Sanat terapisinde ziyaretçi ve sanat terapisti perspektifinden…
Prof. Dr. Devran Tan
GazeteBilim Yazarı
Sanat Terapisti, Psikiyatrist, Psikoterapist
Sanat Terapisi ile “Ziyaretçi ve Sanat Terapisti’’ olarak eserler ile kurulan etkileşimi kendi deneyimimle, İstanbul Beyoğlu’ndaki Türkiye İş Bankası Resim ve Heykel Müzesine yaptığım ziyaretimle sizlere aktarmaya çalışacağım.
Müzenin 4. ve 5. katındaki sergi alanlarını gezmeye başladığımda sizlere hangi eserlerle ilgili aktarım yapacağımı bilmiyordum ve sergilenen eserlerle ilgili belli bir hazırlık yapmadan gitmeyi istemiştim: Zihnimin eserlerle kuracağı ilişkiyi merak ediyordum.
Beşinci katta girişte, binanın tarihçesi, eski hâli ve bugünü ziyaretçiyi karşılıyor (Resim 1). Müze binası Beyoğlu’nun önemli kültürel kimliklerinden 1907’de inşa edilen Bodvi Apartmanı. Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye İş Bankası tarafından resim ve heykel müzesine dönüştürülmüş.

Her katın girişinde, sanat tarihçisi Dr. Gül İrepoğlu’nun sergilerle ilgili tanıtım yazıları vardı. 19. yüzyılın sonlarından ve 20. yüzyıldan günümüze birçok sanatçının eserlerinin sergilenişini anlatmış. Sergiyi gezmeye 501 no.lu odada İbrahim Çallı’nın Atatürk resmi ile başladım. Kronolojik, tematik ve kavramsal olarak düzenlenmiş dönem sanatçılarının farklı tarzlarıyla yorumlamaları bir aradaydı: Müzeci, arkeolog ve geleneksel ile Batı yaşam tarzı arasında kurduğu kültürel renkleri tuvallerine yansıtan Osman Hamdi Bey’in önderliğinde yurtdışında sanat eğitimine giden 1914 kuşağı Gelenek Yerleştirenler olarak adlandırılan İbrahim Çallı, sonrasında Feyhaman Duran, Hikmet Onat gibi sanatçılardan Cumhuriyet dönemi sanatçılarına ve resim sanatında kadınların önünde yeni ufuklar açan ressam Mihri’ye, Kadın Portreleri koleksiyonundan Anadolu esinlenmeleri koleksiyonlarına…
Bir sırayı izleyerek sergi alanlarını gezmiş olsam da kendimi bazı eserler önünde not alırken ve geçip gittiğim bazı eserlerin başına tekrar dönüş yapıp daha uzun süre incelerken buldum. Müzeden ayrıldığımda, eve dönüş yolunda, çektiğim fotoğraflara baktığımda, yazıyı kaleme almaya başladığım anda zihnimde kalan imgeleri birleştirdiğimde ise yazının başlığı “Kadın Portreleri” olmuştu. Serginin, Kadın Portreleri koleksiyonundaki birkaç eser ile sınırlı kalmayıp diğer bazı kadın portrelerini de zihnen birleştirmiştim. Tüm bu eserler zihnimde dönüyordu ama sıraları farklıydı. Seçtiklerim arasında muhtemel bir hikâye oluşturmuştum. Neden sadece bunlar beni etkilemişti? Seçtiğim eserlerle bir bağ kurmuştum? Şimdi hem bir ziyaretçi olarak bende tetiklediği duygu ve düşünceleri hem de bir sanat terapisti olarak formların yansımalarını merak ediyordum (Resim 2).

Aynı veya farklı odalardaki eserler yanyana gelmişti. Ayfer Karamani’nin “Kadın” eseri minimal öğeleri, fazlasıyla biçimli şekli, parçalı stiliyle fitillerin tekrarı ve hareketsel karakterle oluşturulmuş olması ile, yaşanmışlığı yansıtan renklerinin vurgusu ile sanatsal formlar açısından derin bir etki bırakırken yüz ifadesindeki hâl, gözlerinin kapalı duruşu kendi içinde dışarı yansıttığı bir ruh hâlini veya bir tavrı hissettirmişti (Resim 3).

