Ben, bilgisayar biliminin bir alt dalı olan yapay zekâ araştırmaları, bilişsel psikoloji, bilişsel sinirbilim ve bilişsel dilbilim gibi bilişsel bilim alanlarıyla sıkı ilişki içindeki zihin felsefesini “çağdaş zihin felsefesi” olarak adlandırıyor, onu da bilişsel bilimin çatısı altında yer alan bu bilim dalları gibi “bilişsel bir disiplin” olarak değerlendiriyorum.
Prof. Dr. Zekiye Kutlusoy
Maltepe Üniversitesi, Felsefe Bölümü
Giriş
Genel anlamda, insanın bilişsel yeti ve etkinliklerinin programlama dilleri aracılığıyla en yetkin bir şekilde bilgisayarlarda taklit edilmesi girişimi olan yapay zekâ (YZ) teknolojileri, yaşamın her alanında etkin bir biçimde yer alırlarken gelişimlerini de büyük bir hızla sürdürmektedirler. Böyle olunca YZ, zihin felsefesinin –Antikçağda “ruh”la başlayıp günümüzde “YZ”ye varan soruşturma konularıyla– yüzyıllardır sürmekte olan yolculuğunda sorgulamak amacıyla yöneldiği çağdaş sorunlardan biri olmaktadır. Daha ayrıntılı olarak söylenecek olursa YZ, 20. yüzyılın ikinci yarısında geliştirilen bilişsel bilim(ler)in etkisindeki bilişselci zihin felsefesinin, diğer zihinler sorunu kapsamında nesne edindiği bir sorun olarak netlik kazanmaktadır.
“Bilişsel bir disiplin” olarak çağdaş zihin felsefesi
Ruh-beden karşıtlığı/ilişkisi, işlevselciliğin ilk görünümü, alanın iki ana soruşturma doğrultusu olan materyalizm ve düalizmin ilk tartışmaları gibi kendine özgü kavramsal çerçeve ve konuların esin kaynaklarını ya da kökenlerini Antikçağ düşüncesinde yakaladığımız zihin felsefesinin, bir problem felsefesi alanı olarak ilerleyiş sürecinde kimi önemli dönüm noktaları dikkat çekmektedir. Buradaki “dönüm noktaları” ifadesini ben, kabaca, bu soruşturma alanının sorun odağındaki kaymaları vurgulamak için kullanıyorum.
Şimdi, Antik Yunan “ruh” sorgulamaları alanın “başlangıç tartışmaları” olarak alındığında, sonrasındaki ilk dönüm noktası olarak görülebilecek olan gelişme, Yeniçağın hemen başında Descartes’ın etkileşimci düalizmi (ikiciliği) ile tartışma odağının “ruh”tan “zihin”e doğru kaymasıdır. Zihin felsefesinin tarihsel sürecindeki dönüm noktası niteliğine sahip bir diğer gelişmeyse 1950’lerin sonlarında ortaya çıkan ve 1960’lardan itibaren büyük bir önem kazanmaya başlayan bilişsel bilimler ile soruşturma odağının bu kez “zihin”den “bilinç”e doğru kayarak daha da keskinleşmesi, dahası YZ’ye doğru da açılmasıdır. O halde, zaman içinde ruhtan zihne, zihinden bilişe/bilince doğru daha da özelleşmiş konu alanıyla ilerlemiş ama hep “doğal” olana yönelmiş olan felsefi soruşturma artık “yapay” olanı da sorun edinmektedir.
Antik Yunan “ruh” sorgulamaları alanın “başlangıç tartışmaları” olarak alındığında, sonrasındaki ilk dönüm noktası olarak görülebilecek olan gelişme, Yeniçağın hemen başında Descartes’ın etkileşimci düalizmi (ikiciliği) ile tartışma odağının “ruh”tan “zihin”e doğru kaymasıdır.
İşte ben, bilgisayar biliminin bir alt dalı olan YZ araştırmaları, bilişsel psikoloji, bilişsel sinirbilim ve bilişsel dilbilim gibi bilişsel bilim alanlarıyla sıkı ilişki içindeki zihin felsefesini “çağdaş zihin felsefesi” olarak adlandırıyor, onu da bilişsel bilimin çatısı altında yer alan bu bilim dalları gibi “bilişsel bir disiplin” olarak değerlendiriyorum. Şimdi, bilişsel bilimlerin gündeme gelmesi zihin felsefesi açısından önemli bir gelişmedir çünkü bilişsel araştırmaların bilimsel bulgu ve kanıtlarının arka arkaya ele geçirildiği oldukça devingen ve hızla gelişen çok-disiplinli alan, geleneksel soru ve sorunların “çağdaş tartışma biçimleri”ni kazanmasının yolunu açmıştır. Bu bağlamda örneğin alanın en önemli sorunlarından biri olmuş zihin-beden sorununa ilişkin sorgulamalar artık yerini beyin-bilinç ilişkilerine yönelik irdelemelere bırakmıştır.
