Nörosinema, nöro ve sinema sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor. Nöro “sinir veya sinirlere veya sinir sistemine ait” anlamına gelirken sinema sözcüğü ise “hareket etmek, devinmek” anlamına gelmektedir. O hâlde nörosinema, hareket eden görüntülerin sinir sisteminde yarattığı etkiyi ölçmeye çalışan yeni bir alandır.
Doç. Dr. Nil Çokluk
Mustafa Kemal Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü
Giriş
Sinema sanatı izleyicinin zihni ve duyguları üzerinde derin etkiler yaratan hareketli bir resimdir. Bu hareketli resim kameradan kurguya her aşamada izleyiciyi tesiri altına alır. Şekillendirilebilir bir sanat olan sinema bilişsel bir yaratım sürecidir. Bu demek oluyor ki; kamera açısı, görseller, ses, renk teknolojisi, 3D sinema, animasyon, yakınlaştırma ve düzenleme gibi unsurları kullanıp teknolojiden yararlanarak insan zihnini şekillendirebiliyor. Sinema nörolojik yapımızı farklı biçimlerde etkileme gücüne sahip midir? Bu soru nörosinema alanının varlık bulduğu temel sorudur. Peki nedir bu nörosinema?
Nörosinema teriminin köken ve tanımı
Nörosinema, nöro ve sinema sözcüklerinin birleşiminden oluşuyor. Nöro “sinir veya sinirlere veya sinir sistemine ait” anlamına gelirken sinema sözcüğü ise “hareket etmek, devinmek” anlamına gelmektedir. O halde nörosinema, hareket eden görüntülerin sinir sisteminde yarattığı etkiyi ölçmeye çalışan yeni bir alandır. Genel bir ifadeyle nörosinema, filmlerin insan beynini nasıl etkilediğini ve insan beyninin herhangi bir film ya da sahneye nasıl tepki verdiğini inceleyen disiplinlerarası bir alandır. Sinema ve nörobilim arasında köprü görevi gören nörosinema bireylerin film deneyimleri sırasında etkilendikleri bilişsel ve duygusal unsurları tespit eder. Sadece bununla kalmaz filmlerde nörolojik ve psikiyatrik hastalıkların özelliklerini de inceler. Böylelikle sinema deneyimi altında yatan karmaşık nörolojik süreçler gün yüzüne çıkar.
Nörosinemadan elde edilen bu veriler akademik alan için bilimsel iç görüler sunmasının yanı sıra film yapımcılarını da anlatı ve sanat açısından besler. Filmin sinir yollarını nasıl kontrol altına aldığını açıklamaya çalışan nörosinema beynin işleyiş biçimini göz önünde bulundurarak filmlerin bilişsel, duygusal ve fiziksel yarattığı etkileri analiz etmeye çalışır. Bunu gerçekleştirmek için nörobilimin kullandığı nörometrik ve biyometrik ölçüm teknikleri kullanılır. Nörometrik ölçümler genellikle; fMRI, EEG, PET ve MEG teknolojilerini içerir.

Bilinçdışı tepkilerin sinirler aracılığıyla vücuda ilettiği sinyalleri ölçen biyometrik ölçümler ise, göz takibi, yüz ifade tanımlama, EKG, PPG, GSR gibi tekniklerdir. Bu teknikler ile izleyicilerin dikkat düzeyi, motivasyonu ve duygusal uyarılma düzeyi açığa çıkarılabilir. Nörosinemanın faydalandığı bir teknik de ISC analiz tekniğidir. Bu teknikle izleyicinin beyninin küçük ve belirli bir bölgesinde görüntülere tepki süresi ölçülür. Bu ölçüm, farklı izleyicilere ve beynin farklı bölgelerine odaklanılarak tekrarlanır. Böylece film izlerken benzer tepki süresine sahip izleyicilerin beyin bölgeleri belirlenir.
Nörosinemanın tarihsel gelişimi
Nörosinema kavramsal olarak ilk kez 2007 yılında Peter Weibel tarafından kullanılmışsa da sinema ve nörobilim arasındaki ilişki daha eskilere dayanır. Tarihsel süreçte Fransız felsefeci Henri Bergson sinema ve beyin ilişkisini felsefi açıdan ele alan ilk filozoflardan biri oldu. 1896 yılında Madde ve Hafıza adlı kitabında sinemanın zihnin içinde neler olduğunu açıkladığını öne sürer. Yaratılan hareket hakkında hareket-imge kavramlarından yola çıkarak modern düşünme metotları oluşturmaya çalışır.
