricardo’nun rant teorisidir. Aslında Ricardo’nun yakın arkadaşı Thomas Robert Malthus’un (1766-1834) nüfus teorisi ile yine Malthus’un geliştirdiği “azalan verimler” ilkesine (hatta büyük ölçüde Malthus’un kendi rant teorisine) dayanan bu teori, Malthus’un öngörmediği, hatta karşı olduğu bir görüşe, yani nihai olarak kapitalistlerin artıktan aldıkları payın, toprak sahiplerine ödedikleri rantın giderek artması yüzünden, uzun dönemde azalarak sıfıra ineceği sonucuna yol açmaktaktır. Ricardo’nun rant teorisi, üretimde kullanılan toprakların verimlilik açısından farklı farklı olduğu, üretime her zaman en verimli toprak parçasından başlanacağını, nüfus baskısı arttıkça daha az verimli toprakların üretime koşulacağını söylüyordu. Bu yüzden Ricardo, “rant, toprak sahibine toprağın orijinal ve yokedilemez gücünden kaynaklanan bir ödemedir” diyordu.[14] Bu durumda her toprak parçasından elde edilen ürün aynı niteliklere sahip olduğu ve fiyatının da rekabet gereğince her yerde aynı olması gerektiği için, en verimli toprak sahibinde üretim yapan kapitalistlerin elde edeceği artık daha yüksek olacaktır. Bu ise, her kapitalistin daha verimli topraklarda üretim yapmak istemesine yol açacağı için, kapitalistler arasında en verimli toprak parçasının sahibine daha yüksek bir rant ödeme yarışına yol açacak, bu da giderek her kapitalistin elinde kalan artığın azalması anlamına gelecektir. Tümüyle topraktan elde edilen artıktan ödenen bir pay olan rant, en verimli parçaya en yüksek bedel olarak belirlenecek, bu da giderek kapitalistlerin daha fazla artık elde etmek için daha fazla rant ödemeye istekli olması anlamına gelecektir. Ödenecek rantın nihai üst sınırı artığın kendisi olduğundan, kapitalistlerin artıktan aldıkları pay, yani kâr, giderek azalacaktır. Bu yüzden Ricardo, “tahıl fiyatı, rant ödendiği için yüksek değildir; tersine artık, tahıl fiyatı yüksek olduğu için yüksek olacaktır” demektedir.[15] Ancak uzun dönemdeki nüfus baskısı, daha az verimli toprakların üretime sokulmasını gerektirdiğinden, toplam olarak rant artarken kârlar azalacaktır. Uzun dönemde kârlar sıfıra doğru gittiğinde ise Ricardo’nun “durgun durum” (stationary state) dediği, sermaye birikiminin tümüyle durduğu koşullar ortaya çıkacaktır.

    Teorinin dayandığı Malthusçu nüfus teorisi ile azalan verimler ilkesi, yani her yeni toprak parçasının üretime koşulmasıyla üretilen artığın düşeceği varsayımı,[16] Durgun Duruma ulaşmadaki en önemli etkenlerdir. Teori genel olarak, toprak sahiplerinin elde ettikleri rantın, tümüyle yaratılan artığın bir bölümüne el koymalarından kaynaklanan, adil olmayan bir ödeme olduğunu, ayrıca uzun dönemde, rantlardaki sürekli artış yüzünden sermaye birikiminin kaçınılmaz olarak duracağını ileri sürmektedir. Toprak sahipleri sermaye birikimine herhangi bir katkı yapmayan lüks tüketime yöneldiklerinden, yatırımlara katkı yapması sözkonusu değildir.[17] Bu durumda yapılabilecek iki şey bulunmaktadır: Birincisi, ödenen rantın azaltılması ki İngiltere’nin sınıf yapısında olanaklı olmayan bir önlem; ikincisi de, en azından tahıl ithalatı yoluyla tahılın maliyetinin, dolayısıyla da işgücü maliyetinin azaltılması. Bu bakımdan, Tahıl Yasalarının iptali, kaçınılmaz olan durgun durumu engelleyemese de hiç değilse geciktirebilecektir.[18]

    Durgun Durum hipotezinin önemli bir içermesi, kapitalist sermaye birikim sürecinin kendi kendini sonsuza kadar yeniden üretemeyeceği, bir biçimde sona ereceği ya da en azından “tekleyeceği” düşüncesidir. Klasik iktisadi analizin sermaye birikim yaklaşımı genel olarak, Schumpeter’in[19] benzetmesiyle, “tekleyen” (hitchbound) bir makine olarak tasarlanmaktadır. “Tekleyen” modeller, ekonomik sistemde, modelin kendi tasarımından kaynaklanan kimi içsel durgunluk ya da duraklama eğilimlerini barındırmaktadırlar. Buna karşılık “teklemeyen” (hitchless) modeller, anaakım iktisat düşüncesinde genel olarak görüldüğü gibi, böyle içsel durgunluk eğilimlerinin bulunmadığı türden modellerdir. Ricardo’nun durgun durum yaklaşımı, tıpkı Marx’ın “kâr oranlarının eğilimsel düşüş yasası”[20] anlayışındaki gibi, birikimin kaynağı olan artığın bir süre sonra azalacağını ya da ortadan kalkacağını, bunun da bölüşüm sorununun giderek ağırlaşmasının da katkısıyla, sermaye birikimini kesintiye uğratacağını ileri sürmektedir. Başka deyişle, analizin her aşamasında kendisini gösteren, artığın nasıl bölüşüleceği ile nasıl kullanılacağı (sermaye birikim) sorunları ile bu sorunların gerisinde yer alan sınıfsal ilişki ve gerilimler ile teknolojik gelişme, eninde sonunda sistemin kendisini yeniden üretmesini güçleştirmekte, hatta olanaksız hâle getirmektedir.

