Doğada neden hâlâ kısa boynuzlu veya soluk renkli erkeklerin var olduğu sorusunun cevabı, evrimin tek bir “mükemmel” erkek yaratmadığı gerçeğinde yatmaktadır. Bunun yerine, evrim, sürekli değişen çevresel koşullara uyum sağlamak için çeşitlilik ve esnekliği teşvik eder.
Son yazımda dişilerin eş seçerken erkeklerin belirli özelliklerine doğru yöneldiğinden bahsetmiştim; daha uzun boynuzları, daha melodik şarkıları, daha parlak renkleri veya daha büyük inşa edilmiş yuvaları seçiyorlardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan sorun nesiller ilerledikçe erkeklerin bu tip özelliklerinin yalnızca bir yöne doğru sürekli değişmesinin beklenmesiydi. Popülasyondaki erkekler daha uzun veya daha parlak olmaya doğru evrilirken, yani kısalar, renksizler, daha az gösterişli olanlar başarısız olurken, zamanla çeşitliliğin doğal olarak ortadan kalkması beklenir. Öyleyse çevremizde neden hâlâ kısa boynuzlu veya soluk renkli erkekler de var? Dişilerin uyguladığı seçilim baskısı neden hâlâ “mükemmel” erkekleri yaratmadı?
Bu soruları cevaplamadan önce önemli bir konu olan “çeşitlilik” veya daha teknik deyimiyle “varyasyon” gibi bazı kavramları kısaca açıklamak istiyorum. Geçenlerde bir arkadaşım, kedilerin burunlarının birbirine hiç benzemediği üzerine duyduğu bir haberden şaşkınlıkla bahsetmişti. Habere göre kedilerin burunları, tıpkı parmak izlerimiz gibi, onları birbirinden ayırt etmeye yarayacak kadar farklı şekil, renk ve büyüklükteymiş. Bunu duyduğumda pek de şaşırmadım, benim için haber niteliği olamayacak kadar sıradan ve ilginç olmayan bir bilgiydi. Beni asıl şaşırtan arkadaşımın buna heyecanlanması ve bu bilginin ona ilginç gelmesiydi. Hepimiz eğitim hayatımız boyunca bolca matematik dersi aldık, içinden çıkılmaz denklemler ve fonksiyonları ögrenmeye çalıştık. Ama son zamanlarda iyice anladım ki en temel ve önemli bazı kavramlar konusunda oldukça eksik bırakılmışız. Yalnızca doksanlarda büyüyen, benim de ait olduğum nesil değil, şimdilerin gençleri de böyle bir bilgiyi duyduklarında şaşırılası bir doğa olayı olduğunu düşünüyorlar. Matematikçi Can Gürses’in yakın zamanda attığı bir tweet ile de bu durum iyice açığa çıktı; Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı Testi’nde Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 80’inin cevaplayamadığı bir soru olduğunu yazıyordu:
“Bir basketbol takımı tüm maçlarını ortalama 19 sayı farkla kazanarak şampiyon olmuştur. Bu takımın herhangi bir maçı 19 sayı fark olmadan kazanmamış olması mümkün müdür?”
Bu nedenle bu yazıda öncelikle kısa ve öz matematiksel anlamda çeşitlilik kavramını ve herkesin mutlaka bilmesi gereken 3 istatistikî terimi biraz açıklamak istiyorum: Olasılık, varyans ve ortalama. Kedilerin burunları veya parmak izimiz gibi özellikleri biricik yapan, diğer başka özellikler arasında farklı kılan nedir? Gerçekten özel olduklarını söyleyebilir miyiz? Hayır! Pek çok başka ölçülebilir özellik arasında onları farklı ve özel kılacak bir durum yoktur. Parmak izleri, deri altında bulunan tabakanın şekli ve yapısı tarafından belirlenir. Bu tabakadaki farklılıklar, genetik ve çevresel temelli olarak parmak izlerinin desenlerinde rastlantısal farklılıklara neden olur. Kedilerin burunları ise sadece desen değil, şekil, büyüklük gibi pek çok farklı alt özelliğe ayrılabilir, bu da ölçümün hassaslığını arttırır. Örneğin sadece göz rengini ele alıp tonlarını da yeterince ayrıntılı bir şekilde ölçersek birbirimizden yüksek oranda farklı çıkabiliriz veya boyumuzu santimetrenin milyonda biri kadar bir hassasiyetle ölçersek, sizce ne kadar büyük bir olasılıkla tıpatıp aynı boylarda çıkarız? İnsan boyunu santimetre cinsinden ölçerseniz bir sınıfta aynı boyda iki öğrenci bulma olasılığınız yüksektir ama milimetre cinsinden ölçerseniz çeşitlilik dereceniz artacak ve birbirine benzer öğrenci bulma olasılığınızda azalacaktır.