Bilişsel bilimler ve YZ
20. yüzyılın sonlarındaki en önemli bilimsel oluşumlardan biri, “zihnin/bilişin/bilincin bilimi” olarak da görülebilecek olan bilişsel bilim(ler)dir (BB). BB’nin yolunu açmış olan –Jerome S. Bruner ve George A. Miller ile psikolojideki bilişsel canlanış, sinirbilimde elde edilen beyne ilişkin yepyeni bulgular ve A. Noam Chomsky ile dilbilimde yaşanan bilişsel dönüşüm gibi– birçok bilimsel gelişmeden söz edilebilir. 1Ancak, yolunun taşlarını döşeyerek BB’nin ortaya çıkış sürecine en çok katkıda bulunan disiplinlerden biri YZ araştırmaları, yani yapay sinir ağlarının yanı sıra sembolik YZ çalışmalarının “zeki” makineler tasarımlayıp geliştirme uğraşlarıdır.
BB’nin öncesinde bilgisayar bilimine ve YZ araştırmalarına ilişkin gerçek ivmelendirici katkı hem bilgisayarların hem de YZ’nin fikir babası olan Alan M. Turing’den gelir. Turing –her algoritmayı uygulayabilecek, bu doğrultuda belirlenmiş birtakım sıralı kuralları izleyerek iyi tanımlanmış formel (biçimsel) işlemleri gerçekleştirebilecek evrensel bir makine olan– Turing makinesini İkinci Dünya Savaşının hemen öncesinde düşlemiş, bilgisayarların kavramsal-kuramsal olarak modellenmesiyle ilgili düşüncelerini “Karar Problemine Yönelik Bir Uygulamasıyla, Hesaplanabilir Sayılar Üzerine (1936/1937)” makalesinde dile getirmiştir.
BB’nin öncesinde bilgisayar bilimine ve YZ araştırmalarına ilişkin gerçek ivmelendirici katkı hem bilgisayarların hem de YZ’nin fikir babası olan Alan M. Turing’den gelir.
Savaş sırasında ise Turing ve arkadaşları Alman askeri istihbaratının makinesi Enigma’nın şifrelerini çözmek için ilk sayısal bilgisayar olan Colossus’u da geliştirmişlerdir. Savaştan sonra daha da gelişen bilgisayarlar, aslında G. W. Leibniz’in 17. yüzyılda ileri sürmüş olduğu düşünceyi, yani kavramlar için tanımlanacak sayıları işleten kimi formel yasaların, sayıların tanımladığı kavramları da işletebileceği düşüncesini gerçekleştirecek düzeye erişirler. Bu düşünceyi George Boole, daha sonra 19. yüzyılın ortalarında, –sembolik mantığın önerme eklemlerine karşılık gelen– birtakım küme-kuramsal işlemler ve onların yasaları ile daha da geliştirir.
Bu girişim bu noktada kalmayıp kategorik tasımların da formelleştirilmesini olanaklı kılacak şekilde Gottlob Frege’nin niceleme/yüklemler mantığıyla daha ileri bir noktaya taşınır. Böylece düşünmenin, akıl yürütmenin taklit edilmesi için, –sembolik yazılımın biçimsel dili aracılığıyla gösterilebilir olan– enformasyonun formel işlemlerle işlenerek dönüştürülebilmesi, bilgisayarların bu bağlamdaki gücünü iyice öne çıkarmış olur (Kutlusoy, 2004: 597-598). Aslında mantıksal akıl yürütme biçimlerinden YZ algoritmalarına doğru ilerleyen süreçte karşılaşılan “ideal ve evrensel bir dil” düşü/arayışı, 17. yüzyılda, tarihsel veya doğal olarak gelişmemiş, yapay a priori felsefi dillerin kurulmasına yol açmıştır.

İşte Leibniz, insanlar arasındaki dil birliğini sağlayarak tüm anlaşmazlıkları giderebilecek olan böyle bir ideal dilin peşine düşüp, bilgisel bir içeriğin herkesçe kolaylıkla denetlenebilmesinin gereci konumundaki, niceliksel bir kesinlikle niteliksel kavramlara uygulanabilecek bir işlem aygıtı olarak cebrinki gibi dedüktif, bilimsel, evrensel bir sentaktik mantık dili olan kavram göstergeleri dilini tasarımlamıştır. Leibniz’in hakikatin keşfedilmesinin de bir aracı olarak tasavvur ettiği bu dilde düşüncelerin yerine konan evrensel karakterler/semboller (characteristica universalis), anlamlarına ilişkin belli bir fikrin yürütülemediği göstergeler olarak kör düşünceler üzerinde hesap yapmaya yarayacak olan yapay dil araçlarıdır.