    Dolayısıyla, dengesizliğe ya da “teklemeye” yol açan temel faktör, kârların bir artık kategorisi olarak kavranmasıdır. Toplam üründen gerekli tüketim (esas olarak ücret payı) çıktıktan sonra kalan miktar olarak tanımlanan artık, rantın yokluğunda kâr haline gelmekte ve birikimin gerisindeki itici güç olmaktadır. Ne var ki, kârlar bir ödeme biçiminde olmadığı, mübadele ilişkisinin sonucunda ortaya çıkmadıkları için aslında statik bir dengeden söz etmek pek de mümkün değildir çünkü kârın, anaakım iktisatta olduğu gibi bir maliyet unsuru olarak görülmemesi, bu analizin ünlü “Say yasası”, yani her arzın kendi talebini yaratacağı düşüncesiyle tutarlı olmadığı anlamına gelmektedir. Say yasasının geçerli olması, malın üretiminde kullanılan girdilere ödenen bedelin, yani üretim maliyetinin malın satış fiyatına eşit olabilmesi için, bu maliyetin içerisinde yalnızca emek (ve toprak) için yapılan ödemelerin değil, kârın da yer alması gerekmektedir. Başka deyişle, kâr burada bir artık olarak değerlendirilmez. Bu durumda, ekonomi genelinde düşünülecek olursa, üretilen toplam hasılanın satış değeri, faktörlere yapılan ödemelere, yani toplam maliyetlere eşit olacaktır. Ancak kârın bir artık olarak değerlendirilmesi durumunda, sermaye birikimi ve iktisadi büyümenin varolduğu bir çerçevede, Say Yasasının gerçekleşmesi ancak tesadüfe bağlı olarak ortaya çıkabilecektir. Bu da birikim sürecinin aslında dengesizlik doğurmaya ne kadar yatkın olduğunu göstermektedir. Görüldüğü gibi bu, teknolojik değişmenin olmadığı, basit yeniden üretim modeli gibi statik bir modelde bile ortaya çıkabilen analitik bir sorundur.

    Yine de, Ricardo, bu durumun farkında gözükmemekte, Malthus’un uyarısına rağmen Say Yasasının geçerliliğini kabul etmektedir. Denge durumunda her zaman toplam arz toplam talebi eşit olmak zorundadır ona göre. Ricardo ile Malthus arasındaki bu tartışma, “Genel Fazlalık (glut)” tartışması olarak bilinmektedir. Bu tartışmanın bugün de farklı bir görünümde olsa da devam ettiğini söylemek yanlış olmaz.

    Genel Fazlalık Teorisi ve “Efektif Talep”

    Ricardo’nun rant ve sermaye birikim teorileri bakımından Malthus ile 1813’ten itibaren yaşadığı önemli tartışma, aslında Malthus ile olan arkadaşlığının da başlangıcını oluşturuyor.[21] Bu tartışmada Malthus, Ricardo’nun benimsediği Say Yasasını eleştiriyor. Bu eleştiri, daha sonra Keynesci iktisatta “efektif talep” ilkesi denen anlayışın ilkel biçimine dayanıyor. Keynes, ünlü yapıtı Genel Teori’nin Japonca baskısına yazdığı önsözde, kitabının, “mirasının izini Ricardo’dan ziyade Malthus’ta arayan bir kitap”[22] olduğunu söyleyerek Malthus’un en önemli esin kaynağı olarak gösterir.[23] Malthus’un Ricardo’ya itirazı, Keynesci “tasarruf paradoksu” kavramına benzemektedir: “Tasarruf ilkesi, aşırı düzeye itilirse, üretme güdüsünü yok edecektir. Eğer herkes, en basit yiyecekler yemek, en kötü elbiseler giymek ve en kötü evlerde oturmakla yetinirse, başka türden yiyecek, giyim ve barınmanın arz edilmesi olanaksız olurdu.”[24]. Malthus’a göre Ricardo, ekonomideki, toplam tüketimdeki bir düşmenin yaratacağı bir yavaşlama ya da “fazlalık” olasılığını inkâr etmektedir. Oysa Malthus, genel olarak geçimlik düzeyde ücret alan işçilerin ve tasarruf eğilimleri yüksek olan kapitalistlerin tüketim eğilimlerinin düşük olacağına dikkat çeker. Kapitalistler elde ettikleri kârları harcamak yerine üretimi genişletmek için yatırıma yönlendirme eğiliminde olduklarından, ekonomide genel bir “efektif talep” eksikliği ortaya çıkabilir. Bu bakımdan aslında, toprak sahipleri aristokratlar önemli bir işlevi de yerine getirir, çünkü onların yaptıkları tüketim, bu genel talep eksikliğini ortadan kaldırabilir: “Hâlâ, bu üretken olmayan tüketimin … bir ülkenin kaynaklarını kullanmak bakımından kesinlikle ve vazgeçilmez biçimde gerekli olduğunu düşünüyorum”.[25] Dolayısıyla, Malthus, aslında aristokratların yüksek “üretken olmayan” tüketimlerinin[26] sermaye birikimi bakımından vazgeçilmez olduğunu ileri sürüyor. Malthus, giderek, kendi Politik İktisadın İlkeleri kitabında, “kesinlikle tartışılmayacak tarihsel bir gerçektir ki, varolan yapımızın ve uzun süredir İngilizleri ayırdeden özgürlük ve ayrıcalıkların oluşturulması ile bugüne kadar korunması, büyük ölçüde toprak sahibi aristokrasiden kaynaklanmıştır”[27] diyecek kadar da ileri gitmektedir. Bir kez daha, sermaye birikim sürecinin bölüşümden, yani sınıf mücadelesinden bağımsız olmayacağını gösteren iyi bir örnek.

