Yeni faiz politikası ne anlama geliyor? İktidar için enflasyon pahasına büyümek neden önemli? Gizli ek bütçenin kaynağı ne? Enflasyonun asıl sebebi ücretler mi kârlar mı? Hükümet IMF’yle stand-by anlaşması imzalar mı? GazeteBilim Yayın Kurulu Üyesi, iktisatçı Prof. Dr. Aziz Konukman yanıtladı.
Röportaj: GazeteBilim
20 Temmuz 2023 Perşembe günü Merkez Bankası politika faizini %17,5’a çıkardı. “Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikasından vazgeçiliyor mu? Bunun yanında politika faizlerinin enflasyonun üzerinde olmadığı sürece işe yaramayacağını söyleyen uzmanlar da var? Bir başka iddia da hükümetin bilinçli olarak faiz oranı artışını düşük tutarak “faizleri arttırdık enflasyon daha çok arttı” algısı oluşturup faiz indirimlerine başlayacağı yönünde. Bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?
Her şeyden önce enflasyonu düşürmeden, herhangi bir faizle enflasyon arasındaki ilişki düzenlenemez. Yani önce ciddi olarak odaklanmanız gereken enflasyondur. Peki böyle bir çaba var mı? Yok?
Büyüme oranı kriz algısını yok ediyor
Yani hükümetin anti-enflasyonist mücadele diye bir derdi yok. Bir de büyümeden taviz vermeme yine vazgeçilmez bir politika olarak hükümetin gündeminde duruyor. Yani “enflasyon sorun değil yeter ki büyüyelim, bu arada istihdamda az da olsa bir artış olsun, işsizlik artmasın”. İzlenen politika bu şu anda. Bu, Mehmet Şimşek’in tekrar ekonominin başına getirilmesi ile başlamış bir süreç değil, önceki dönemdeki anlayış da buydu. Çünkü Tayyip Erdoğan şunu biliyor:
Enflasyon o kadar dert değil ama büyüme oranı ona seçim kazandıran bir şey. Hatırlarsanız ilk çeyrek %4,4 büyüme oranıyla kapandı. Yani bu durum onları mutlu ediyor. İstihdama bakıldığında az da olsa olumlu bir gelişme var ve işsizlik de zaten çok artmadan belli bir yerlerde seyrediyor. İşte bu durum kriz algısını da yok ediyor.
Şimdi toplumuzda ekonomi algısında hep karıştırılan bir durum var. Biz Türkiye ekonomisi kriz içinde diyoruz, ekonomi yönetimi veya vatandaş öyle algılamıyor. Vatandaş şunu görüyor:
“Eğer ben işimi devam ettiriyorsam, işim varsa benim için sorun yok.”
Tabii ki alım gücüm düşüyor ama herhangi bir şekilde sokaktaki insanı rahatsız edici bir durum söz konusu değil. Dolayısıyla bu bir bunalım değil. Yani burada “kriz algısı” ve “bunalım” kavramlarını ayırarak bu tespiti yapıyoruz. Korkut Boratav Hoca da son dönemlerde bu ayrıma ve algıya dikkat çekiyor. Bu doğru bir tespit. Yani olaya böyle bakmak lazım.
Olay, iktisadın da ötesine geçen bir şey
Şimdi gelelim bizim bu faiz sebep enflasyon sonuç tartışmasına:
Şunu unutmayalım, bu yeni faiz arttırımları açıklanırken Tayyip Erdoğan “ben durduğum yerdeyim” dedi. Bu çok ilginç bir şekilde üzerinde durulmayan bir nokta oldu. Tayyip Erdoğan ben hâlâ fikrimde ısrarcıyım ancak yeni bir ekonomi yönetimi var, bu arkadaşlarımızın önerilerini deneyelim, bir görelim neler olacak dedi, faiz sebep enflasyon sonuç dedi. E ne olacak şimdi? 85 milyon insanın geçimi ve geleceği üzerinde bir deney yapılıyor. Türkiye çok maliyetli bir deney tahtası olarak kullanılıyor.