Leibniz, bu “kör hesap(lama)” fikriyle hem Boole cebrinin (cebirsel/matematiksel mantığının) hem de 20. yüzyılda iyice yetkinleşen sembolik mantığın gerçek öncüsü olmuştur (Eco, 1995: 16, 268-269, 277-281, 283)2. Asıl “YZ” fikrinin yeşerdiği Turing testini ise Turing, başta “taklit oyunu” olarak anılan, makinelerin insanlarınkine benzer bilişsel beceriler sergileyip sergileyemeyeceğinin, örneğin düşünüp düşünemeyeceğinin nesnel bir biçimde sınanmasına ilişkin kavramsal bir test olarak “Hesaplama Makineleri ve Zekâ (1950)” makalesinde geliştirir. Bir düşünce-deneyi olan bu teste göre, eğer deneyi yapan sorgulayıcılar monitörler aracılığıyla sordukları sorulara karşılık ekranda yazılı olarak verilmiş yanıtlardan hangisinin bir insandan hangisinin bir bilgisayardan geldiğini anlayamazlarsa makine testi geçmiş sayılacaktır.
Leibniz, bu “kör hesap(lama)” fikriyle hem Boole cebrinin (cebirsel/matematiksel mantığının) hem de 20. yüzyılda iyice yetkinleşen sembolik mantığın gerçek öncüsü olmuştur
Turing, eğitilmesi durumunda bir şeyler öğrenebileceğine inandığı evrensel bir Turing makinesinin 2000’ler gelmeden bu testte başarılı olabileceğine ilişkin bir olasılık tahmininde bile bulunmuştur ama zekice davranışlarının ölçülebilmesi için bir makinenin insanlarla doğal dilde diyaloğa girmesinin ne denli güçlükler barındırdığının farkındadır da (Kutlusoy, 2019: 30-32). Turing’in ölümünden iki yıl sonra 1956 yazında YZ açısından oldukça önemli bir gelişme yaşanır. Bu, Marvin Minsky ve John McCarthy tarafından düzenlenen, YZ’nin ilk kez resmi, akademik bir bilimsel araştırma alanı olarak onaylandığı ve YZ araştırmasının hedefleri ile temel ilkesel çerçevesinin belirlenmesine girişildiği, üstelik “YZ (artificial intelligence)” teriminin ilk kez –McCarthy tarafından– kullanıldığı Dartmouth Konferansıdır.

Katılımcıları arasında Herbert Simon, Allen Newell, Claude E. Shannon ve Nathaniel Rochester gibi alanın diğer öncüleri de bulunmaktadır ve onlar ilkece, insan zekâsının ve bütün bilişsel özelliklerinin çok iyi tanımlanması durumunda, onu taklit (simüle) edebilecek bir makinenin (sayısal bir bilgisayarın) pekâlâ olanaklı olabileceğini ileri sürmektedirler (Kutlusoy, 2019: 32). İkinci Dünya Savaşından sonra bazı araştırma alanlarında merkezi bir konum kazanan “enformasyon” kavramı, bilişselciliğe yakın duran araştırmacıları zihinselcilikle ilgili olarak duydukları korkudan kurtulmaya ve davranışların gerisinde yatan zihinsel enformasyonun iş(lem)lenmesini anlamaya yönlendirir. İşte bu doğrultuda BB açısından çok ses getiren bir gelişme, 10-12 Eylül 1956’da MIT’ta Enformasyon Kuramı Sempozyumunun düzenlenmesidir (sonraları psikolog Miller 11 Eylül 1956’yı “BB’nin doğumu” olarak anar).
Bu sempozyumda Simon ve Newell’ın mantık kuramcısını3, Rochester ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği psikolog Donald O. Hebb’in nörofizyolojik modelinin bilgisayar uygulamasını, Chomsky’nin dilsel bilginin gösterim kurallarını, Miller’ın büyülü 7 rakamını tanıttığı bildirileri gibi oldukça önemli bildiriler sunulur. Sonuçta bu toplantıda, çeşitli disiplinlerden zihin araştırmacılarının ortak bir “enformasyon işlemleme sistemi olarak zihin” kavramında buluştukları görülürken her disiplinin zihnin anlaşılmasına kendince (farklı çalışma ve yaklaşım biçimleri, farklı açıklama yöntemleriyle) bir katkıda bulunabileceği anlayışı da paylaşılır.
Ayrıntılandırılacak olursa, zihnin “bir veri işlem(lem)e sistemi” ya da “bir gösterim/temsil aygıtı” veya “bir çeşit bilgisayar” olduğuna ilişkin varsayımlar, dahası bu varsayımlara ve onların aralarındaki ilişkilere yönelik yorumlar, BB arenasının zeminini oluşturur (Kutlusoy, 2004: 597, 598, 603). BB’nin araştırma alanını ise zihnin ussal/bilişsel ve duygusal/duyuşsal yetilerini tümüyle içeren “bilinç”in yanı sıra beyin haritası, hayvan bilişi ve insan benzeri düşünen sistemler gibi konularla zaman içinde gittikçe genişletmekte olduğu görülür (Kutlusoy, 2004: 596).