    Buna karşılık Ricardo, kârların yeterli büyüklüğe sahip olduğu durumda, böyle bir sorunun ortaya çıkmayacağını düşünmektedir. Ricardo, Malthus’a karşı, Say Yasasını kullanarak, yeni üretilen ürünlerin, kendi toplam değerlerine eşit bir talep ve satınalma gücü yaratacağını, bunun da üretimde kullanılan girdilerin (emek, sermaye ve toprak) toplam değerinin toplam ürünün değerine eşit olacağını söylüyordu. Bu durumda bir “fazlalık” durumu, ancak kısa dönemde ortaya çıkabilir; uzun dönemde ekonomi dengeye gelerek bu fazlalığı ortadan kaldıracaktır Ricardo’ya göre. Bu yüzden Keynes’in dediği gibi, “Malthus, efektif talebin nasıl ve neden eksik veya aşırı olabileceğini (genel gözlem olgularına başvurmak dışında) açık bir şekilde açıklayamadığı için alternatif bir yapı sunamadı ve Ricardo, Kutsal Engizisyon’un İspanya’yı fethetmesi gibi İngiltere’yi de fethetti.”[28]

    Ricardo, Malthus’a karşı, Say Yasasını kullanarak, yeni üretilen ürünlerin, kendi toplam değerlerine eşit bir talep ve satınalma gücü yaratacağını, bunun da üretimde kullanılan girdilerin (emek, sermaye ve toprak) toplam değerinin toplam ürünün değerine eşit olacağını söylüyordu.

    Bu noktada, anlaşmazlığın kaynağının aristokratların tüketiminden daha derin olduğunu söylemek gerekir. Malthus, Ricardo’nun yalnızca üretim koşullarına ağırlık vermesine karşın, toplam talebin de fiyatlar genel düzeyini etkilediği düşüncesini benimsiyordu. Emek değer teorisinin de reddi anlamına gelen bu düşünce, hem üretim koşullarının hem de talep koşullarının ürün değerini belirlediği anlamına gelmektedir. İkinci olarak, Malthus, piyasa fiyatlarının, Ricardo’nun dediği gibi üretim fiyatlarına eşitlenmesinin gerekli olmadığını, çünkü talep koşullarındaki dalgalanmaların iki fiyat arasındaki dalgalanmaları da artırabileceğini ileri sürüyordu.[29] Başka deyişle Ricardo, “efektif talepteki” değişmelerin gerisindeki, üretim maliyeti gibi “reel” faktörlere odaklanırken Malthus, talep koşullarını da dikkate alıyordu. Bu fark, ekonominin uzun dönem dengesi, yani görünen dalgalanma ve dengesizliklerin altında yatan sürekli eğilimlerin ortaya çıkarılmasının ya da Marx’ın deyişiyle kapitalizmin “hareket yasalarının” (laws of motion) Ricardo için daha önemli olduğunu göstermektedir. Ricardo, Malthus’a yazdığı 24 Ocak 1817 tarihli mektubunda bunu şöyle belirtiyor:

    Bana göre, böylesine sık biçimde seninle tartıştığımız konulardaki görüş farklılıklarımızın önemli bir nedeni, senin her zaman belirli değişmelerin dolaysız ve geçici etkilerini dikkate alırken, benim bu dolaysız ve geçici etkileri bir yana bırakarak bütün dikkatimi, bu değişmelerden kaynaklanan sürekli durumlar üzerinde yoğunlaştırmamdır. … Konuyu doğru bir biçimde ortaya koyabilmek için, bu etkiler [geçici ve sürekli olanlar] birbirinden ayrılmalı ve her birine uygun bir biçimde ağırlık verilmeli.[30]

    Bu farklılık, kimi zaman Malthus’un da bir parçası olarak görüldüğü Klasik okulun içerisinde belirli bir anlaşmazlığın varlığını göstermektedir. Smith, Ricardo ve Marx’ın üretim koşulları ile kurumsal ve teknik değişkenlere dayanan analizlerine karşılık, talep koşullarına daha fazla ağırlık veren Malthus, Jan Baptist Say ve Jeremy Bentham arasındaki bu “yarılma”, iktisadın gelecekteki ilerleyişini de etkileyecektir. Bu yüzden Schumpeter, İktisadi Analiz Tarihi kitabında, “bilimsel” yani anaakım iktisadın Adam Smith’le başlayan gelişim çizgisinde Ricardo’yu (ve onu izleyen Marx’ı) bir “sapma” olarak görmekte,[31] bir “orta yolu” temsil eden John Stuart Mill’in[32] ardından, gelişimin “normal yoluna” geri döndüğünü ileri sürmektedir. Ancak Marx’ın kullandığı anlamda bu ikinci grubun “Klasik” olduğunu söylemek de çok doğru değildir, çünkü Klasik Politik İktisat üretim ve bölüşümü temel alan bir yöntem benimsemektedir. Bu yarılma, iktisadi düşüncede hâlâ kendini göstermekte, farklı “heterodoks” eğilimler, şu ya da bu ölçüde Smith, Ricardo ve Marx’ın politik iktisat yaklaşımına yakın durmaktadırlar.

    Makineleşme ve sermaye birikimi

    Hem Ricardo’nun hem de Malthus’un analizlerinde, sermaye birikimini etkileyen bir faktör olarak teknolojik değişmenin önemi büyük ölçüde ihmal edilmiştir. Özellikle Smith’in vurguladığı teknolojik gelişmenin varlığı durumunda, böyle bir statik çerçevenin yeterli olmayacağı açıktır. Teknolojik gelişme rekabet açısından son derece önemlidir, çünkü firmaların rekabet baskısına karşı kârlarını korumak ve artırmak için kullanabilecekleri en önemli araçlardın birisidir. Sermaye birikimi sonucu ortaya çıkan kâr oranları düşüşünü telafi etmek, yeni üretim tekniklerini, yeni pazarları, yeni ürünleri ve yeni iş örgütlenmelerini arayıp bularak bunları uygulamaya sokmayı gerektirmektedir. Bu durumda ise statik model yeterli olamaz. Teknolojik gelişmenin yaratacağı dengesizlik eğilimleri de sermaye birikim sürecinin sorunsuz işlemesini zorlaştıracaktır. Aslında Ricardo’nun bunun farkında olduğu, makineleşme sürecinin etkilerini bu yüzden ele aldığı söylenebilir.