Peki toplumda neler olmuş bakalım? İnsanların alım güçleri düşmüş, tatil programlarını gözden geçirmişler, çocuklarına alacağı bir şeyden vazgeçmişler, en temel malları tüketmez hale gelmişler, aslında derin bir yoksulluk… Belki bir kriz nedeni olarak görünmeyebilir? Ama toplum her alanda vasatın altına gitmeye zorlanıyor. En basitinden ücretlere baktığımızda asgari ücretin ortalama ücret olduğu görüyoruz. Her alanda vasata ve hatta vasatın altına gidiyoruz. Şimdi cumhurbaşkanı yeni bir deneyime geçti gibi görünüyor ama hâlâ perde arkasında, aklının bir yerinde kendi hipotezinin doğruluğuna inanan bir lider var. Bunu unutmayalım. Buna itiraz ediyorum, bu sadece bir iktisat politikası itirazı değil, insani boyutu da var. Bir toplumsal mühendisliğe itiraz etmemiz lazım. Esas o toplumsal mühendisliği sergilememiz lazım. Olay, iktisadın da ötesine geçen bir şey. Bir kere oradan başlayalım, bu birincisi. İkincisi, şimdi “Ortodoks politikalara” döndüğümüz zaman, bildiğimiz bugüne kadar uygulanan “neoliberal politikalara” döndüğümüz zaman; bizim gibi muhalif iktisatçılar onları da yıllardır eleştirdi. Yani ben uzun yıllar Babacan’ın o çok övülen dönemini eleştirdim. AKP’nin o çok övülen ve başarılı addedilen dönemlerini hatırlayalım.
Kemal Derviş’in politikalarının devamı idi.
Evet, evet. Ben o dönemi en çok eleştirenlerden biriyim. Bütün mesele ekonominin büyümesine kilitlenmişti. Çünkü AKP iktidarının en önemsediği şeylerden biri seçim kazandırdığı için “büyüme” idi. Çünkü onu biliyor. Yani ekonominin gerekleri diye bakılmıyor, seçimi kazandırıyor.
Büyümenin itici gücü: Sıcak para
Ama önemli olan ekonominin nasıl büyüdüğü, hangi sektörlerin öncülük ettiğidir. Hükümetin böyle bir derdi yok. Bakıyoruz neyle büyümüş? Yani bunun itici gücü nedir? Sıcak para, kısa vadeli sermaye hareketleri… O para geliyorsa alkışlanıyor. Net döviz çok yükselince ekonomi büyüyor, net döviz girişi biraz azalınca büyüme oranı azalıyor. Şimdi düşünebiliyor musun hani? Dur-kalk, dur- kalk ve bu alkışlandı. Lale devri gibi hatta seçim atmosferinde savunuldu.
Hatta ana muhalefet partisinin lideri önemli neoliberal iktisatçılardan bir danışma heyeti oluşturdu, toplantılar yaptı. Bu toplantıların birinin açılışında Ali Babacan’a gönderme yaptı, onun dönemine övgüler dizdi? Bütün arayış Babacan dönemindeki gibi sıcak paraya, kısa vadeli sermaye hareketlerine bağlı bir dönemi yakalayabilir miyiz? Bir kere konjonktür aynı değil. Metropol ülkelerde böyle serseri mayın gibi, nereye gideceğini bilmeyen, arayışta bir sermaye yok.