Bertnard Russell ise sinemanın ilk adımlarını attığı dönemde bu sanatın özgür iradeyi tahrip ettiğinden bahseder. Sinemanın zihin üzerinde etkili olduğunu belirten Russell çocukların sevgi sadakat, iş gibi gündelik hayata ilişkin kavramları özgür irade yerine Hollywood filmlerini izleyerek öğrendiğini belirtir. Amerikalı fotoğrafçı Eadweard Muybridge ve nörolog Francis Dercum nörolojik rahatsızlığı olan hastaların ilk hareketli resim sekanslarının oluşturulmasında iş birliği yaptı. 1870’lerin sonunda ve 1880’lerde, film kameraları veya projektörlerin geliştirilmesinden önce, Muybridge, ardışık tetiklenen tek görüntülü kameralar ve çok lensli kameralar kullanarak, hareket halindeki insanların ve hayvanların ardışık görüntülerini fotoğrafladı.
1885’te Dercum, anormal hareketleri içeren çeşitli nörolojik bozuklukları olan hastaların ardışık görüntülerini fotoğraflamak için Muybridge ile iş birliği yaptı. Düzenleme ve yaratmaya dayanan montaj kuramı üzerine deneyler yapan Rus yönetmen ve kuramcı Sergei Eisenstein da sinema ve beyin ilişkisini ortaya koyan isimlerden biri oldu. Bunun yanı sıra Rus film yapımcısı ve teorisyeni Lev Kuleshov’un doğrudan doğruya, izleyicinin psikolojisini etkileme üstüne kurulu kurgu tekniğini ifade eden “Kuleshov Etkisi” sinema ve nörobilim ilişkisini ortaya koymuştur.
Fransız mikrobiyolog Jean Comandon, 1918’den 1920’ye kadar nörolojik hastalıkları teşhis etmek için sinematografiyi kullandı.
Bu etki, bir dizi görüntüyü art arda getirerek izleyicinin zihninde duygu ve düşünceler oluşturmanın mümkün olduğunu ortaya koydu. Fransız mikrobiyolog Jean Comandon, 1918’den 1920’ye kadar nörolojik hastalıkları teşhis etmek için sinematografiyi kullandı. Pathé firması ile gerçekleştirdiği araştırmalarla mikrosinematografi alanında öncü oldu. Rudolf Magnus ve öğrencisi Gysbertus Rademaker 1909’dan 1940’a kadar hayvanlar üzerinde yapılan tıbbi deneylerden filmler ürettiler. II. Dünya Savaşı öncesinde nörosinemanın portresini sunan Magnus-Rademaker Koleksiyonu ile sinematografinin tıpta kullanımını yeni bir aşamaya taşıdılar.
2008 yılında Uri Hasson ve meslektaşlarının yaptığı çalışmalar nörosinema alanı için önem taşımaktadır. Çalışmada fMRI ve ISC tekniği kullanılmıştır. Hasson ve meslektaşları elde ettikleri bulgularla, kurgulanmış bir filmin izleyicilerin beyin aktivitesini önemli ölçüde kontrol edebileceğini ortaya koydu. Araştırmacılar görsel ve işitsel bölgeler, konuşma üzerinde etkin olan Wernicke alanı adı verilen dil bölgesi, duygusal işleme bölgeleri ve ayrıca parietal ve temporal loblarda bulunan çok duyulu bölgeler gibi beynin farklı bölgelerinin bir film izlerken aktif hale geldiğini tespit etti.

Bunun yanı sıra Eelco Wijdicks’in, Neurocinema: the Sequel a History of Neurology on Screen ve bunun devamı niteliğinde 2015 yılında çıkardığı Neurocinema: When Film Meets Neurology adlı kitabı önemli nörosinema çalışmaları arasındadır. Wijdicks nörolojik bozuklukların ve karakterlerin filmlerde ve belgesellerde nasıl tasvir edildiğini analiz etti. Wijdicks, nörolojik bozukluklarla doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili olan filmleri inceledi. Bunun yanı sıra filmlerde sunulan nörobilimle ilgili etik sorunlarla da ilgilendi.
İlk sinema filmi örnekleri
İzleyicinin duygu ve düşünceleri üzerinde sinemanın etkisini dile getiren Alfred Hitchcock’un filmleri insan beyni üzerinde etki yaratma konusunda yapılan ilk sinema film örnekleri arasındadır. Hitchcock’un filmlerinde karmaşık psikolojik bir atmosfer vardır. Bu atmosfer, izleyicinin zihni üzerinde derin bir etki yaratır. Pscyho, Vertigo, Arka Pencere gibi önemli filmler Hitchcock’un karmaşık psikolojik bir atmosfer yaratarak sinema tarihinde izleyicinin zihnini derinden etkilemeye çalıştığı önemli örneklerdir.