    Ricardo, teknolojik gelişmenin ölçüsü olarak makineleşme sürecini, İlkeler’in sonuna doğru, 31. Bölümde tartışmaktadır. Genel olarak, teknolojik gelişme, yatırımlar yoluyla gerçekleşmekte, bu da daha fazla makine kullanıldığını göstermektedir. Ancak Ricardo, makineleşme konusunda, kitabının ilk baskısındaki (1817) görüşlerini, üçüncü baskısında (1821) değiştirmiş, başlangıçta makineleşmenin sermaye birikimi üzerinde olumlu etkilerde bulunacağını anlatırken, sonraki baskıda, makineleşmenin işsizlik sorununu daha da ağırlaştıracağını kabul etmiştir.

    İlk baskıda, Ricardo, üretimde yeni makinelerin kullanılmasının ilk etkisinin, emek tasarrufu sağlaması olduğunu, bunun da emek verimliliğini artırma yoluyla net üründe (yani kâr ve ranttan oluşan artıkta) bir artış yarattığı halde ücretleri de içeren gayri-safi ürünü azaltabileceğini söylemektedir. Böylece ücret payı ve toplam ücret ödemeleri azalacaktır. Burada yeni makinelerin kullanılmasıyla ortaya çıkan teknolojik işsizlik artan kâr ve birikim dolayısıyla diğer endüstrilerin artan emek talebi ile kısmen giderilebilirse de bu ilave talep genellikle yetersiz kalabilmektedir. Sonuç olarak, yeni makineler ücretlerin payının azalmasına yol açabilmektedir. Ancak süreç tedrici bir biçimde işliyorsa, teknolojik gelişme, ister sanayi sektöründe isterse tarım sektöründe ortaya çıksın, kısa dönemde artan emek verimliliği yüzünden kârların ve birikimin artmasına yol açarken, uzun dönemde nüfus baskısı ve emek talebinin artması yüzünden ücretlerin ve rantın artmasına neden olarak kârların azalmasına yol açabilecektir. Yani kapitalist ekonomi, eninde sonunda mutlaka durgun duruma girecektir.

    değişim
    Hem Ricardo’nun hem de Malthus’un analizlerinde, sermaye birikimini etkileyen bir faktör olarak teknolojik değişmenin önemi büyük ölçüde ihmal edilmiştir.

    Dolayısıyla Ricardo kitabın ilk baskısında, makinelerin kullanımının, başlangıçta işgücü kullanımını azaltsa bile, eninde sonunda reel ücretleri artırabileceğini, bunun esas nedeninin de işgücü verimliliğindeki artış olduğunu belirtiyor. Verimlilik artışı, bütün üretim alanlarında üretim artışı ve dolayısıyla (Say Yasası gereğince) talep artışı getireceğinden, başlangıçtaki istihdam kaybını giderecek bir “otomatik telafi” mekanizmasını harekete geçirecektir.[33] Buna karşılık 3. Baskıda, Ricardo makineleşmenin çalışan sınıfların çıkarları için genellikle kötü sonuçlara yol açacağını kabul etmiştir.  Ricardo’ya göre kendisinin esas hatası, toplumun net ürünü (kârlar ve rantlar toplamı) her arttığında, brüt ürününün (net ürün artı ücretler) de artacağı düşüncesidir. Ancak kapitalist ve toprak sahiplerinin geliri arttığında, ücretler azalabilir, bu da işçi sınıfının gelirlerini azaltabilir.[34] 

    Ricardo’ya göre üretimde yeni makinelerin kullanılmasının ilk etkisi, emek tasarrufu sağlamasıdır. Yeni makineyi ilk kullanan kapitalist belirli bir zaman için önemli ölçüde kâr sağlayacak, ancak makine kullanımı genelleştiğinde üretilen malın fiyatı, rekabet sonucu, üretim maliyeti düzeyine çekilecek ve ekstra kâr ortadan kalkacaktır. Teknolojik gelişme sabit (fixed) sermayenin, yani üretimde kullanılan makine ve teçhizatın, dolaşan (circulating) sermayeye, yani değişir girdilere oranının artmasına yol açacağından birim başına daha az emek kullanılmasına yol açmaktadır. Bunun bölüşüm etkisi Ricardo tarafından net ve gayri-safi ürün ayrımı yapılarak açıklanmaktadır. Net ürün, kâr + rant olarak tanımlanmaktadır. Gayri-safi ürün ise ücretleri de içermektedir. Teknolojik gelişme net üründe mutlaka bir artış yarattığı halde gayri-safi ürünü azaltabilir, böylece ücret payı ve toplam ücret ödemeleri azalacaktır. Burada yeni makinelerin kullanılmasıyla ortaya çıkan teknolojik işsizlik artan kâr ve birikim dolayısıyla diğer endüstrilerin artan emek talebi ile kısmen giderilebilirse de bu ilave talep genellikle yetersiz kalmaktadır.

    Sonuç olarak, yeni makineler her zaman net ürünü artırsa da belirli bir zaman sonra bu net ürünün değerini artırmayacaktır. İkinci olarak, net üründeki artış, gayri-safi üründe azalışla birlikte gerçekleşebilir, yani ücretlerin payı azalabilir. Dolayısıyla makine kullanımının genel olarak emekçiler aleyhine sonuç vereceği yargısı yanlış bir değer yargısı değildir.[35]