Sıcak paranın gelmesi ile ilgili sorunlara bir göz atalım. Ülkemize gelen 100 dolarlık bir yatırımı ele alalım. Bunu yüksek kurdan bozmak istersiniz, ancak kur sabit değil, cazibesini sürekli kaybediyor. Çünkü yüksek kur, bulunduğu noktada durmuyor. En azından bir sene durması lazım ki yüksek kurdan çevirdiğiniz TL ile TL cinsi enstrümanlara yatırım yapacaksınız. Bu enstrümanların getirisini belirleyen de politika faizi ve politika faizi, diğer faizlerle bir bağlantısı olan bir aktarım mekanizması olan bir şey. Uzun bir süredir bu bağ koptu. Düşünsenize politika faizi 8,5 ama piyasada %35-40 gibi oranlar seslendirildi. Yani ihtiyaç kredileri gibi normal banka kredileri, üstelik o kredileri de alamıyorsunuz. Bankalar çok kârlı bulmuyorlar yani o riske girmek istemiyorlar.
Bunun üzerine bankaların o kredileri de açmaması için makro ihtiyati tedbirler dediğimiz bir sürü regülasyonlar getirdiler. Mesela banka portföylerinde %10’u menkul kıymetler olacak. Bu menkul kıymetler devletin çıkarttığı borçlanma senetleri ve getirisi çok düşük. Bankalar böyle bir durumda kredi veremez hâle geliyor. Var olan belirsizlik yüzünden önümüzdeki dönem ne olacağı belli değil, zarar etme ihtimalleri var. Düşünün piyasada yüksek faiz oluşmuş, normalde kredi vermesi lazım ama vermiyor. Şimdi bu makro ihtiyati tedbirler o çok övünülen, hasret duyulan Babacan döneminde yoktu. Piyasanın önü daha açıktı. Yani finans sektörüne böyle zorlamalar söz konusu değildi. Yani göreceli olarak orada daha rahat bir ortam vardı. Siz o döneme dönmek istiyorsanız bu regülasyonları kaldırmanız lazım. Kaldırmak yerine, menkul kıymet tutma oranını düşürmek, ihracattan gelen ve MB’de tutulması gereken döviz miktarını azaltmak gibi bir yumuşatmaya gitmeye çalışıyorlar.
Ekonomi politikalarında somut bir değişim yok
Şimdi rasyonel zemine dönmek için politika faizini arttırıyorken, rasyonel zemin diye adlandırdığınız dönemde olmayan regülasyonları niye kaldırmıyorsunuz? Zaten cumhurbaşkanı önceki dönem MB başkanını, BDDK başkanı olarak atayarak yeni ekonomi yönetimini kendi hipotezi çerçevesinde denetleyeceğini belli etmişti. Yani Tayyip Erdoğan ekonomiyi koşulsuz olarak Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’a teslim etmedi.
Ekonomi politikalarının memur sorumluluğu Merkez Bankası başkanı ve Hazine ve Maliye Bakanındaysa, siyasi sorumluluğu da Cumhurbaşkanındadır. Eski politikalar irrasyonelse ve eski politikaların sahibi memurlar görevden alınıp, yeni/rasyonel politikaların memurları göreve getirildiğinde siyasi sorumlu değişti mi? Hâlâ aynı cumhurbaşkanı…
Devir teslim töreninde konuşulanları düşünce tarihimiz açısından ileride bir değerlendirmeye tabi tutsalar artık ne olur onu da okurlara bırakalım.
Şimdi iktisada tekrar geri dönelim. E siz politika faizini yükseltmeye karar verdiniz, anlaşılıyor. Peki hangi orana getirmek lazım? Enflasyon %38-40 gibi öngörülüyor. Hiç değilse politika faizi öyle olsun ki reel faiz sıfır olsun, çünkü şu an yüksek negatif reel faiz var. Yani nominal politika faizi enflasyon kadar olsun.
Politika faizini yükselterek makul, en azından öngörülen enflasyona eşit bir düzeye getirdiğinizde öbür faizler de zaten zincirleme yükselir. Ancak böyle, o beklediğiniz sıcak para TL cinsinden enstrümanlara yönelir. Yani siz enflasyonu, kuru stabil/öngörülebilir hale getirmediğiniz sürece, tek başına politika faizini yükselterek de bir sonuç elde edemezsiniz.