Şükriye Dikmen’in “Portre”sini (Resim-4), Fahrünnisa Zeid’in “Otoportresini”, Feyhaman Duran’ın eşini resmettiği “Güzide Duran Portresini” yanyana koymuştum.

Şükriye Dikmen’in ve Fahrünnisa Zeid’in çizgileri birbirine benziyordu ancak Şükriye Dikmen’in (Resim 4) sert ve keskin hatlarla resmettiği kadının yüzü duygu ifadesinden uzaktı. Bu nedenle, benim için iki zıt duygu da olsa duyguların daha açık resmedildiği portrelere, Fahrünnisa Zeid’in (Resim 5) sert ve kızgın bakışlı otoportresine ve Feyhaman Duran’ın (Resim 6) eşinin neşeli anını resmettiği portresine geçiş yapmak sanki zihnimde bir denge yaratmıştı.


Maide Arel’in Hüzünlü Kadın (Resim 7) portresi bir yap-boz parçalarından, fragmente veya geometrik şekillerden biraraya gelmiş gibiydi.

Abidin Dino da farklı ışık tonlarını kullandığı Köylü Kadın (Resim 8) portresiyle benzer duygu, biçim, varyans ve renk tonlarını yansıtıyordu; formsal çizimleri resmi farklı algılamamıza da sebebiyet veriyordu.

Belki resimleri yan yana koyduğum için belki de resmettiği yüzün daha silik yapısıyla İlhami Demirci ise portresinde (Resim 9) zihnimde benzer duyguyu, yani hüznü hissettirmişti.

Mihri Hanım’ın “Otoportre”sinden gözlerimi ayıramamıştım (Resim 10). Dönemin öncü kadın ressamlarından Mihri Hanım, kendini ayna yansıması gibi gölge detayıyla gerçek, zarif, cesur ve ne kadar özgüvenli resmetmişti.

Feyhaman Duran’ın Mavi Şalvarlı Kız (Resim 11) yağlıboya resmi Mihri Hanım’ın resminin ardından zarif ve sakin duruşu, kararlı bakışı ile etkileyiciydi. Zihnimde yer alan son resim ise İbrahim Çallı’nın Gül Koklayan Kadın yağlıboya resmiydi. Doğanın içinde gül koklayan kadın, yeşil tonlarıyla huzuru, zerafeti ve tebessümü hissettirmişti. Ayfer Karamani’nin Kadın seramik eseri ile nasıl da tonlama ve duruş olarak birbirlerine benziyordu.

Kadın Portreleri, yapıldıkları anın üzerinden geçen zamana ve sanatçılarının hayatta olmamasına rağmen sanatçı ile ziyaretçi arasında geçmişten bugüne ve geleceğe de taşınan bir bağ oluşturuyordu. Şükriye Dikmen’in çizgileri, Feyhaman Duran’ın fotoğraflar gibi resmetmesi, Mihri’nin sanki resmin içinden çıkacak hissini yaratması, Ayfer Karamani’nin heykelindeki kadının yüz ifadesi gibi eserlerle kurduğum etkileşimler bir yandan sürerken İbrahim Çallı’nın resmine baktığımda resmin içine girip gülleri kokladığımı hayal etmiştim.

Soyut-somut karakterli, anlamı açık veya kapalı, çizgileri keskin ya da silik, sembollerden natür çizimlere, serbest akışdan daha kontrollü resimlere, renklerin duygu akışını belirlediği eserlere, duyguların belirgin veya gizlendiği eserlere, doğallığı hissettiren figürlerden bir tema üzerine kurulmuş eserler dizisine, sabit veya tekrarlayan imgelerden çeşitliliği yansıtan eserlere, yağlıboya pastelden seramiğe sergi alanındaki eserlerin birçok özellikleri ve vurguları gözüme çarpmıştı.
Sanatçılar bugün yanımda olsa onlara sormak isterdim. Belki anlatırlardı eserlerinin hikâyesini… Belki onlar da bilmiyorlardı neden yapmışlardı, üzerinde düşünmemişlerdi, düşünmeyeceklerdi de… Oysa, ben ise sergiyi gezdikten hemen sonra, müze binasında Sanat Terapisi Atölyesi olsaydı, bir ziyaretçi olarak zihnimin çektiği tüm bu fotoğrafların izlerini ve yansımalarını deneyimlemiş olurdum. Etkileşim anlarını kaydetmiş ve kalıcı kılmış olurdum. Ara ara yaptığım gibi esere her baktığımda yeni keşifler ve anlamlar bulabilirdim.