    Yukarıda anlatılan süreç, yeni makinelerin birdenbire üretime sokulması durumunda işlemektedir.[36] Gerçekte teknolojik gelişme tedrici bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Sermaye ve nüfusun artması sonucu tahıl fiyatı genel olarak artmakta, bu da ücretleri artırmaktadır. Ücret artışları ise yeni makinelerin üretime sokulmasını uyarmaktadır. Burada teknolojik gelişme kısa dönemde birikimi hızlandırırken, uzun dönemde ise kârları ve birikimi azaltacaktır. Ücret ödemelerindeki azalma, tahıl talebi ve dolayısıyla rantın azalması sonucunu verecek ve kârlar artacaktır. Kârlardaki bu artış ise birikimi hızlandıracağı için zamanla emek talebi, ücret ödemeleri ve tahıl talebi artacak, bu da rantı artırırken, kârların düşmesine yol açacaktır. Teknik gelişme tarımda gerçekleştiğinde emeğin verimliliği artacağından kâr oranı artacaktır. Ancak birikimin artması işgücü talebinin ve ücretlerin artarak, nihai olarak kâr oranının düşmesi sonucunu verecektir. Ricardo’ya göre kapitalist ekonomi eninde sonunda birikimi sürdürmenin mümkün olmadığı bir “durgun duruma” ulaşacaktır. Bunu engellemenin tek yolu ise hak edilmemiş bir gelir niteliğinde olan rantın azaltılarak birikimin sürdürülebilmesidir.

    Marx, makineleşmenin etkilerini incelerken, Ricardo’nun görüşlerinden yola çıkmakta ve Ricardo’yu, vulgar iktisatçılardan ayıran dürüstlüğü ve “kendisinin ayırdedici niteliği olan bilimsel tarafsızlığı ve hakikat sevgisi”[37] yüzünden övmektedir. Marx’ın Ricardo’dan etkilendiği kimi önemli noktaları şöyle dile getirmek mümkün görünmektedir:[38] 1. Makineleşme, sabit sermayenin değişken sermaye ile ikame edilmesine yol açacaktır; 2. Makineleşme, doğrudan ya da dolaylı olarak üretimde emek tasarrufu sağlayacak, bu da malların ucuzlamasını sağlayacaktır; 3. Artık değer aynı kalsa bile, genel kâr oranı düşecektir; bunun da temel nedeni sermayenin organik bileşiminin artmasıdır; 4. Makineleşme, işçileri işlerinden edecek, bu da “göreli nüfus fazlasının”, yani yedek sanayi ordusunun artmasına yol açacaktır. Ayrıca, “telafi teorisi”,[39] yani uzun dönemde işsiz kalan işçilerin teknolojik gelişme sayesinde artan ekonomik büyümenin, bu işçilerin başka sanayi kollarında iş bulabileceği görüşü de yanlıştır; işlerinden olan işçiler, başka sanayi dallarında istihdam edilemez, çünkü yeni teknolojinin bütün sanayi kollarında emek tasarrufu sağlaması yüzünden genel olarak ekonomide emek tasarrufu sağlanacaktır. Bu da sonuçta ücretler üzerinde aşağıya doğru bir baskı yaratacaktır.

    Marx’ın kendi görüşlerine baktığımızda, büyük ölçekli sanayinin temelini oluşturan makineleşme sürecinin üç önemli içermesini gözlemek mümkündür. İlkin, sanayide makineleşmenin, her zaman işgücü tasarruf eder nitelikte olduğu; ikincisi, teknolojik gelişmenin artık değer üretiminin yanısıra bölüşüm ve sınıf mücadelesi tarafından da etkilendiği; üçüncüsü de, teknolojik gelişmeyle birlikte gerçekleşen, sermayenin organik bileşimindeki artışın, kapitalizmin periyodik krizlerini açıklayan unsurlardan birisi olduğu görüşü. Bu bakımdan Marx’ın, Ricardo’nun başlattığı tartışmayı sürdürdüğünü, böylelikle de sermaye birikimin kriz yaratma eğilimini çok daha açık bir biçimde vurguladığını söylemek yanlış olmaz. Üstelik, Marx, Ricardo’nun en büyük hatası olan Say Yasasının geçerli olmadığını açık bir biçimde gösterdiği için sermaye birikim analizinin daha sağlam temellere oturtulmasını sağlamıştır.

    Marx’ın, Ricardo’nun başlattığı tartışmayı sürdürdüğünü, böylelikle de sermaye birikimin kriz yaratma eğilimini çok daha açık bir biçimde vurguladığını söylemek yanlış olmaz.

    Ricardo’nun makineleşme konusundaki düşünceleri, yalnızca Sanayi Devrimi ve sonrası için değil, bugün için de, özellikle yapay zekâ bağlamında önemini hâlâ korumaktadır. Anaakım iktisadın teknolojik gelişmenin her zaman uzun dönemde istihdam ve toplam üretimi artıracağı inancına karşı, yapay zekâ sözkonusu olduğunda bunun böyle olmayabileceğini, son zamanlarda yapay zeka üzerine yazan, Nobel İktisat ödülü sahibi iki yazar, Daron Acemoğlu ve Simon Johnson da birlikte yazdıkları Güç ve İlerleme[40]kitabında da kabul ederek, yapay zekanın istihdam üzerindeki etkileri konusunda Ricardo ve Marx’a benzer görüşler ileri sürüyorlar. Bu yaklaşıma göre[41] teknolojik gelişmenin ve tabii YZ’nın, birbirine karşıt işleyen kimi etkileri sözkonusudur. İlk etki, otomasyonun işgücü talebini azaltarak teknolojik işsizliğe yol açması ve ücretlerin düşmesi, bunun da yoksulluk ve eşitsizliği daha da artırmasıdır. Karşı etkiler ise, “telafi” etkisi, yani otomasyonun işgücünün üretkenliğini artırarak işgücü talebini ve ücretleri (dolayısıyla gelirleri) artırması, bunun yanında da yeni işkollarını ortaya çıkarak sermaye birikimini hızlandırması ile büyümeye olumlu etkilerde bulunmasıdır. Bununla birlikte, Acemoğlu ve Johnson, anaakım iktisatçılardan beklenmeyecek biçimde, YZ’nın sözü edilen karşı etkileri ortaya çıkarmadığını, daha çok işgücü talebini azaltarak işsizliğe ve eşitsizliğe yol açtığını vurguluyorlar. Yazarlar, otomasyon ve YZ’nın kendisinden beklenen olumlu etkileri ortaya çıkarmakta başarısız olduğunu, bunun da temelde, yüksek bir tekelleşme ile nitelenen enformasyon teknolojileri sektörünün yapısından kaynaklandığını, YZ’nın ekonominin farklı sektörlerinde olumlu etkiler göstermesinin de bilerek engellendiğini söylüyorlar. Yazarlar, teknolojik gelişimin kâr hırsına kurban edilmesinin hem iktisadi hem de sosyal ve politik bakımdan yarattığı sakıncalar üzerinde durarak aslında Sanayi Devriminden bu yana süren tartışmanın pek de değişmediğini göstermiş oluyor. Her ne kadar Ricardo ya da Marx kadar sınıf mücadelesi ve bölüşüm sorunlarına derinlemesine eğilmeseler de, YZ’yı kontrol eden büyük kapitalist teknoloji devlerinin ne istihdam ne de hatta özgürlük konusunda olumlu etkileri olabileceği, yazarların kabul etmekten kaçınamadığı bir hakikat.