Özetle Hazine ve Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası Başkanlığı devir teslimlerinden bu yana ekonomi politikalarında somut bir değişim yok.
Hocam aslında buraya kadar anlattıklarınızda, muhalefetin de seçim öncesinde gündemine aldığı ve olumladığı “Babacan dönemi diye adlandırılan sıcak paraya dayalı büyüme dönemine” dönmenin imkânsızlığı ortaya çıkıyor. Siz zaten halktan yana bir iktisatçı olarak sıcak paraya dayalı ekonomik büyümenin ülkemizin kalkınmasına, ekonomik sorunların çözülmesine bir faydası olmadığını yıllardır dile getiriyorsunuz.
Soldan iktisatçılar olarak bizler sıcak parayla bir çarkın dönmesinin yeterli olmayacağını yıllardır bilimsel gerekçelerimizle, ülkemizin ekonomik yapısını ortaya koyarak anlatıyoruz.
George’un tasarrufu değil, Hamilton’ın tasarrufu değil
Ekonomik sorunlarımızı çözmek için, tasarruf seferberliği başlatmamız lazım. Yani moda örneklerle George’un tasarrufu değil, Hamilton’ın tasarrufu değil, yurt içindeki insanların birikimlerine dayanan bir ekonomi, yani gerçek kalkınma kendi iç kaynaklarını güvene almakla olur.
Döviz kazanacaksın, yüksek katma değerli ürün ihraç edeceksin, birikimleri, yurt içi tasarrufları arttıracaksın ki, dış kaynak arayışımız bitsin. Dış kaynağa başvurmak demek yurt içi kaynakların yetersiz olduğu anlamına gelir. Bu yurt dışı kaynaklara dayalı büyüme olur. Ben diyorum ki yeni bir büyüme stratejisi olması lazım. Peki AKP’nin gündeminde var mı? Yok, hiç öyle bir böyle bir gündem yok.
Peki yurt dışı kaynaklarda özellikle doğrudan yatırımları önceleyen bir arayış var mı? Arayış olsa bile yetmez, neden? Şöyle söyleyelim, doğrudan yatırımların iki kalemi var. Bir tanesi özelleştirme, şirket birleşmeleri… O amaçla gelen sermaye, o da bir yatırım ama iktisatçıların yatırım dediği bu değil. İktisatçıların yatırım kabul ettiği doğrudan yatırım, sıfırdan yatırım. Yeşil saha yatırımı, yani gelip fabrika kuracak. Onlar ise hukuk güvenliğinin olmadığı bir yere gelmezler.
Peki uzun vadede hükümetin bir hukuksal güvence sağlamak gibi planı var mı? Gündemlerinde yok. Böyle bir hukuk güvenliğini sağlayabilecek bir reform yapmaları mümkün değil. Tek adam rejiminde, otoriter rejimin doğasına aykırı.
En büyük özelleştirmeler Erdoğan döneminde
Gelelim özelleştirmeye… Özelleştirme işte burada onu devreye sokacaklar. Çünkü en son Arap coğrafyası turunu izledik. Birleşik Arap Emirlikleri’yle imzalanan iş birliği antlaşmaları paketinin toplam miktarı 50,7 milyar dolar. Şöyle söyleyelim, bunun 8,5 milyarı borç, övünülecek bir şey gibi anlatıyorlar ki bu da depremin yaralarını finanse etmek için, 3,5 milyarı da ihracat geliştirmek için borçlanıyor. Geriye bir 40 milyar dolar kalıyor. Bu 40 milyar dolar için bir sürü sektör sayıyorlar, özelleştirme. Cumhurbaşkanı zaten söyledi “Ben bir şeyi satmasını bilirim!”. Yani varlık satışı olacak. Bu kadar açık söylüyor cumhurbaşkanı. Bizim basında hep deniyor ya Tayyip Erdoğan’ın gizli gündemleri var, artık yok, her şey açık. Türkiye’nin en büyük özelleştirmeleri Tayyip Erdoğan döneminde gerçekleşti. Peki kolay mı bu iş? Kolay, varlık fonundaki her şeyi satabilir. Bankalar, limanlar… Her şey Tayyip Erdoğan’ın yetkisinde. Tabii ki bunlar yerel seçimlerden sonra olacak. Esas fırtına yerel seçimlerden sonra kopacak. IMF’ye gitmeyeceğini ilan etti en baştan. Çünkü IMF verdiği paranın hesabını sorar, parça parça ödeme yapar vs.