Denebilir ki gelinen noktada, bilgisayar bilimi ve YZ araştırmaları, sinirbilim, dilbilim ve psikoloji gibi farklı bilim disiplinlerinin yolu, böylece konu/sorun alanına ortak oldukları zihin felsefesiyle kesişmiş olmaktadır.
O halde, denebilir ki gelinen noktada, bilgisayar bilimi ve YZ araştırmaları, sinirbilim, dilbilim ve psikoloji gibi farklı bilim disiplinlerinin yolu, böylece konu/sorun alanına ortak oldukları zihin felsefesiyle kesişmiş olmaktadır.4 BB’nin 1980’lerin ortalarına kadar düşünsel ve kurumsal olarak gelişip yetkinleştiği süreçte, dilbilim, psikoloji, YZ araştırmaları ve felsefe etkin roller üstlenen bilişsel disiplinler olurken, sinirbilim ve yapay sinir ağlarına yönelik çalışmaların sönük kaldığı, 1990’lı yıllardaysa beyne yeniden dönüldüğü gözlemlenir (Kutlusoy, 2004: 611).
Çağdaş/bilişselci zihin felsefesinde YZ
Baştan beri zihin felsefesinin metafiziksel/ontolojik nitelikteki yani ruhun/zihnin varlıksal yanıyla, ne türden bir varlık olduğu gibi konularla ilgili soruşturmaları, iki ana doğrultuda yani –kartezyen etkileşimcilik, içebakışçılık gibi– düalizmin ve –davranışçılık, özdeşçilik gibi– materyalizmin çeşitlemeleri olarak ortaya çıkar. 20. yüzyılda düalist (ikici) zihin yaklaşımlarının etkilerini yitirmeye, materyalist (maddeci) yaklaşımlarınsa yaygın olarak benimsenmeye başlandığı görülür; örneğin 1940’larda Gilbert Ryle’ın temsilcisi olduğu felsefi/mantıksal davranışçılığın ardından, BB’nin ortaya çıktığı 1950’lerde zihin felsefesinde egemen olan görüş felsefeci J. J. C. Smart ve psikolog U. T. Place’in temsil ettiği özdeşçilik/fizikselciliktir.

1960’lara gelindiğinde ise zihin felsefesinin çağdaş döneminin ilk bilişselci ontolojik yaklaşımı olarak Hilary Putnam’ın işlevselciliği dikkat çeker. Zihinsel olanın fiziksel/sinirsel (maddi bedensel) olana indirgenerek onunla özdeşleştirilmesine karşı çıkan Putnam’ın geliştirdiği işlevselciliğe göre, belli zihin durumları yalnızca benzer beyin yapılarına sahip organizmalarda değil, farklı yapılardaki beyinlere ya da merkezi sinir sistemlerine sahip organizmalarda da, farklı birçok fiziksel durum biçiminde ortaya çıkabilir. Bu çerçevede belli zihin durumlarının belli beyin durumları oldukları reddedilirken “çoklu-gerçekleşebilirlikleri” onaylanmakta, dahası onların söz konusu gerçekleşmelerden herhangi biriyle tanımlanamadığı, beynin gerçekleştirdiği durumlar olsalar bile beyinden bağımsız oldukları kabul edilmektedir.
Bu görüşü makinelere de uyarlayarak genişleten Putnam, insan/hayvan zihinlerinin yanı sıra olası yapay zihinleri de göz önünde bulundurarak benzer zihin durumlarının bizim beyinlerimize benzer sistemlerle sınırlandırılmaması gerektiğini vurgulamaktadır. 1970’lerde izinden giden öğrencisi J. A. Fodor’dan başka D. C. Dennett ve W. G. Lycan gibi düşünürler de bir zihin durumunun duyumlar ve davranış (girdi-çıktı) arasında oynadığı kendine özgü bir nedensel/işlevsel rolle tanımlanması düşüncesini geliştirmeye çalışırlar.
Böylece işlevselcilik, günümüzde yalnızca YZ’nin felsefesi olmakla kalmaz, BB’nin çatısı altında genelde benimsenen felsefi zihin kuramı da olur (Kutlusoy, 2004: 608-609).5 Zihin felsefesinde yetkin çözümlemelerin yapılabilmesi için zihnin/bilincin ontolojisinin yanı sıra epistemolojisinin yani zihnin/bilincin bilgisinin ne olduğu, nasıl bilindiği gibi konuların da dikkate alınması, örneğin zihne ve beyne ilişkin bil(me)diklerimiz üzerinden yürütülen varlık tartışmalarının doğru olarak değerlendirilebilmesi amacıyla onların ontolojik veya epistemolojik niteliklerinin ayırdına varılması gerekmektedir.6
Epistemolojik açıdan yapılabilecek olan bir analiz, zihin/bilinç ve YZ soruşturmalarını hem öznesi/soruşturmacısı hem de nesnesi/konusu açısından çözümleyerek iki ana eksen belirlerken, bu iki eksenin birlikte göz önüne alınmasıyla da dört farklı sorun alanını belirginleştirir.
