Terapi yalnızca bir “konuşma” süreci değil, beyinde kimyasal, yapısal ve fonksiyonel değişiklikler yaratan bir yeniden yapılanmadır. Beyin hücreleri arasında yeni yollar inşa edilir, var olan bağlantılar güçlendirilir ya da işlevsiz olanlar zayıflatılır.
Dr. Selin Sert Yurdakul
İnsan beyni, hayatımız boyunca yaşadığımız deneyimlere göre değişip dönüşme kapasitesine sahiptir. Bu değişim yeteneğine nöroplastisite denir. Nöroplastisite, sinir hücrelerinin yani nöronların yeni bağlantılar kurabilmesi, eski bağlantıları güçlendirebilmesi ya da zayıflatabilmesi anlamına gelir. Beyin, yaşadığımız deneyimlere, öğrendiğimiz bilgilere ve geçirdiğimiz duygusal süreçlere göre kendini yeniden yapılandırabilir. Yani beyin, sadece genetik olarak programlanmış bir yapı değil; yaşadığımız olaylara, hissettiğimiz duygulara ve öğrendiğimiz şeylere göre kendini yeniden şekillendirebilir. Peki bu ne anlama gelir? Özellikle psikoterapi gibi konuşma temelli bir yöntemin beyin üzerinde gerçekten değişim yaratabileceğini düşündünüz mü?
İşte bu muazzam kapasite, psikoterapinin de neden işe yaradığını anlamamıza yardımcı oluyor. Bugün nörobilim, psikoterapinin sadece “konuşmak”tan ibaret olmadığını, beynin kimyası ve yapısı üzerinde biyolojik etkiler yarattığını kanıtlıyor. Psikoterapi yalnızca bir konuşma süreci değil, beynin sinirsel bağlantılarını dönüştüren bir müdahale biçimidir. Peki, bir insan yalnızca konuşarak, anlatılarak, dinlenerek nasıl iyileşebilir? Bu yazıda, psikoterapinin beyin üzerindeki etkilerini ve nöroplastisite aracılığıyla nasıl kalıcı dönüşümler yarattığını inceleyeceğiz.
Travma ve beynin tahmin makinesi
Beynimiz aynı zamanda bir “öngörü makinesi” gibi çalışır. Geçmişteki deneyimlerden yola çıkarak, gelecekte ne olacağını tahmin eder. Bu tahminler bazen doğru olurken, bazen de çocuklukta edinilen acı verici deneyimler yüzünden “hatalı öngörüler” (prediction errors) geliştiririz ve hayatımızı bu hatalı öngörülere dayanarak yaptığımız tahminlerle şekillendiririz. Psikanalizde tekrarlanma zorlantısı olarak karşımıza çıkan bu fenomen kişinin tekrar tekrar kendini benzer travmatik deneyimin içinde bulmasıdır. Örneğin, çocukken “hayır” demesi hoş karşılanmayan biri, yetişkinlikte de “hayır” demekten kaçınabilir. Çocukluktaki olumsuz deneyimleri sebebiyle beyninde hayır dediğinde cezalandırılacağına ya da terk edileceğine dair bilinçdışı bir inanç gelişmiştir. Terapide bu bilinçdışı tahminler fark edilir. Sadece fark etmek değişimin kendi için yeterli değildir. Bilinçdışı süreçler bilinçli müdahale ile şekillendirilmesi pek mümkün değildir.

Daha önceki bölümde bahsettiğim gibi beyni şekillendiren deneyimdir. Kişinin terapistle deneyimlediği çocukluğundan farklı olan yeni ilişki şekli zihinde yeni temsiller oluşturmaya başlar. Terapideki iyileştirici faktörler incelendiğinde uygulanan terapi ekolünden bağımsız en etkili faktör terapistle danışan arasındaki kurulan bağın kalitesidir. Güvenli bağ sayesinde kurulan güvenli ortamda danışan dış dünyada test etmeye henüz hazır olmadığı hatalı öngörülerini test edebilir. Bu süreçler psikanalitik terapilerde aktarım süreçleri olarak gözlemlenir. Aktarım danışanın çocukluğundaki figürleri terapiste yansıtmasıdır. Aktarım analizi sayesinde geçmişten gelen hatalı öngörüler terapi odasında görünür olur. Bu sayede yeni daha sağlıklı öngörülerle yer değiştirebilir. Bu güncelleme süreci, beynin yeniden yapılanmasını sağlar. Bir anlamda, psikoterapi beynin yazılımını günceller.