Seçim atmosferinde kredileri açacaklar
Şu anda bir iyi polis-kötü polis oyunu var. Hani sıcak para gelecekti? Bakın ben bakan ve merkez bankası başkanının istediklerini yaptım ama sıcak para gelmedi, demek ki ben haklıymışım… Cumhurbaşkanının tek dikkat ettiği şey büyüme bozulmasın!
Hatta yakında bankaların veremediği kredilerin rahat verilebilmesi için görüşmeler yapacaklar. Yani Merkez Bankası Başkanı, BDDK toplantılar yapacaklar, sektörlere diyecekler ki kredileri açıyoruz. Ne zamana doğru? Seçim atmosferinde…
Ortodoks politikalara geçilmedi
Şimdi orta vadeli program açıklanmadı, Eylül’de açıklanacak. Yavaş yavaş bunun ön hazırlıklarını yapıyorlar. Yani büyümeyi düşürmeden, bu büyüme oranında gidebilecekleri bir zemini oluşturuyorlar ama bu yol dikenli… Neden? Çünkü kemer sıkmalar da kaçınılmaz. Yani Mart sonrasını bekleyemeyiz. Kasa tam takır. Ek bütçe geldi.
Ek bütçeyi de biraz konuşalım hocam. Hem ek bütçe kanunu hem de torba yasa aynı anda meclise geldi. Bu yasal mı, hukuki mi?
5018 sayılı Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu der ki “ek bütçe” yapıyorsan gelir kalemlerini de planlayacaksın. Ek bütçenin özelliği şu: Ne kadar ödenek istiyorsan, o kadar gelir toplayacaksın. Gelir toplamanın yolu da vergi olduğuna göre, işte son dönemdeki KDV oralarındaki değişiklik, çift MTV, ÖTV artışları… Bunların hepsi ek bütçe ile ilgili. Bunlar yansıtabilen vergiler, hemen fiyatları sektörel fiyatlara yansıyor. Söz gelimi tarım sektör üretici fiyatları endeksinde hangi ağırlıktaysa oraya yansıyor? O da TÜFE’ye daha sonra yansıyor. Yani özetle bu yeni ortodoks politikalara geçtik söylemi boş. Yeni bir politikaya geçildiğinin emareleri yok. Eskinin sürdürüldüğünü görüyoruz. Ama kemerlerin de sıkılmasını beraberinde getiriyor ek bütçeye gelir yaratmak için?
Yalnız burada parlamento yanıltıldı, onu da paylaşalım okurlarımızla.
Şimdi Meclis’e 1 trilyon 119 milyar lira ek ödenek talebiyle geldiler. İhtiyaç bunun üstünde çünkü 2022 ek bütçesi 1 trilyon 80 milyar liraydı. Bakın 2022’de deprem yok, dolar kuru daha düşük…
Ek vergi üzerine ek vergi
Peki neden geçen seneki ek bütçenin çok az üstünde bir taleple geliyorlar? 5018 sayılı kanununa göre ek bütçede talep ettiğin her kuruşu nasıl toplayacağınızı belirtmeniz lazım. Bu da ek vergi üstüne ek vergi demek. Halihazırda yapılan vergi artışlarını kabul edilebilir görüyor hükümet. Peki geri kalan ihtiyacını ne ile karşıladı? Meclis’te torba yasa ile paralel bir ek bütçe hazırladı. Torba yasada bir 15. Madde var: Cumhurbaşkanını, bazı kuruluşların başlangıç ödeneklerine ödenek eklemeye yetkili kılıyor. Ve bunun tutarı yok, miktarı belli değil, hangi kurumlar olduğu açık değil.