    yapay zeka
    Ricardo’nun makineleşme konusundaki düşünceleri, yalnızca Sanayi Devrimi ve sonrası için değil, bugün için de, özellikle yapay zekâ bağlamında önemini hâlâ korumaktadır.

    Sonuç olarak, Ricardo’nun görüşlerinin kimi tutarsızlıklar içerse de, analitik bakımdan Klasik İktisadın genel çerçevesini tanımlamak konusunda önemli katkılar getirdiğini, bu katkıların Marx’ın kendi analizini de derinden etkilediğini söylemek doğru olur. Bu katkıların en önemlileri olarak, kapitalizm analizinin uzun dönemli “yapısal” eğilimlerini ya da “hareket yasalarını” ortaya koymaya yönelmesi gerektiği, bu yüzden de analizin üretim, büyüme ve bölüşümü birbirinden bağımsız olarak ele alamayacağı, özellikle de birikim sürecinin sınıf mücadelelerinden kaynaklanan bir dengesizlik eğilimine sahip olduğu, bu eğilimlerin teknolojik gelişmenin sözkonusu olduğu dinamik bir ortamda daha da ağırlaşabileceği sayılabilir. Bu anlayışın, özellikle sermaye birikimi ve bölüşüm süreçleri arasındaki ilişkilerin bugün de, anaakım iktisadın iktisadi dengesizlikleri sistemin işleyişinden kaynaklanan sorunlar olmak yerine dışsal “şoklar”dan kaynaklandığı düşüncesini benimsemekte ısrar etmesine rağmen, hâlâ önemlerini koruduğunu söylemek gerekir. Bu yüzden hem Ricardo’nun hem de Marx’ın, çağdaş kapitalizmin daha iyi anlaşılabilmesi için hâlâ okunmasının son derece önemli olduğu dile getirilmelidir.


    [1] Ricardo, D. (1821), The Principles of Political Economy and Taxation, London: J. M. Dent and Sons Ltd., 1911. (Türkçe çevirisi: çev. Barış Zeren, İstanbul: T. İş Bankası Kültür Yayınları, 2008).

    [2] Karl Marx, Capital, cilt 1, çev. B. Fowkes, Harmondsworth: Penguin, 1976, s. 565, n. 34.

    [3]  Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, New York: Rinehart & Co., 1944, s. 179-80. (kitabın Türkçe Çevirisi: Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, çev. Ayşe Buğra, İstanbul: İletişim Yayınları, 2. Basım, 1. Baskı, 2025).

    [4] Ünlü iktisatçı ve felsefeci John Stuart Mill’in babası olan James Mill, Bentham’ın yakın arkadaşıdır ve oğlu John Stuart’ın eğitimini, J. S. Mill’in Otobiyografi’sinde (Türkçe çevirisi: İstanbul, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2021) anlattığı üzere, kendisi üstlenmiş; oğlunun eğitimine, üç yaşında Yunanca ile başlamış. Zavallı Stuart 15 yaşına geldiğinde, o dönemdeki bütün Politik İktisat kitaplarını okumuştu; Yirmilerinde ise, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, derin bir bunalıma girmişti.

    [5] Aslında son derece ilginç bir kişilik olan Quincey’in politik iktisat kitabı dışında onu üne kavuşturan iki kitabı, bir afyonkeş olarak kendi deneyimini anlattığı Bir İngiliz Afyonkeşinin İtirafları (Confessions of an English Opium-Eater – 1821; Türkçe çevirisi: Zeplin yayınları, 2015) ile karanlık bir mizah içeren Güzel Sanatların bir Dalı olarak Cinayet (Murder as a Fine Art – Türkçe çevirisi: İstanbul: İletişim Yayınları, 2018) yapıtlarıdır.

    [6] Romancı, gazete yazarı ve politik iktisat üzerine yazan bir yazar olan Harriet Martineau, sosyolojinin ve feminizmin kurucuları arasında olan önemli bir kişiliktir aynı zamanda. 

    [7] Jane Marcet, popüler bilim ve Conversations on Political Economy gibi kitaplar ile liberalizmi savunan köşe yazıları yazmıştır.

    [8] Bir insanın neden tatilde Smith okuduğu da ilginç kuşkusuz. Alexander Pushkin, manzum romanı Yevgeni Onegin’de (1833: 1.VII), Ricardo’dan sözederken, onun “Theocritus ve Homeros’tan sıkıldığını”, ama Adam Smith’in onu heyecanlandırdığını, hatta şaka yollu, Ricardo’nun babasının, onu dinledikten sonra zenginlik için arazisini ipotek ettirdiğinden sözediyor (https://www.hetwebsite.net/het/essays/classic/classic.htm). Bu ne kadar doğru tartışılır, çünkü Ricardo’nun babasıyla, Quaker’likten Unitaryan mezhebine geçmesi yüzünden ayrıldığı ve babasının onu reddettiğini de biliyoruz.