Terapi ile yeni yolların inşası
Öğrenme süreçlerinden bildiğimiz gibi bir bilginin kalıcı hale gelmesi için tekrar gerekir. Terapötik süreçlerde de benzer bir mekanizma işler. Danışanın seanslar boyunca tekrarladığı farkındalıklar, davranış pratikleri ve yeni duygusal deneyimler, nöronal devrelerin yeniden organize olmasını sağlar. Tek bir deneyim genellikle yeterli olmaz; yeniyolların güçlü hale gelmesi için tekrara ve pekiştirmeye ihtiyaç vardır. Seanslarda tekrarlanan ve duygusal olarak işlenen yaşantılar, beyindeki sinirsel devrelerde yeni bağlantılar oluşmasına yol açar.
Seanslarda tekrarlanan ve duygusal olarak işlenen yaşantılar, beyindeki sinirsel devrelerde yeni bağlantılar oluşmasına yol açar.
Bu bağlantılar, öğrenme, davranış değişikliği ve iyileşme için zemin hazırlar. “Hayır” demekte zorlanan kişiden devam edecek olursak, terapide bu beceriyi tekrar tekrar deneyimlemek, beyninde yeni yollar açmasına yardımcı olur. Bu süreç, teknik adıyla “uzun süreli potansiyasyon” (long-term potentiation – LTP) denen öğrenme mekanizmasıyla çalışır. Nöronlar arasında sık tekrarlanan sinyaller, sinapsların (nöronlar arası geçiş noktalarının) güçlenmesini sağlar. Böylece yeni davranışlar kalıcı hale gelir. Bir metafor kullanmak istersek bu ilk başlarda nöronların aktifleşmesi için davula ihtiyaç duyarken zaman geçtikçe artık bir fısıltı ile bile aktive olabilmesidir.
Anılar değişebilir mi?
Aslında anıların kayıtları tamamen değiştirilemez. Ancak anıların çıktıları değiştirilebilir. Kikegaard’ın da dediği gibi hayat geriye doğru bakarak anlaşılır, ileriye doğru yaşanır. Geçmiş anılarımız bizim bugünkü kararlarımızı verirken başvurduğumuz deneyimlerimizi oluşturur. Ancak bazı anıların bilgilerinin güncellenmesi gerekir. Yukarıdaki örnekteki gibi çocukluk çağına bağlı travmalar yetişkin hayatta işlevsiz yanıtlar vermemize sebep olabilir. Beyindeki anılar sabit değildir, yeniden hatırlandıklarında “yeniden pekiştirme” (rekonsolidasyon) sürecinden geçerler. Yani, geçmişte yaşanmış bir olay, terapide hatırlandığında aktif hale gelir ve yeni anlamlarla yeniden yapılandırılabilir.
Bu özellikle travmatik anılar için çok önemlidir. Bir çocukluk travması terapide anlatılarak tekrar yaşandığında değil, yeniden anlamlandırıldığında iyileşme başlar. Bu süreçte sadece sözel ifade değil, beden duyumları ve duygular da terapiye dahil olur. Travma yaşanan olayla ilişkili değildir. Yaşanan olaya sinir sisteminin verdiği yanıtla ilişkilidir. Bir anlamda midede sindirilmemiş demir bir bilyedir travma. Travma terapisinde olay sırasında sinir sisteminin tamamlayamadığı sıkışmış enerjiyle hassas bir şekilde çalışılır. Bu sayede demir bilye artık çözülmüş ve sindirilebilir hale gelmiştir. Bu sayede anılar, duygusal yüklerinden arındırılarak daha sağlıklı bir biçimde beynin hafıza sistemine entegre edilir.
Beyin, anıları sadece zihinsel olarak değil, bedensel düzeyde de kaydeder. Bazı erken çocukluk anıları sözel olarak hatırlanamaz ama bedende duyumsanır.