İşte burada epistemolojik açıdan yapılabilecek olan bir analiz, zihin/bilinç ve YZ soruşturmalarını hem öznesi/soruşturmacısı hem de nesnesi/konusu açısından çözümleyerek iki ana eksen belirlerken, bu iki eksenin birlikte göz önüne alınmasıyla da dört farklı sorun alanını belirginleştirir. Bu çerçevede, söz konusu iki eksenden zihnin “nasıl” bilindiğiyle ilgili bilme (özne) ekseninde birinci-tekil-kişinin öznel perspektifi ile üçüncü-tekil-kişinin öznelerarası perspektifi birbirinden ayrılırken, zihne ilişkin “ne”yin bilindiğiyle ilgili bilgi (nesne) ekseninde ise zihnin varlığının bilgisi ile neliğinin (doğasının) bilgisi birbirinden ayırt edilir.
Buna göre, soruşturmacı konumundaki özne, birinci-kişi yani “ben”in perspektifinden içgözlem/içebakış ile “kendi” zihninin varlığına ve neliğine ilişkin içinden ve doğrudan bilgi edinirken,7 üçüncü-kişi yani “o”nun perspektifinden gözlem ve çıkarsama ile “başkasının” zihninin (diğer zihinlerin) varlığının ve neliğinin dışarıdan ve dolaylı bilgisinin peşine düşmektedir. Burada zihnin/bilincin neliğinin bilinmesi/bilgisi ele alındığındaysa, “ben”in bakış açısından kendi bilincinin doğasının “fenomenal/niteliksel bilinç” (kendisine görünen bilinç), “o”nun bakış açısından başkasının bilincinin doğasının da “nedensel bilinç” (neden olan, yapan, yol açan bilinç) olarak bilinmesi/bilgisi söz konusu olmaktadır.
İşte YZ varlığı ve doğası açısından, zihnin/bilincin ontolojisi ile epistemolojisi arasındaki bağı da kuran çerçevenin diğer zihinler sorunu kapsamında, materyalizmin üçüncü-tekil-kişi perspektifinden deneysel-gözlemsel ve çıkarımsal olarak soruşturulmaktadır. (YZ’nin birinci-tekil-kişi perspektifinden kendi varlığını ve doğasını gerçek anlamda sorgulayabileceğini ise henüz düşünememekteyim.) Bu bağlamda bizler, doğrudan tanıyarak bildiğimiz kendi zihin durumlarımızın (varlığının) farkındalığından diğer insanların, hayvanların ve makinelerin de zihinlerinin, bilinçli deneyimlerinin var olduğuna, YZ’nin de “bizimki gibi” bir zihin olduğuna ilişkin inanca ya da kabule, ancak kendimizinkilerle benzerlikler kurduğumuz kimi empirik veriler temelindeki akıl yürütmelerle çıkarsayarak varabiliriz.
YZ varlığı ve doğası açısından, zihnin/bilincin ontolojisi ile epistemolojisi arasındaki bağı da kuran çerçevenin diğer zihinler sorunu kapsamında, materyalizmin üçüncü-tekil-kişi perspektifinden deneysel-gözlemsel ve çıkarımsal olarak soruşturulmaktadır.
Bunun için dayanak olarak başvuracaklarımızsa gözlemlediğimiz “dil kullanımları”, “benzer davranışlar” ve “benzer anatomik yapılar” olacaktır (Nagel, 2004: 13, 17). Ancak, YZ söz konusu olduğunda onun yalnızca dilsel davranışlarına, dili nasıl kullandığına odaklanılmakta8; bu, ayrıca onun nedensel doğasına ilişkin olarak –neden olduğu, yol açtığı dilsel ürünler aracılığıyla– kimi ipuçlarını da sunmaktadır (günümüzdeki ChatGPT gibi üretken geniş dil modelli YZ’nin yetkinleştirilmesi çabalarının önemi böylece daha iyi anlaşılmaktadır).
İşte Turing testinin yanı sıra John R. Searle’ün 1980’lerin başlarında kurguladığı Çince odası düşünce-deneyi de bu doğrultuda geliştirilmiş bir tartışma olarak dikkat çeker. Turing testinin tersine bir karşı-argüman olan Çince odasında, dışarıdan birtakım Çince sembol tabelalarının verildiği bir odada kapalı kalmış Çince bilmeyen bir kişi, odada bulunan ve gelen sembollere karşılık odadaki diğer tabelaları da kullanarak ne yapması (hangi sembol dizisine karşılık hangilerini nasıl düzenlemesi) gerektiğini söyleyen bir kural kitabının direktifleri doğrultusunda kimi tabelaları bir araya getirip dışarıya göndermektedir.