    [9] Değerin değişmeyen ölçüsü sorunu için bkz. Hüseyin Özel, “İktisatta Değer Teorisi Gerçekten de Gerekli mi?” İktisat ve Toplum, Sayı 165, Temmuz 2024, s. 40-48; Klasik iktisadi analizde değer sorunu için bkz. Hüseyin Özel, “Bir Zenginlik Teorisi Olarak Klasik İktisadi Analizin Yöntemi”, Akdeniz Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, cilt 2, sayı 4, Kasım 2002, s. 146-171.

    [10] Aslında Ricardo formel olarak gösterememiş olsa da farklı malların içeriğindeki sermaye miktarlarının malın üretim fiyatının emek değerinden sapmasını belirleyeceği (yüksek sermaye yoğunluğuna sahip olan malların üretim fiyatları emek değerlerden daha yüksek, diğerlerininki daha düşük olmalı) düşüncesini dile getirmiş, rekabetin bu sonucu otomatik olarak sağlayacağını ileri sürmüştü. Marx da aynı düşünceyi formel olarak göstermeye çalışmış, ancak o da başarısız olmuştu. Yine de sorun, çözülemez bir sorun değildir; hem Ricardo’nun izleyicileri, özellikle Pierro Sraffa hem de Marksistler, soruna farklı çözümler geliştirdiler. Bkz. Özel, “İktisatta Değer Teorisi Gerçekten de Gerekli mi?” a.g.e.

    [11] Sonraki anaakım iktisat, emek değer teorisi yerine “alternatif maliyet” kavramına dayanarak değer sorunundan kaçınabilmiş ve karşılaştırmalı üstünlükler teorisini “ehlileştirebilmiştir”.

    [12] David Ricardo, The Principles of Political Economy and Taxation, a.g.e., s. 1.

    [13] Murray Milgate, Capital And Employment: A Study of Keynes’s Analysis, New York: Academic Press, 1982, s. 10.

    [14] Ricardo, Principles, a.g.e., s. 33.

    [15] Ricardo, Principles, a.g.e., s. 38.

    [16] Çağdaş anaakım iktisatta, azalan verimler, bütün diğer üretim faktörleri miktarı sabit tutulurken, faktörlerden birisi artırıldığında sağlanacak verimin (kişi başına üretim miktarı ve değişmesinin) azalacağını öngörürken burada toprak miktarı giderek artarken toplam verimin azalacağı öngörülmektedir. Bu ilkenin bir başka versiyonu da, sabit bir toprak parçasına uygulanan emek ve sermayenin artışıyla, ortalama verimin azalacağı düşüncesidir; bu da belirli bir toprak parçasında üretilecek rantın bir üst sınırı olduğunu gösterir.

    [17] Ricardo’dan sonraki dönemde, yani 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren, toprak sahiplerinin ekonomik ve politik önemi giderek azalmış, ancak, burjuvaziyle toprak sahipleri arasında, burjuvalarla evlilik ya da doğrudan unvan satılması yoluyla bir bütünleşme gerçekleştiği söylenir. Bu bütünleşmenin daha çok Londra’daki, hâlâ önemini koruyan finans ve ticaret merkezi “The City” aracılığıyla gerçekleştiği gözlemi için bkz. Anthony Giddens, The Constitution of Society, London: Polity, 1984, s. 321-322.

    [18] Ricardo, Principles, a.g.e, s. 254. İlginç bir biçimde, Ricardo da, tıpkı Malthus gibi teknolojik gelişmenin üretkenliği artırma özelliği üzerinde durmamış, analizlerini daha çok statik bir çerçevede yürütmüştür. Bu konuya aşağıda, makineleşmeden sözederken yine döneceğiz.

    [19] Joseph A. Schumpeter, History of Economic Analysis, Allen and Unwin, 1954, s. 565.

    [20] K. Marx, Capital, cilt III, David Fernbach (çev.), Harmondsworth: Penguin, 1981, s. 317-39.

    [21] Genel fazlalık tartışmasının ayrıntılı bir sunumu için bkz. R. Dorfman, “Thomas Robert Malthus and David Ricardo,” The Journal of Economic Perspectives, Vol. 3, No. 3 (Summer 1989), pp. 153-164.

    [22] https://gutenberg.net.au/ebooks03/0300071h/jappref.html.

    [23] John Maynard Keynes, (1936), The General Theory of Employment, Interest, and Money, paperback edition: New York: Harcourt Brace & World, Inc. 1965, s. 362-64 (kitabın Türkçe çevirisi: İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi, çev. Baver Özyurt, Ankara: Efil Yayınevi).

    [24] Aktaran: Keynes (1933), Essays in Biography, G. Keynes (ed.), Norton and Co., 1963, s. 122-23.

    [25] Keynes, Essays in Biography, a.g.e., s. 119

    [26] Keynes, Essays in Biography, a.g.e, s. 121.

    [27]Aktaran: E. K. Hunt ve M. Lautzenheiser, History of Economic Thought: A Critical Perspective. gözden geçirilmiş 3. baskı. New York: M. E. Sharpe, 2011), s. 87 (kitabın Türkçe çevirisi: İktisadi Düşünceler Tarihi, çev. V. U. Aslan, Ankara: Siyasal Kitabevi, 2022).

    [28] Keynes, General Theory, a.g.e., s.32.

    [29] Hunt ve Lautzenheiser, History of Economic Thought, a.g.e., s. 80.

    [30] Aktaran: Keynes, Essays in Biography, a.g.e, s. 97.

    [31] Schumpeter, History of Economic Analysis, a.g.e., s. 474.

    [32] Schumpeter, History of Economic Analysis, a.g.e., s. 603.