Beyin, anıları sadece zihinsel olarak değil, bedensel düzeyde de kaydeder. Bazı erken çocukluk anıları sözel olarak hatırlanamaz ama bedende duyumsanır. Örneğin, belirli bir kokunun mide bulantısı yaratması ya da dokunulunca huzursuzluk hissetmek gibi.Beden odaklı psikoterapiler (örneğin Somatik Deneyimleme, İntegral Somatik Psikoloji, Bodynamic) bu bedensel kayıtları dikkate alır. Duygular sadece konuşarak değil, bedensel farkındalık, nefes çalışmaları ve duyusal takip yoluyla da işlenebilir. Bu yöntemler, sinir sistemini doğrudan hedef alarak iyileşmeyi derinleştirir. Özellikle travmatik anılar çalışılırken Somatik Deneyimleme gibi teknikler sinir sistemini dengeleme açısından çok faydalı araçlardır.
Psikoterapinin nörokimyasal etkileri: Beyindeki dönüşümün moleküler yüzü
Psikoterapi sadece düşünceleri değiştiren bir süreç değildir; aynı zamanda beynin kimyasını etkileyerek biyolojik düzeyde dönüşümler yaratır. Özellikle dopamin, serotonin, glutamat-GABA dengesi ve oksitosin gibi nörokimyasal maddeler, terapötik sürecin derin nörobiyolojik temellerini oluşturur.
Dopamin: Motivasyonun ve Ödülün Kimyası
Dopamin; ödül beklentisi, motivasyon ve öğrenme ile yakından ilişkilidir. Terapötik süreçte bireyler anlamlı ve duygusal olarak ödüllendirici deneyimler yaşadıkça, mezolimbik dopamin yolu (özellikle prefrontal korteks ve nucleus accumbens bölgeleri) aktive olur. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT) gibi müdahaleler, bu ödül sistemini harekete geçirerek yeni öğrenmelerin kalıcı olmasına yardımcı olur.
Ayrıca dopaminin, terapide sık karşılaşılan tahmin hatalarını (prediction error) güncelleme sürecinde önemli bir rol oynadığı bulunmuştur. Bu, özellikle yanlış inançların kırıldığı, içgörü kazanılan seanslarda aktifleşen bir öğrenme mekanizmasıdır.

Serotonin: Ruh halinin sessiz mimarı
Serotonin (5-HT), ruh hali düzenleme, anksiyete kontrolü ve duygusal stabilite için kritik bir nörotransmiterdir. Raphe çekirdeklerinde sentezlenir ve hipokampus, amigdala ve prefrontal korteks gibi alanlara yayılır. BDT gibi terapötik yaklaşımlar, bu bölgelerdeki serotonin aktivitesini artırarak hem duygu düzenleme kapasitesini yükseltir hem de kaygıyı azaltır.
Bazı çalışmalarda, psikodinamik terapilerin bile serotonin reseptör yoğunluğunu etkileyebileceği gösterilmiştir. Bu bulgu, sadece bilişsel değil, içgörüye dayalı terapilerin de biyokimyasal etkiler yaratabileceğini göstermektedir.
Glutamat ve GABA: Uyarılma ve sakinleşmenin dengesi
Glutamat, beynin başlıca uyarıcı nörotransmiteridir ve öğrenme ile uzun süreli potansiyasyonun (LTP) nörobiyolojik temelini oluşturur. Buna karşın GABA (gammaaminobütirik asit), inhibitör bir nörotransmiter olarak aşırı sinirsel aktiviteyi bastırır ve beyin içi dengeyi sağlar. Terapötik müdahaleler, özellikle Mindfulness Temelli Bilişsel Terapi (MBCT) ve gevşeme teknikleri, GABA seviyelerini artırarak anksiyete semptomlarını azaltabilir. Aynı zamanda glutamat seviyeleri, özellikle depresyondaki bireylerde normalize edilerek bilişsel esneklik yeniden kazandırılabilir.
Oksitosin: Güven ve bağlanmanın nöropeptidi
Oksitosin, sosyal bağlanma, güven, empati ve sakinleşme ile ilişkili bir nöropeptittir. Hipotalamusta üretilir ve posterior hipofizden salınır. Güvenli bir terapötik ilişki kurulduğunda, danışanda oksitosin salınımı artar; bu da kortizol ve adrenalin gibi stres hormonlarını baskılayarak sinir sisteminin regülasyonunu sağlar.