Yani özelliğin ne kadar kompleks olduğu ve ne kadar hassas ölçüldüğü gibi parametrelere bağlı olarak başka pek çok özellik de sizi en az kedi burnu veya parmak izi kadar şaşırtabilir. Öte yandan olasılıklar dünyasında iki insanın parmak izinin ya da iki kedinin burun şeklinin aynı olmama ihtimali mutlak sıfır değildir, sıfıra çok yakın bile olmayabilir, ama net olarak bilmiyoruz. Çünkü bir türe ait gelmiş geçmiş her bir bireyi ölçmedik, her kedinin burnuna bakmadık, ya da her insanın parmak izine sahip değiliz. Sadece ölçebildiğimiz kadarıyla elde ettiğimiz bilgi bize, bu özelliklerin iki bireyde aynı olma olasılığının düşük olduğunu gösteriyor. Yeterince ölçüm yaptığımızda tıpatıp aynı iki parmak izi bulamayacağımızın bir garantisi yoktur. Yani, canlılarda ölçtüğümüz hemen her özellik çeşitlilik gösterir, ölçümleri belirli aralıklarda değişir ve belirli olasılıklarla bir bireyden diğerine farklılık gösterir. Çünkü canlılar dünyasında hemen her özellik pek çok gen ve değişen çevre ile etkileşerek şekillenir. Bir torbaya atacağınız 100 renk yün ve 100 renk düğmeden örülebilecek kazakların ne kadar çeşitli ve birbirinden farklı olabileceğini bir düşünün. İşte canlıların özellikleri de bir torbadaki yünler ve düğmeler gibi, taşıdığımız pek çok farklı gen ve anne karnında döllenme anından itibaren maruz kaldığımız çevresel etkenlerle etkileşerek ortaya çıkar, dolayısıyla özellikler pek çok olasılığı barındırabilir.
Temsili sayıda bireyi ilgilendiğiniz herhangi bir özellik açısından ölçtüğünüzde, birey başına bir sayı elde edersiniz. Torbadaki her kazağın bir kol boyu vardır. Tek başına bu sayılar pek anlam ifade etmeyebilir. Kaçı uzun, kaçı kısa, kaç tanesi birbiri ile benzer gibi soruları tek tek bu sayılar cevaplayamaz. Kaç birey ölçtüyseniz, ölçüm hakkında genel bir fikir edinmek için bu sayılardan elde edilecek iki yeni sayıya ihtiyaç duyarsınız, toplam ölçülen miktarı birey sayısına bölerek elde ettiğiniz ortalama ve her bireyin ortalamadan sapma derecesinin ortalaması yani varyans. Burada özellikle seçerek kullandığım “temsili” kelimesi için bir parantez açalım. Çoğu tür içinde, dünya üzerinde o türe ait her bireyi ölçemezsiniz. Ancak temsili sayılarda örnekleri ölçebilirsiniz, bu nedenle sayınızın temsil edebilme yeteneği yüksek olmalıdır. Yani bir torbanın içinden seçtiğim kazaklar, tüm kazakları aşağı yukarı iyi temsil edecek sayıda ve nitelikte yani rastgelelikte olmalıdır. Böylece bulduğumuz ortalama ve varyans o canlı için o özelliği iyi temsil edebilir. Bilerek hep uzun kazakları seçersek torbadan iyi bir temsil elde edemeyiz.
Ölçtüğünüz her birey, hesapladığınız ortalama değerinden çok farklı bir sayıya sahipse, varyans yani çeşitlilik derecesi yüksek olacaktır. Bunun tersine bir örnek verelim. Gelmiş geçmiş her insanın doğuştan iki gözü, iki kulağı vardır. Nadiren bunlar eksik olarak doğarız, ne kadar sayarsak sayalım nüfusun ortalamasında iki göz veya iki kulaktan büyük bir sapma göremeyiz. Dünyadaki herkesin göz sayısı toplamını, dünyadaki herkesin toplam sayısına bölersek neredeyse tam olarak iki sayısını buluruz. Çünkü çevreden etkilenmeyen ve çok sıkı denetim altında olan yalnızca birkaç genin kararıyla iki göze veya kulağa sahip oluruz. Her bir bireyin bu ortalamadan sapma oranı da yaklaşık sıfır olacaktır. Ortalama iki gözümüz var ve burada varyasyon yaklaşık sıfır, yani çeşitlilik yoktur.
Olasılık, varyasyon ve ortalama terimlerini anlamak sadece biyoloji alanında değil, siyaset, ekonomi, psikoloji, sosyoloji, spor, seçimler, vergiler, market harcamalarınız, aklınıza gelen her alanda hayatı anlamayı kolaylaştırır. Gelişmiş bir toplumda basket maçı sorusuna doğru cevap verme oranının beş çocuktan biri değil, en az dördü olması gerekirdi.