Bu çerçevede kişinin kuralları ustalıkla uyguladığı ve odaya verilen sembol tabelalarının bazı sorular, dışarıya gönderilenlerinse onların yanıtları olduğu düşünülecek olursa, Çince anlayan bir dış gözlemci “oda”nın Çince bildiği yönünde bir değerlendirme yapacaktır ama odadaki kişi tek kelime bile Çince anlamayacak durumdadır (Searle, 1996: 44-45). İşte Searle’e göre sayısal (dijital) bir bilgisayarın bu odadan hiçbir farkı yoktur. Böylece Searle, kurulan beyin-bilgisayar ve zihin-YZ benzerliklerinin temelinde YZ’nin (yazılım programının) bilgisayardaki (donanımdaki) işleyişinin aydınlatılmasının zihnin beyindeki işleyişine ışık tutacağını ileri süren güçlü YZ yaklaşımına karşı çıkmakta, anlamdan yoksun semboller üzerinde, yalnızca formel sentaktik (sözdizimsel) düzeyde işlemleme yapabilen ama semantik (anlamsal) düzeye sahip olamayan sayısal bilgisayarların insanlar gibi düşünmesinin söz konusu olamayacağını savunmaktadır.
Searle’e göre oysa doğal ve biyolojik niteliklerle donanmış olan insan zihni, düşünmek ve bilişsel etkinlikler sergileyebilmek için gerekli olan anlamlı içeriklere de sahiptir (Searle, 1996: 39, 43, 54-59). YZ’ye yönelik oldukça çekinceli hatta yıkıcı eleştirel sorgulamaların belki de ilk önemli temsilcisi 1970’lerin başında doğal insan bilişinin sembolik kodlarla gösterilebileceğine şiddetle karşı çıkan Hubert L. Dreyfus’tur. Ancak “uzmanca” bir yetkinliğin sergileyebileceği “zekice” davranışlar için, kurallara dayalı “ussal/mantıksal” bir çıkarım sürecinin izlenmesinden daha fazla şeyin gerektiğini bildiren Dreyfus, bu açıdan dünyaya tam anlamıyla gömülmüş, sosyal-kültürel çevresiyle etkileşim halindeki “bir bedenle varoluş”un işlevinin ve yaşam boyunca deneyimlerle biriktirilmiş “gündelik sağduyu bilgisi”nin öneminin altını çizmektedir.9
Searle’e göre oysa doğal ve biyolojik niteliklerle donanmış olan insan zihni, düşünmek ve bilişsel etkinlikler sergileyebilmek için gerekli olan anlamlı içeriklere de sahiptir.
Görüldüğü gibi burada, “zekâ”nın kurallarla yönetilmekten değil, insanın yaşam içindeki varoluşsal durumlarından ortaya çıktığına dikkat çekilmektedir.10 Dreyfus, bilgisel içeriğin beyinde küresel-ağsal bir yapı içinde işlendiğini de belirtmekte, dahası bu araştırma alanını “YZ” yerine “yapay akıl (artificial reason)” terimiyle adlandırırken besbelli ki bunun alanı daha iyi yansıtan, daha uygun bir adlandırma olduğuna inanmaktadır. Aslında Turing ve ardıllarının açmış olduğu yolda ilerlemekte olan sembolik YZ yaklaşımının “uzman” sistemleri, sembol dizilerinin birbirlerine eklemlenmesiyle oluşturulmuş mantık zincirlerinden sonuç çıkarsamaya yarayan uslamlama programlarıdır ve en başından beri bu çalışmalar sanki “zekice”likten çok “ussal”lığı ya da “mantıksal”lığı başarmayı hedeflemiş gibidirler (Kutlusoy, 2019: 35-36, 38-39).11
Ancak, sağduyusal bilgiyi göz ardı eden algoritmik sembolik programların üstesinden gelemediği sorunlar 1980’lerin ikinci yarısında “YZ kışı”nın yaşanmasına neden olmuş, –1970’lerde ilgi kaybına uğramış olan– yapay sinir ağları (bağlantıcı paralel hesaplama modelleri) yaklaşımının yeniden öne çıkmasıysa umut vadeden bir paradigma değişikliğine yol açmıştır.12 Bundan ötürü felsefeci John Haugeland 1985’te, alanın artık modası geçmiş olarak görülen ilk egemen paradigması için “güzel eski usul YZ” ifadesini kullanmıştır (Kutlusoy, 2019: 34; Kutlusoy, 2004: 611). Anlaşıldığı gibi YZ araştırmaları karşılaştıkları güçlükleri yeni yaklaşım biçimleriyle aşıp yollarında ilerlemektedirler ama insanlarınkine benzer bilişsel etkinlikler sergileyebildikleri söylenen programların/makinelerin gerçekten de insanlarınki gibi bilişsel yetilere sahip olup olmadıkları felsefe açısından tartışmalıdır ve bu sorgulamaların sürmesi kaçınılmazdır.