Anayasa’ya aykırılık
Mevzuat ne ek bütçe kanununda ne de Anayasa’da böyle bir şeye izin vermiyor. Bir yandan ek bütçe kanun teklifi mecliste, bir yandan da torba yasalar mecliste. İşte meclis böyle aldatıldı.
Şimdi bir de depremin hemen ardından biliyorsunuz bir deprem raporu yayınlandı. Cumhurbaşkanlığı Strateji Bütçe Başkanlığı, orada çok enteresan bir ifade var: Diyor ki depremin yaralarını sarmak için Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile AFAD vb. kuruluşlara Cumhurbaşkanı tarafından ek ödenek verilmiştir. Demek ki bazı kuruluşların ödenek eklemeye Cumhurbaşkanı yetkili ki kararnameyle vermiş bu ödeneği.
Peki madem bu gerçekse torba yasanın 15. Maddesiyle cumhurbaşkanının kuruluşlara ödenek eklemeye yetkili kılınmasının anlamı ne?
Zaten yetkisi varmış ki Cumhurbaşkanı kararlarıyla çıkartmış. Her iki durum da anayasaya ve 5018 Sayılı Kanun’a aykırı. Yani Cumhurbaşkanı kararnameleriyle de ödenek ekleyemez ya da bir torba yasayla yetkili kılınamaz. Peki onun da adresi neresi? Onun da adresi ek bütçe. Ama ek bütçeye alınmamış, hangi kurumlar olduğunu bilmediğimiz kurumlara ödenek aktarılmış. Peki o kararnameler var mı diye araştırıyoruz bulamıyoruz. Çünkü bu kararnameler Resmî Gazete’de yayınlanmamış.
15 Ağustos 2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Resmî Gazete’nin şekliyle ilgili bir kararname çıkarıyor. Bu kararname Resmî Gazete’nin yayın şeklinin nasıl olacağına karar veren bir kararname. Onun dördüncü maddesinin ç bendi Cumhurbaşkanına istediği kararnameleri Resmî Gazete’de yayınlama, istediği kararnameleri yayınlamama yetkisi veriyor. Daha 1215 Magna Carta döneminden beri bütçe hakkı diye bir hak var, sınıf kavgalarıyla elde edilmiş bu, parlamentonun hakkı resmen gasp ediliyor.
Borçlanma limiti artırıldı
Peki hocam ek bütçe görüşmelerinde talep edilmeyen, torba yasada Cumhurbaşkanına yetki verilerek kullanılan bu gizli ek bütçenin kaynağı nedir?