    [33] Heinz D. Kurz, “Technical Progress, Capital Accumulation and Income Distribution in Classical Economics: Adam Smith, David Ricardo and Karl Marx.” European Journal of the History of Economic Thought, cilt 17, no. 5, 2010. ss. 1183–1222; s. 1197

    [34] Kurz, a.g.e., s. 1197.

    [35] Ricardo, (1981), The Principles of Political Economy and Taxation, The Works and Correspondence of David Ricardo,  cilt I, Pierro Sraffa (ed.), London: Royal Economic Society, s. 391-92.

    [36] Ricardo, Principles (Sraffa edisyonu), a.g.e., s. 395.

    [37]  Marx, Capital, cilt 1, a.g.e., s. 565, n. 34.

    [38] Kurz, a.g.e., s. 1209-10.

    [39] Marx, Capital, cilt I, a.g.e., s. 565.

    [40] Daron Acemoğlu ve Simon Johnson, Power and Progress: Our Thousand-Year Struggle over Technology and Prosperity, New York: Public Affairs Book, 2023.

    [41] “Daron Acemoglu ve Pascual Restrepo, “Artificial Intelligence, Automation, and Work.” National Bureau of Economic Research Working Paper 24196, 2018, http://www.nber.org/papers/w24196 (basılmış hali için bkz. The Economics of Artificial Intelligence: An Agenda, Ajay Agarwal, Joshua S. Gans, and Avi Goldfarb (ed.). Chicago: University of Chicago Press.” 2019, s. 197‒236).

    Etiketler: çitleme, david ricardo, iktisat, ingiltere, marx, politik iktisat, ricardo, tahıl yasası, yapay zeka
    Hüseyin Özel 10 Eylül 2025
    Bu Yazıyı Paylaş
    Facebook Twitter Whatsapp Whatsapp E-Posta Linki Kopyala Yazdır
    Yazar: Hüseyin Özel
    Takip Et
    Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümü Emekli Öğretim Üyesi. 1963 Bursa doğumlu. Lisans (1985) ve Yüksek Lisans (1988) derecelerini Hacettepe Üniversitesi İktisat Bölümünden, Doktora derecesini Utah Üniversitesinden (1997) aldı. İlgi alanları arasında İktisadi Düşünce Tarihi, İktisat Felsefesi, Politik İktisat ve Sosyal Teori ile İnsan Hakları bulunmaktadır. 2009 yılında yayınlanmış olan Piyasa Ütopyası adlı bir kitabı bulunmaktadır. E-posta: ozel@hacettepe.edu.tr
    Önceki Yazı yaşlanma Beynin yaşlanma anahtarı: FTL1
    Sonraki Yazı sanat terapisi Müzelerde ve sanat galerilerinde sanat terapisi

    Popüler Yazılarımız

    krematoryum fırını

    Türkiye’de ölü yakma (kremasyon): Hukuken var, fiilen yok

    BilimEtik
    23 Kasım 2023
    cehalet
    Felsefe

    “Cehalet mutluluktur” inancı üzerine

    Eşitleştiren, özgürleştiren, mutlu kılan, bilgi midir yoksa cehalet mi? Mutlu kılan, cehalet mutluluktur sözünde ifade edildiği gibi, bilgisizlik ve cehalet…

    12 Ağustos 2023
    deontolojik etik
    Felsefe

    Deontolojik etik nedir?

    Bir deontolog için hırsızlık her zaman kötü olabilir nitekim çalma eyleminin özünde bu eylemi (daima) kötü yapan bir şey vardır.

    15 Ağustos 2024
    kurt, köpek
    Acaba Öyle midir?Zooloji

    İddia: “Kurt evcilleşmeyen tek hayvandır!”

    Tabii ki bu cümle baştan aşağı yanlıştır. Öncelikle kurt ilk ve en mükemmel evcilleşen hayvandır. İnsanın en yakın dostu köpek…

    2 Şubat 2024

    ÖNERİLEN YAZILAR

    Belki de her şey o kadar da kötü olmayacak

    Gençler için bir gelecek rehberi... Osman Akın Yapay Zekâ işinizi yok etmeyecek, onu "yükseltecek": McKinsey verileri geleceğin çalışma modelini nasıl…

    Yapay Zekâ
    9 Aralık 2025

    PLURIBUS’un yaratıcısı Vince Gilligan ve yapay zekâ tartışması: “Bu şov insanlar tarafından yapıldı”

    Gilligan’ın “Bu şov insanlar tarafından yapıldı” ifadesi, bir nostalji değil, bir direniş bildirisi. Osman Akın Yaratıcılığın özü, insanın hikâye anlatma,…

    Yapay Zekâ
    17 Kasım 2025

    Ray Kurzweil ve yaklaşan teknolojik tekillik: İnsanlığın yeniden tanımlanacağı çağ

    1999 yılında yayımlanan The Age of Spiritual Machines kitabında Ray Kurzweil, yapay zekânın (AI) yükselişini ve insanlık üzerindeki dönüştürücü etkilerini…

    Yapay Zekâ
    4 Kasım 2025

    Yapay zekâ çağında eğitim: Sistemin gerçek amacı artık bilgi değil, bağımlılık

    Bugün eğitim kurumları meslek kazandıran yerler değil, borçlandırma ve zihinsel uyum süreçlerinin uygulandığı merkezler hâline geldi. Üniversiteler devasa harçlar talep…

    GenelYapay Zekâ
    21 Ekim 2025
    • Biz Kimiz
    • Künye
    • Yayın Kurulu
    • Yürütme Kurulu
    • Gizlilik Politikası
    • Kullanım İzinleri
    • İletişim
    • Reklam İçin İletişim

    Takip Edin: 

    GazeteBilim

    E-Posta: gazetebilim@gmail.com

    Copyright © 2023 GazeteBilim | Tasarım: ClickBrisk

    • Bilim
    • Teknoloji
    • Felsefe
    • Kültür-Sanat
    • Gastronomi
    • Çocuk

    Removed from reading list

    Undo
    Welcome Back!

    Sign in to your account

    Lost your password?