Oksitosin aynı zamanda amigdala aktivitesini azaltırken, prefrontal korteks bağlantılarını güçlendirerek korku tepkilerinin regülasyonunu kolaylaştırır. Bu mekanizma, özellikle travma terapilerinde duygusal güvenliğin sağlanması açısından çok değerlidir. Bu nörokimyasal etkiler, psikoterapinin sadece düşünceyi değil, aynı zamanda beynin işleyişini ve yapısını da dönüştüren biyolojik bir müdahale olduğunu göstermektedir. Klinik anlamda gözlemlenen iyileşme, sinaptik düzeyde köklü değişiklikler ve sinir sisteminin yeniden yapılanmasıyla mümkün hale gelir.
Fonksiyonel beyin ağlarında yeniden yapılanma
Beynimiz, düşünme, hissetme ve davranışlarımızı yöneten karmaşık sinir ağı sistemlerinden oluşur. Bu sistemler, yalnızca anatomik değil, aynı zamanda işlevsel olarak da organize olmuştur. Psikoterapi gibi deneyimler, bu işlevsel ağlarda yeniden yapılanmaya yol açabilir. Bunlar arasında en çok öne çıkan yapılardan biri Default Mode Network (DMN) – Olağan Durum Ağıdır. Bu ağ, aktif olarak bir şey yapmadığımızda, örneğin dalıp gittiğimizde, geçmişi düşündüğümüzde ya da kendimizi değerlendirdiğimizde devreye girer. Ancak DMN’in aşırı aktif olması, özellikle depresyon ve anksiyete bozukluklarında görülen “ruminasyon” yani zihinsel geviş getirme gibi olumsuz düşünce döngülerine yol açabilir.
Terapi, beynin duygusal merkezlerinden biri olan amigdala ile prefrontal korteks (düşünmeden ve karar almadan sorumlu alan) arasındaki iletişimi güçlendirir.
Mindfulness temelli terapiler, bu ağın aşırı aktivitesini azaltarak kişinin “şimdi ve burada” kalma becerisini geliştirir. Böylece geçmişteki olumsuz yaşantılarla zihinsel meşguliyet azalır ve duygusal regülasyon becerileri güçlenir. Terapi aynı zamanda beynin duygusal merkezlerinden biri olan amigdala ile prefrontal korteks (düşünmeden ve karar almadan sorumlu alan) arasındaki iletişimi güçlendirir. Amigdala, tehdit algılandığında otomatik olarak devreye girer; fakat bu sistem travma sonrası aşırı aktif hale gelebilir. Terapi süreci, prefrontal korteksin yeniden devreye girmesini sağlayarak, bireyin duygularını daha iyi regüle etmesine destek olur.
Kısacası, etkili bir terapi süreci sadece ruhsal değil, nörobiyolojik bir yeniden yapılanma sürecidir. Beynin bu büyük ağları arasındaki dengenin yeniden kurulması, psikolojik iyilik halinin temellerinden birini oluşturur.
Terapi, beyni değiştirir
Tüm bu bulguların ortak noktası şudur: Terapi yalnızca bir “konuşma” süreci değil, beyinde kimyasal, yapısal ve fonksiyonel değişiklikler yaratan bir yeniden yapılanmadır. Beyin hücreleri arasında yeni yollar inşa edilir, var olan bağlantılar güçlendirilir ya da işlevsiz olanlar zayıflatılır. Kısacası, terapiyle iyileşmek, aslında beynin kendini yeniden yazmasıdır. Bu değişimlerin temelinde güvenli bir ilişki, duygusal temas ve tekrarlanan yeni deneyimler yatar.
Psikoterapi, kişisel dönüşümün sadece ruhsal değil, biyolojik bir süreç olduğunu gözler önüne serer.
Bu nedenle terapide hedef sadece yeni bir bilgi vermek değil, aynı zamanda bu bilgiyi deneyimleyerek sinir sisteminde yeni yollar inşa etmektir. Bu süreç, terapötik nöroplastisitenin merkezinde yer alır. Bu süreçlerin tümü deneyimle tetiklenir. Deneyim olmadığında nöroplastik değişim meydana gelmez. Bu nedenle terapide danışana yeni deneyimler yaşatmak, yalnızca konuşma ve analiz değil, duygusal ve somatik deneyimlerin de seanslara dahil edilmesi kritik önem taşır. Psikoterapi, kişisel dönüşümün sadece ruhsal değil, biyolojik bir süreç olduğunu gözler önüne serer.