Sonuç
Bütün “bilişsel” çalışmalar, ister bilimsel araştırmalar olsun ister felsefi soruşturmalar, “bilişsel olan”ın doğal veya yapay biçimine odaklanmış olan çalışmalardır. Artık “insan gibi”liğin değil, “makine bilişi”, “makine öğrenmesi”, “makine uslamlaması” ifadelerinin dile getirildiği günümüzde, çok katmanlı yapay sinir ağlarının olanaklı kıldığı derin öğrenme(si)yle YZ, durmaksızın büyüyen veri yığınını farklı uygulama alanlarına yönelik olarak sürekli çözümleyip değerlendirirken örüntü tanıma, doğal dil işleme gibi konularda gittikçe daha da yetkinleşmektedir.
Bu doğrultuda sağlık, eğitim, savunma, endüstri ve finans gibi pek çok sektörde kullanılan YZ programlarının gelecekte insanlığa yapabileceği katkılarla ilgili beklentiler de artmaktadır.
Bu doğrultuda sağlık, eğitim, savunma, endüstri ve finans gibi pek çok sektörde kullanılan YZ programlarının gelecekte insanlığa yapabileceği katkılarla ilgili beklentiler de artmaktadır. Öte yandan hızla ilerleyişindeki YZ’nin, insanınkine yakın “genel YZ” düzeyine erişip onu geçerek “süper zekâ”ya doğru kendisini geliştirmesi durumunda insan soyuna yönelik bir varoluş riski taşıdığı, bununsa yaratacağı kitlesel işsizlikten çok daha ciddi bir tehlike olduğu uyarısı kaygılara yol açmaktadır (Kutlusoy, 2019: 26-28). Sonuçta, YZ’nin kötüye kullanımından başka çeşitli uygulamalarında ehil olmayanların doğurabileceği sorunlara ve pek çok tartışmalı konuya ilişkin etik, hukuki vb. düzenlemelerin yapılabilmesi için, çağdaş zihin felsefesinin ilgili felsefi ve felsefe-dışı alanlarla işbirliği büyük önem taşmaktadır.
Kaynakça
Eco, U. (1995). Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı, çev. K. Atakay, İstanbul: Afa Yayınları.
Kutlusoy, Z. (2004). “Bilişsel Bilim”, Felsefe Ansiklopedisi, Cilt 2, ed. A. Cevizci, İstanbul: Etik Yayınları, 596-612.
Kutlusoy, Z. (2019). “Felsefe Açısından Yapay Zekâ”, Yapay Zekâ ve Gelecek, ed. Prof. Dr. G. Telli, İstanbul: Doğu Kitabevi, 25-43.
Musoğlu, E. (2024). “Yapay Zekânın En Büyük Eksikliği Sağduyulu Olmaması”, Herkese Bilim Teknoloji (HBT), Sayı 445, 31 Ekim 2024, 12-13.
Nagel, T. (2004). “Diğer Zihinler (3. Bölüm)”, Her Şey Ne Anlama Geliyor? Felsefeye Küçük Bir Giriş, çev. H. Gündoğdu, İstanbul: Paradigma Yayınları, 13-18.
Searle, J. R. (1996). Akıllar, Beyinler ve Bilim, çev. K. Bek, İstanbul: Say Yayınları.
- Descartes rasyonalizmini benimseyen dilbilimci/felsefeci Chomsky’nin 1960’ların ikinci yarısındaki evrensel dil modeli çalışmalarının gerisindeki zihinselci yaklaşımınsa BB’nin ilerlemesinde özel bir etkisi vardır. Geliştirdiği üretici-dönüşümsel dilbilgisi kuramına göre bir tabula rasa olmayan insan zihni, doğuştan getirdiği evrensel bir dil edinimi düzeneğine yani bir “evrensel dilbilgisi (gramer)” yetisine sahiptir ve bu zihinsel dilbilgisi bütün doğal dillerin özel dilbilgilerinin ortak ilkesel temeli olmaktadır. Bu nedenle Chomsky için, dil ve zihnin ortak çerçevesini oluşturan bu evrensel dilbilgisini ortaya çıkarabilecek tüm empirik dilbilim incelemeleri, aynı zamanda insan zihninin de aydınlatılmasına katkıda bulunacaktır (Kutlusoy, 2004: 603-604). ↩︎
- “Kusursuz bir dil ütopyası”nın iki bin yıla yakın bir süredeki izlerini süren Avrupa Kültüründe Kusursuz Dil Arayışı (1993) kitabında Umberto Eco, YZ araştırmalarını a priori felsefi diller sorununun mirasçısı olarak görmekte ve Leibniz’in bilgisayar dillerini de öncelemiş olduğunu özellikle vurgulamaktadır. Eco’ya göre, gerçi insanlığın kültür tarihinde kusursuz dil ütopyası gerçekleşememiştir ama bu ütopyanın peşindeki düşünürlerin bütün çabaları, bilgisayar dilleri ya da biçimsel diller, YZ ve BB araştırmaları gibi oldukça önemli yan etkiler doğurmuşlardır (Eco, 1995: 32, 284-285, 306-307). ↩︎