Bir Jüpiter ve bir de Mars basketbol takımları olduğunu varsayalım. Galaksi Ligi’nde Jüpiter takımının son beş maçta rakiplerine karşı aldıkları farklar 21, 21, 17, 17, 19 olsun. Marslı takım ise 28, 13, 19, 20, 15 farklarla maçları bitirmiş olsun. Her iki takımın ortalama sayı farklarını hesaplayalım:
Jüpiter: 21+21+17+17+19=95
95/5=19
Mars: 28+13+19+20+15=95
95/5=19
Her iki takım da rakiplerine ortalamada 19 sayı fark atarak ligi eşit sürdürüyor gibi görünüyor. Ve her iki takım da 5 maçın sadece birini 19 sayı farkla bitirmiş! Şimdi de varyanslarını hesaplayarak hangi takımın daha çeşitli performanslar sergilediğine bakalım. Bunun için her fark skorunun ortalamadan ne kadar saptığının (değiştiğinin) ortalamasını bulmalıyız. Eksi sayılardan kurtulmak için yaptığımız ufak hile her zaman farkların karesini almaktır.
Jüpiter: (21-19)2+(21-19)2+(17-19)2+(17-19)2+(19-19)2 = 4+4+4+4+0 = 16
16/5=3.2
Mars: (28-19)2+(13-19)2+(19-19)2+(20-19)2+(15-19)2 = 81+36+0+1+16 = 134
134/5=26.8
Gördüğümüz üzere varyans değeri Marslı takım için, Jüpiterli takıma göre oldukça yüksek, yani çeşitlilik daha fazladır. Belki her maçta değişen performansları, belki de rakiplerinin iyilik derecesi diğer takıma göre çok daha dalgalı olmuştur, kim bilir.
Ortalama, varyasyon, olasılık gibi zor görünen matematiksel birkaç terimin kolaylığını ve eğlenceli taraflarını umarım gösterebilmişimdir. Erkeklerin dişiler tarafından seçilen özellikleri konusuna dönersek; renkler, sesler, hareketler gibi aklınıza gelebilecek pek çok özellikte çeşitliliği ve farklılıkları neredeyse her canlıda gözleyebilirsiniz. İşte bu da dişiler özelikle bazılarını seçiyorsa, neden çeşitlilik azalmıyor sorusunu akla getiriyor.
Birinci neden genetik çeşitliliğin faydaları üzerinedir. Genel olarak genetik çeşitlilik dünyamızda hayatın devam edebilmesi için elzemdir. Çeşitliliğin olmadığı yerde, çevresel koşullar değiştiğinde hayatta kalıp üremeyi başarabilen gen kombinasyonlarının var olma olasılığı düşer ve canlılık sona erer. Yavrular ebeveynlerinden iki gen seti miras alır: bir kromozomun her bir kodlama bölgesinde, bireyin herhangi bir özelliğini belirleyen bir genin, biri anneden diğeri babadan gelen iki kopyası vardır. Ortaya çıkan özellik yani fenotip, her iki ebeveyn tarafından katkıda bulunulan genler arasındaki etkileşimlerle belirlenir. Bir genin farklı versiyonlarıyla katkıda bulunulduğunda, bu versiyonların oluşturacağı kombinasyonlar ve olasılıklar değişecek, genetik çeşitlilik artacaktır. Doğa bunu bize adeta dikte eder. Bu durumda çoğu gen kombinasyonları yavru için iyi olur, onların sağlığını ve zindeliğini arttırır. Fakat, her iki ebeveynden de üreme açısından zararlı olabilecek mutasyonları içeren genler gelirse; yavrunun yaşamı zayıf gelişim, kısırlık ve hatta ölümle sonuçlanabilir. Daha önce de bahsi geçen Robert Trivers, buradan yola çıkarak, dişilerin potansiyel eşler arasından genetik uyumluluklarına göre seçim yapmalarının, genotipleri (bireyin genleri toplamı) yavruların zindeliğini desteklemede kendilerinin genotiplerini en iyi şekilde tamamlayacak erkekleri seçmelerinin gerektiğini öne sürmüştür. Bu da her bir dişinin kendi genotipine daha uygun bir aday bulabileceği anlamına gelir. Kısaca, her kör satıcının bir kör alıcısı vardır veya davul bile dengi dengine çalar. Dişilerin aradığı tek bir iyi genotip yoktur; bunun yerine, bir dişi tarafından tercih edilen erkekler diğerleri tarafından reddedilir veya bunun tersi geçerli olacaktır. Diğer bir değişle dişilerin seçiciliği de belirli bir oranda çeşitlilik gösterir.