Kaynakça
Carter, C. S. (1998). Neuroendocrine perspectives on social attachment and love. Psychoneuroendocrinology, 23(8), 779–818. https://doi.org/10.1016/S0306-4530(98)00055-9
Citri, A., & Malenka, R. C. (2008). Synaptic plasticity: Multiple forms, functions, and mechanisms. Neuropsychopharmacology, 33(1), 18–41.https://doi.org/10.1038/sj.npp.1301559
Etkin, A., Pittenger, C., Polan, H. J., & Kandel, E. R. (2005). Toward a neurobiology of psychotherapy: basic science and clinical applications. The Journal of Neuropsychiatry and Clinical Neurosciences, 17(2), 145-158
Friston, K. (2010). The free-energy principle: A unified brain theory? Nature Reviews Neuroscience, 11(2), 127–138. https://doi.org/10.1038/nrn2787
Goldapple, K., Segal, Z., Garson, C., Lau, M., Bieling, P., Kennedy, S., & Mayberg, H. (2004). Modulation of cortical-limbic pathways in major depression: treatment-specific effects of cognitive behavior therapy. Archives of General Psychiatry, 61(1), 34–41. https://doi.org/10.1001/archpsyc.61.1.34
Greenberg, L. S. (2015). Emotion-focused therapy: Coaching clients to work through their feelings. American Psychological Association.
Hayes, J. P., Van Elzakker, M. B., & Shin, L. M. (2012). Emotion and cognition interactions in PTSD: A review of neurocognitive and neuroimaging studies. Frontiers in Integrative Neuroscience, 6, 89. https://doi.org/10.3389/fnint.2012.00089
Hirvonen, J., Hietala, J., Kajander, J., Markkula, J., Rasi-Hakala, H., Salminen, J. K., … & Karlsson, H. (2011). Effects of antidepressant drug treatment and psychotherapy on striatal and thalamic dopamine D2/3 receptors in major depressive disorder studied with [11C] raclopride PET. Journal of psychopharmacology, 25(10), 1329-1336.
Kandel, E. R., Schwartz, J. H., Jessell, T. M., Siegelbaum, S. A., & Hudspeth, A. J. (2013). Principles of neural science (5th ed.). McGraw-Hill.
Kirsch, P., Esslinger, C., Chen, Q., Mier, D., Lis, S., Siddhanti, S., … & MeyerLindenberg, A. (2005). Oxytocin modulates neural circuitry for social cognition and fear in humans. Journal of Neuroscience, 25(49), 11489–11493. https://doi.org/10.1523/JNEUROSCI.3984-05.2005
Leichsenring, F., Steinert, C., Rabung, S., & Ioannidis, J. P. (2022). The efficacy of psychotherapies and pharmacotherapies for mental disorders in adults: an umbrella review and meta‐analytic evaluation of recent meta‐analyses. World Psychiatry, 21(1), 133-145.
Levine, P. A. (2015). Trauma and memory: Brain and body in a search for the living past: A practical guide for understanding and working with traumatic memory. North Atlantic Books.
Papalini, S., Beckers, T., & Vervliet, B. (2020). Dopamine: from prediction error to psychotherapy. In Translational Psychiatry (Vol. 10, Issue 1). Springer Nature.
Price, R. B., & Duman, R. (2020). Neuroplasticity in cognitive and psychological mechanisms of depression: an integrative model. Molecular psychiatry, 25(3), 530-543.
Poldrack, R. A. (2000). Imaging brain plasticity: Conceptual and methodological issues—A theoretical review. NeuroImage, 12(1), 1–13. https://doi.org/10.1006/nimg.2000.059616.
Schore, A. N. (2012). The science of the art of psychotherapy. W. W. Norton & Company.
Streeter, C. C., Whitfield, T. H., Owen, L., Rein, T., Karri, …, & Jensen, J. E. (2010). Effects of yoga versus walking on mood, anxiety, and brain GABA levels: A randomized controlled MRS study. The Journal of Alternative and Complementary Medicine,16(11), 1145–1152.
Solms, M. (2020). The hidden spring: A journey to the source of consciousness. W. W. Norton & Company.
Van der Kolk, B. A. (2014). The body keeps the score: Brain, mind, and body in the healing of trauma. Viking.
Young, S. N. (2007). How to increase serotonin in the human brain without drugs. Journal of Psychiatry & Neuroscience, 32(6), 394–399. https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC2077351/