Evet, doğru bir soru. Değirmenin suyu nereden geliyor? Borçlanma! Onun için borçlanma limiti artırıldı. Bakın her şey bir senaryo dâhilinde oluyor. Torba kanunun beşinci maddesinde hazinenin borçlanma yetkisi arttırıldı ama kanunsuz ve anayasaya aykırı bir şekilde yapıldı. Bu yeni değil, daha önce de yapılıyordu. Sistemi şöyle kurmuşlar:
Hazinenin borçlanma limitini artırmak istiyorlar. Bir torba yasa çıkartıyorlar, torba yasaya bir madde ekliyorlar, borçlanma kanunu geçici madde… Zaten borçlanma kanunu diyor ki başlangıç ödeneği yetmediğinde, bu kendisine tanınan borç limitini Maliye Bakanının gerek ve gerekçelerini göstermek kaydıyla %5 artırma yetkisi var. Borçlanma kanununun beşinci maddesi, bu %5 de yetmezse, Cumhurbaşkanının kararıyla ikinci bir %5 limit arttırılabilir diyor. Bakın merkezi yönetim bütçe açığı değil genel bütçe açığı hakkında konuşuyoruz. Çünkü üniversiteler, RTÜK vb. kurumlar borçlanamaz. Yani onun için hazine borçlanmak durumundadır. Genel bütçe açığı kadar borçlanma limiti vardır. Bu net rakam çünkü arada borç da ödüyor, net rakam buna %5 eklendiğinde ikinci bir %5 eklendiğinde bulunan tutar diyor, ama geçici maddeyle cumhurbaşkanına 3 misli arttırma yetkisi veriyor. Bizzat yasanın kendisine aykırı. Çünkü geçici maddeyle böyle bir şey düzenleyemezsiniz. Bir de daha vahim bir şey var, yasayı geriye dönük işletiyor. Yani Ocak’tan itibaren geçerli diyor.
Ücret itişli değil, kâr itişli bir enflasyon var
Liberal çevreler enflasyonu, ücret artışlarına bağlıyorlar. Mevcut yüksek enflasyonun sebebi ücretlere yapılan zamlar mıdır?
Şimdi bir kere hani cost-push inflation, yani ücret itişli enflasyon diye bir teori de var ama bir de kâr itişli enflasyon var. Bankacılık sektörümüz %500 kâr ediyor, ilk 500 büyük sanayi kuruluşları yüksek kârlar elde ediyor. Şimdi demek ki aslında kâr itişli bir enflasyon var. Ücret onu yakalamaya çalışıyor. Müsebbibi değil. Hükümet her görüşme öncesi enflasyon farkı, ücretlileri enflasyondan koruyacağız diye kendisi itiraf ediyor. Demek ki enflasyonun itici faktörü ücret değildir.
Girdi-çıktı katsayıları tablosunun üretilmesi kritik
Enflasyon alıp başını gidiyorsa ücret de kendini korumak için zam pazarlığı yapıyor, toplu sözleşme veya işte asgari ücret görüşmeleri… Tabii ki ücret artışları da bu süreçte bir ileti görevi yapıyor. Tabii ki asgari ücret artınca o da başka fiyatlara, diğer maliyetler gibi etki ediyor. Petrol artınca olmuyor mu? Şimdi bütün bunların analizini yapılabilmesi için girdi-çıktı çalışmalarının güncellenmesi lazım. Yeniden Türkiye’nin girdi-çıktı kat sayıları tablosunun üretilmesi lazım. Hangi sektör, hangi sektörden hangi girdiyi alıyor, hangi çıktılar elde ediliyor? Yerli girdi oranı nedir, ithal girdi oranı ne? Bunu analiz etmemiz lazım. Mesela Türkiye en son bu çalışmayı 2012 yılında yapmış. Yıl 2023, aradan 11 yıl geçmiş. Ben iddia ediyorum, 11 yıl içerisinde Türkiye ithal girdilere daha bağımlı hâle geldi. Bu çalışmayı TÜİK yapmak zorunda, yapmazsa biz hiçbir şeyi tespit edemeyiz. Kurda bir liralık değişme, sektörel fiyatları ve enflasyonu nasıl etkiler? Bu tablo olunca öğrenebiliyorsunuz mevcut durumu.
Teknik bir güncelleme, enflasyon uyarlamasından bahsetmiyorsunuz değil mi?