Trivers’ın bu teorisini destekleyen ilginç bir deney, insanlarda MHC (Major Histocompatibility Complex) genleri ve eş seçimi arasındaki ilişkiyi incelemiştir. MHC genleri, bağışıklık sisteminin önemli bir parçasıdır ve vücudun hastalıklarla savaşmasına yardımcı olur. Deneyde, kadınlara farklı erkeklerin giydiği tişörtler koklatılmış ve kadınlardan en hoşlarına giden kokuyu seçmeleri istenmiştir. Sonuçlar, kadınların MHC genleri kendilerininkinden farklı olan erkeklerin tişörtlerindeki kokuyu daha çekici bulduklarını göstermiştir. Bu durum, farklı MHC genlerine sahip bireylerin bir araya gelmesinin, yavruların daha geniş bir hastalık yelpazesine karşı dirençli olmasını sağlayabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Tıpkı kör satıcının kör alıcısını bulması gibi, her bireyin MHC genleri de kendisine en uygun eşleşmeyi aramaktadır. Bu da insanlarda eş seçiminin rastgele olmadığını, genetik uyumluluğun önemli bir rol oynadığını göstermektedir.
Bazı özellikler birden fazla amaca hizmet edebilir veya doğal seçilime tâbi olabilir. Örneğin erkeklerin uzun kuyrukları, dişileri çekmenin yanı sıra, uçma yeteneklerini de etkileyebilir. Çok uzun bir kuyruk, erkeği daha çekici hâle getirebilir, ancak aynı zamanda onu avcılara karşı daha savunmasız hâle de getirebilir. Bu nedenle, ideal kuyruk uzunluğu, çekicilik ve hayatta kalma arasında bir dengede olacaktır.
Bir diğer mekanizma ise çeşitliliğin başta da bahsettiğim gibi sadece genler değil, çevresel koşulların da etkisiyle şekillenmesidir. Dişilerin seçtikleri bir özellik konusunda fazla genetik çeşitlilik göstermediğini varsayalım, örneğin her seferinde en parlak taşlarla yuva yapan erkek kuşları seçen bir çardak kuşu dişisi (Ing. Bowerbirds), her seferinde en parlak taşlarla yapılmış yuvalardaki erkekleri seçse de taşların parlama derecesi bulundukları coğrafya koşullarına göre değişebilir. Bu da erkeklerin parlak algısında çeşitliliğe yol açabilir. Kendi az parlak bölgesinde çok başarılı olan bir erkek, diğer başka bir bölgede başarısız olabilir. Bölgeler arasında erkekler açısından sürekli bir hareket varsa, erkeklerin başarı olasılıkları değişecek, görece iyiler ve kötüler hep birlikte var olmaya ve çeşitliliği sürdürmeye devam edeceklerdir. Benzer şekilde yaşadığı coğrafyaya göre görme algıları farklı olan dişiler de algıladıkları parlaklık derecesinde farklılık göstereceklerdir. Özetle A çevresinde başarılı olan A erkeği, B çevresinde B erkeğine karşı başarısız olabilir, ama her iki erkek de var olmaya devam eder. Ayrıca doğa her zaman sabit ve öngörülebilir değildir. Dişilerin tercihleri, zaman içinde değişen çevresel koşullara bağlı olarak da farklılık gösterebilir. Örneğin, belirli bir yıl içinde yiyecek kıtlığı yaşanıyorsa, dişiler parlaklık yerine daha güçlü ve dayanıklı görünen erkekleri tercih edebilirler. Bu tür dalgalanmalar, popülasyon içindeki çeşitliliğin korunmasına yardımcı olur.

Günümüzde kadınların tarla süren erkeklere ihtiyacı azaldığı için, daha kaslı ve kuvvetli erkeklerden ziyade daha kıvrak zekâlı erkeklere doğru seçilim algılarının değiştiğinin eminim farkındasınızdır. Kadınlar artık teknolojik devrimlerin getirdiği değişen çevresel şartlar altında daha farklı seçimler yapıyor. Şehirli kadınlar kırsalda yaşayan kadınlardan farklı. Çeşitlilik her yerde var olmaya devam ediyor. Sonuç olarak, doğada neden hâlâ kısa boynuzlu veya soluk renkli erkeklerin var olduğu sorusunun cevabı, evrimin tek bir “mükemmel” erkek yaratmadığı gerçeğinde yatmaktadır. Bunun yerine, evrim, sürekli değişen çevresel koşullara uyum sağlamak için çeşitlilik ve esnekliği teşvik eder. Bu çeşitlilik, türlerin hayatta kalmasını ve değişen dünyaya uyum sağlamasını sağlar. Dişiler de seçerken bu evrimsel süreçlerin doğasıyla şekillenir.

Doğada eş sayısı oldukça çeşitlilik gösterir. Türler sadece monogamik ve poligamik olarak ayrılmaz. Ve sanılanın aksine monogamik türler yok denecek kadar azdır. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere sevgili okurlar…