Nörofizyoloji ve sinema ilişkisi
Bir film izlerken görülen sadece ekrandaki hareketli görüntülerin kaydı değil, insan duyularının, hayal gücünün karmaşık yapısıdır. Filmler beyni dönüştürür. Zengin görsel unsurlar ile zihni büyüler ve beyin üzerinde etkili olur. Bu nedenle filmler bilişsel katılım için güçlü araçlardır. İzleyici bir filmi takip ederken beyin olay örgüsünü işler ve çıkarımlar yapar. Filme bu aktif katılım bilişsel işlevleri keskinleştirir. Çelişkileri kabul etmeyen beyin filmlerle tutarlı bir deneyim oluşturur. Bu deneyimi oluştururken düşüncelerden sorumlu prefrontal korteks, duyguların yaşadığı amigdala, uzun süreli hafızayı ifade eden hipokampüs eklektik bir şekilde çalışır.
Bir film izlerken görülen sadece ekrandaki hareketli görüntülerin kaydı değil, insan duyularının, hayal gücünün karmaşık yapısıdır ısıdır. Filmler beyni dönüştürür.
Beyindeki görme yollarının beyne neredeyse hâkim olduğunu söylemek mümkündür. Film izlemek beynin görsel bölgelerini aktif hale getirir. Beynin ön bölgesinde gözler ve iki optik sinir yer alırken, görsel işlemeden sorumlu olan bölge beynin arka kısmında ve oksipital lobda bulunur. Görsel kadar büyük etkiye sahip olan işitsel uyaranlar temporal lobda bulunan işitsel korteksi harekete geçirir. Filmlerin merkezinde yer alan ve sinema anlatısını, izleyiciyle bağı, izleme deneyimlerini yönlendiren duygular amigdalada yer alır ve kalıcı izlenimler yaratır.
Filmler duygusal tepkileri uyandırmak için müzik, karakterler, konu detayları gibi unsurları kullanır. İzleyici bütün bu unsurları algılayarak paylaşılan deneyimlerle filmle özdeşlik kurabilir. Bu durum ayna nöronlar aracılığıyla karakterlerle empati kurmasını ve bağ oluşturmasını sağlar. Bu sırada aşk hormonu veya sosyal bağlanma hormonu olarak bilinen oksitosin salınımı tetiklenir. Bu bağ kurma izleyicinin karakterlerin duygularıyla rezonansa (bilinçaltı bağlantı) girmesini sağlar. Örneğin, bir filmde bir karakter korku içindeyken korku, mutlu iken mutlu hissetmek mümkündür.
Nörosinema üzerine yapılan araştırmalar ve nöropazarlama
Son yıllarda beyinle ilgili araştırma ve keşiflerin artmasıyla birlikte sinema nöropazarlama açısından da ele alınmaya başlandı. Filmler, izleyicinin sinirsel tepkileri göz önünde bulundurularak hazırlanıyor. Bugün Hollywood filmlerinin dağıtımının ön koşullarından biri nörosinema testinden geçmiş olmasıdır. Test sürecinde izleyici bir fMRI cihazına yerleştirilerek cihaza entegre edilmiş bir ekranda film izletiliyor. Bu sırada bitişik odada nörobilimciler izleyicinin beynindeki tepkileri gözlemleyerek kayıt altına alıyor. Böylece hangi sahnelerin, karakterlerin, diyalogların, ses ve görüntülerin izleyicinin beyninde tepki yarattığı ortaya konuyor. Bu testlerin ardından izleyicinin beyninde yeterli etki yaratmayan sahne, karakter ve diyaloglar yeniden düzenleniyor. Bu düzenleme sonucunda izleyiciyi en çok etkileyen karlı filmler yapılabiliyor.
Sonuç: Teknolojik ilerleme ve nörosinemanın geleceği
Önümüzde büyüleyici bir pencere açan nörosinema sinemanın nörobilimsel yönünü keşfetme çabası içerisindedir. Nörobilim teknolojilerinin hızla artan gelişimine paralel olarak sinema teknolojiden daha çok faydalanacaktır. Bu durumun hem sanat hem pazarlama açısından nörosinemanın içeriğine etki etmesi beklenmektedir. Çünkü nörosinema teknolojinin gelişmesine derinden bağlıdır. Hız çağında teknolojinin dönüşümü kadar insanların değişiminden de bahsedersek gelecekte nörosinemanın öneminin artacağını ve yeni soruları cevaplaması gerekeceğini söylemek mümkündür.