Hayır, hayır. Bu çalışma sonunda şu soruların cevabını alabileceğiz:
Örneğin diğer şeyler sabit kalmak kaydıyla kurdaki bir liralık bir artış sektörel fiyatları nasıl etkiliyor? Çok doğaldır ki ithal girdilere bağımlı sektörlerin fiyat artışları daha yüksek olacak. O zaman bu tablo elimizde ise önüne gelen ben zam yaptım diyemeyecek. İthal girdiye bağımlı olmayan bir sektör kur artışını gerekçe göstererek zam yapamayacak. Yerli girdi ile üretim yapıyorsa onun bas bas bağırıp zam yapmasının bir anlamı yok. Mesela bunları görebilmemiz lazım. Fırsatçılar zam yapıyor diye ortalığı velveleye vermek yerine, bu tabloya bakılarak kimin fırsatçılık yaptığı tespit edilebilir hale gelecek.
Bir diğer örnek, ücretler… Yüzde birlik bir ücret artışı sektörel fiyatları nasıl etkiliyor bilmiyoruz, orada göreceğiz. Bunun gibi bütün bu çalışmalar olmadan böyle afaki teorik analizlerden hareketle, ücretler arttıkça enflasyon artıyor denmez. Ben burada ücretlerin kâr enflasyonunu yakalamaya çalıştığını düşünüyorum.
Bugün ücret artışı olduğunda, asgari ücret ya da özel sektörde çalışan insanlar daha maaşlarını almadan, maaşları enflasyon karşısında eriyor. Elde edilmemiş ücret piyasada hangi talebi yaratacak da enflasyonu tetikleyecek?
Dehşet bir IMF’siz IMF programı önümüze gelecek
Cumhurbaşkanı yardımcısı Cevdet Yılmaz IMF’ye gitmek gibi bir planlarının olmadığını söyledi. Ancak faiz artışı planlarının da olmadığını söylemişlerdi. Şimdi faizlerde yeterli olmasa da bir artış var ve söyledikleri güven vermiyor. IMF konusunda da benzer bir durum yaşanabilir mi? Hükümet IMF ile stand-by anlaşması yapar mı?
IMF’den para almak hükümet için ayak bağıdır. Çünkü IMF’den alınan borçlarda onun çerçevesine uymak zorunda. Koşulları var, o koşullar yerine geldikçe kredileri serbest bırakır. Kemal Derviş’in 15 günde 15 yasasını hatırlayalım.
Tayyip Erdoğan bunları bildiği için elini rahat tutmak istiyor. Tamam oradan gelecek para da çok önemli, IMF salgın sırasında da verdi. Biz IMF’nin üyesiyiz, stand-by anlaşması yapmadan da kotamız kadar kullanabileceğimiz rakamlar var ama burada kastedilen o değil. Burada kastedilen bir IMF stand-by anlaşması kapsamına girer mi girmez mi? Ben Tayyip Erdoğan’ın bu sınırlamalarla muhatap olmamak için, bir de yıllardır kamuoyuna IMF’ye gitmeme sözü verdiği için bunu mümkün görmüyorum. Tabii ki çok pragmatik bir kişi, her an söylediğinin tersini yapabilir. Birleşik Arap Emirlikleri örneği önümüzde duruyor, yandaş gazetelerin hepsi 15 Temmuz’un finansörü diye manşet attı. Geldiğimiz noktada 50,7 milyar dolarlık ticaret antlaşmaları daha yeni ilan edildi. Yine Suudi Arabistan’la yaşanan Cemal Kaşıkçı krizi… Ne oldu? Dosyayı neden Suudi Prensi’ne teslim ettiniz? Neden TOGG hediye ettiniz?
Mesela Katar, Messi’nin imzaladığı top hediye edildi. Hiç dış politikada böyle bir gelenek var mı ya? Artık dış politika, ekonomi gibi konularda bir tutarlılık, bir devlet aklı görünmüyor.
Dolayısıyla şöyle söyleyelim, yerel seçimler sonrasında, iktidar kanadı kazanırsa dehşet bir IMF’siz IMF programı önümüze gelecek. Yerel seçimleri kazanmasının verdiği güvenle, müthiş bir kemer sıkma politikası ile bu ekonomik yük ücretlilerin üzerine yıkılacaktır.