- Simon ve Newell’ın “problem çözen zekâ”yı modelleme girişimleri olan mantık kuramcısı, bir prototip konumundaki ilk YZ sistemi olup, Bertrand Russell’ın A. N. Whitehead ile birlikte yazmış olduğu sembolik mantığın klasiği olarak görülen Principia Mathematica’daki (Matematiğin İlkeleri) kimi formel mantık teoremlerini ispat edebilen bir bilgisayar programıdır (Kutlusoy, 2004: 598). ↩︎
- Bu durumun yorumlanması amacıyla belki, Sirel Karakaş’ın çok-disiplinli beyin araştırmaları için yaptığı değerlendirme BB’nin bütünü için genişletilerek yeniden okunabilir: “Tüm bunlara yukarıdan bakmak ve yukarıdan bakarak tüm bu bilgilerin ve olayların evrenin gerçekleri açısından nerelere oturduğunu düşünmek gerekiyor. Bu da felsefenin işidir. Dolayısıyla böyle bir grubun içerisinde bu tür bir bakış açısını sağlayabilmek açısından bir felsefecinin de bulunması gerekir.” (S. Karakaş, “Bilimde Multidisipliner Yaklaşım”, Bilim ve Ütopya, Sayı: 75/Eylül, 2000, 72-75). ↩︎
- Aslında, işlevselcilik, Antik Yunan atomculuğunun materyalizminden etkilenen ama indirgemeciliğine karşı çıkan Aristoteles’in ruh anlayışında köken bulmaktadır. De Anima’da Aristoteles’e göre canlı varlığın ruhu, bedeninin kendisi değil de onun bir şeyidir; daha açıkçası ruh, bedenin biçiminin (yani canlılığının/yaşamının), işlevinin/ereğinin ve de etkinliğinin/ediminin/deviniminin nedenidir (414a 15-20, 415b 5-25; Aristoteles, Ruh Üzerine, çev. Zeki Özcan, Alfa Yayınları, İstanbul, 2001, 2. Baskı). ↩︎
- İçebakışçılık örneğin, içgözlemle doğrudan giriş yapabildiğimiz kendi zihin durumlarımızı bilebilirken beyin durumlarımızı bilemememizden yola çıkıp çağdaş düalizmi desteklemektedir ama zihin durumlarının bilinip beyin durumlarının bilinememesi, zihin ve beynin hiç de iki farklı varlık olduğunu göstermez. ↩︎
- Zihne birinci-kişi bakış açısından yaklaşım yani “kendi kendini içinden soruşturan zihin” 17. yüzyılda Descartes’la iyice netleşmiştir ama insan doğasını/zihnini anlamak için gerçekliğin asıl yattığı yer olan içe yönelmenin (içebakışın) gerekliliğine ondan çok daha önceleri A. Augustinus (354-430) ile vurgu yapılmıştır. ↩︎
- Çok gelişkin hâle getirildiklerinde YZ destekli insansı robotların zihinlerinin soruşturulması bağlamında, onların bedensel davranışlarının, mimik ve jestlerinin de incelenmesi kanımca pek yadırgatıcı olmayacaktır. ↩︎
- Yaklaşık yarım yüzyıl sonra günümüzde hâlâ YZ’nin “en büyük eksikliği” olarak sağduyudan yoksunluğu vurgulanmakta, sağduyunun derin öğrenmeyle birleştirilmesine çalışılmaktadır (Musoğlu, 2024: 12-13). ↩︎
- Bu durumda YZ araştırmalarının organizmacı bir yaklaşım doğrultusunda dünya içinde bedenli yaşamlara sahip olan robotlara doğru açılımı sanki kaçınılmaz gibi durmaktadır. ↩︎
- Ryle’ın daha önce Zihin Kavramı (1949) kitabında zekice zihin durumları ile ussal zihin durumları arasında yaptığı bu ayrımı (zekâ-us ayrımını) bu bağlamda ele alan bir çalışma için bkz. Z. Kutlusoy, “Zekicelik-Mantıksallık Ayrımı Bağlamında Yapay Zekâ”, Uluslararası IX. Mantık Çalıştayı Kitabı, yay. haz. Vedat Kamer, Mantık Derneği Yayınları, İstanbul, 2019, 301-317: http://bitly.com/2F5dkhw ve http://bitly.com/2teDlIL. ↩︎
- 1940’ların başlarında, enformasyonun sinir sistemi/beyin tarafından işlenmesinin bir benzerini bilgisayarda modellemeye ve nöron benzeri yapay sinir hücreleriyle birtakım ağları tasarlamaya girişen bağlantıcılık yaklaşımı, 1950’lerde de çalışmalarını sürdürmüştür. 1962’deyse Frank Rosenblatt ilk kez canlı sinir ağlarını örnek alarak yapay ağ modeli “perceptron”u geliştirmiş, 1986’da da David Rumelhart ve arkadaşlarının ağ sisteminde paralel dağıtılmış işlemlemeyle ilgili araştırmaları çok ses getirmiştir (Kutlusoy, 2004: 601-602, 611). ↩︎