Ziyaretçiler ile yaptığımız sanat terapisi atölyelerinde ziyaretçi ile sanatçının yeri benzer olsa da fark katan şey, sanat terapistinin ziyaretçi ile kurduğu karşılıklı etkileşim ve bu etkileşimle ziyaretçinin eseri üzerinde gerçekleştirdikleri konuşmalardır. Bir müze ziyareti sonrasında ziyaretçi zihnini sanat ve sanat materyalleri ile esere yansıttığında, artık eseri bizler için sergi alanında sergilenen bir yapıt olur. Eser artık elle tutulur, görünür bir şey haline gelmiştir; aynı sanatçıların sergideki eserleri, müzede sergilenen kültürel miras eserleri ve arkeolojik alandaki yapılar gibi. Gördüğümüz eserlerin bizde oluşturduğu duygular ve hayal gücümüz sanat materyalleri ile etkileşimle yaratıcılığa ve yaratıcı düşünmeye dönüşür. Sanat terapistinin ziyaretçi ve eseriyle kurduğu bu üçgensel bağ ile de değişim ve dönüşüm dediğimiz yeni farkındalıklar, anlamlandırmalar gerçekleşir. Atölyelerde yaratıcı süreç ve düşünme ile geliştirilen bakış açılarında değişme, yeni farkındalıklar, problem çözme becerilerinde değişim, diğerinin gözünden eserlere bakma ziyaretçinin öğrendiği ve günlük hayatına katabileceği bir alışkanlık haline gelebilir. Sonuç olarak da ziyaretçinin yaşamsal iyi oluş ve iyi hissetme düzeyleri artar. Bu noktada bireysel gelişim kadar tüm bu etkilerin toplumsal ve sosyal dönüştürücü etkilerini de görürüz.
Şunu diyebilirim ki, eserleri gezdiğim günden bugüne zihnimdeki kronolojisi, temaları, ilişkilendirdiğim hikâyeleri giderek kaybolmaya başladı, zihnimde tutmaya çalışsam da silikleşiyor. Bir kitabı okurken sizde tetiklediği duyguları ve düşünceleri üzerinden bir süre geçtikten sonra okuduğunuz anki gibi hatırlayabilir ya da hissedebilir misiniz? Ama sizdeki etkisini bir yere not ettiğinizde ya da resmettiğinizde daha kalıcı hale gelebilir. Yazmanın gücüne inananlardansanız, yine bir şey sizi etkilediği anda zihninizden geçenleri yazıp çizdikten sonra bakış açınız değişmez mi, rahatlamış hissetmez misiniz? Bu yüzden, zamansal değişkenlik oluşmadan eserle kurulan etkileşimin henüz farkında olmasanız da o mekânda ve hemen gezi ardından Sanat Terapisi ile yaratıcılığa dönüşmesi önemlidir.
Bu yazımda, ziyaretçi olarak müzede seçtiğim eserler ve Kadın Portreleri neydi? Sanat Terapisti olarak gördüklerim nelerdi? sorularına örneklendirerek cevap vermeye, eserlerin ziyaretçiye yansıtılmasının önemini ve ziyaretçinin eserlerle girdiği etkileşimin sanat terapisi uygulamaları ile yaratıcı süreçte ve sanat terapisti ile dönüştürücü rollerini anlatmaya çalıştım.
Son olarak, konuya daha geniş perspektiften bakıp detaylı öğrenmek isterseniz GazeteBilim’deki diğer yazılarımı okumanızı tavsiye ederim. Türkiye İş Bankası Resim ve Heykel Müzesi’ndeki KADIN PORTRELERİ’ni yazarken zihnimden akanları eser bilgilerinden bağımsız sizlere aktardım. Sanat Terapisiyle Dönüşüm Deneyimleme Atölyelerimde karşılaşmak dileğimle…

