“Türkiye’nin böyle davranarak kaçırdığı tüm fırsat ve olanaklar, iklim değişikliği mücadelesi için gerekli olan sürdürülebilir yeşil/temiz enerji dönüşümleri ve teknolojilerine ulaşmayı ve enerji verimliliğini arttırma önlemlerini ötelemesine ve tüm bunları ileride daha yüksek maliyetlerle, daha uzun zamanda ve daha zor çabalarla gerçekleştirmek zorunda kalacak olmasına yol açıyor.”
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP 28) sonuçlarını, gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasındaki iklim değişikliği ilişkisini, Türkiye’nin konferanstaki rolünü ve iklim değişikliği konusunda yapılması gerekenleri Prof. Dr. Murat Türkeş’le konuştuk. Türkeş, Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu ve Fizik Bölümü Yarı Zamanlı Öğretim Üyesi.
Prof. Dr. Murat Türkeş
Röportaj: Emrah Maraşo
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı Sonuç Bildirgesi, zirve başkanı tarafından “tarihi”, Avrupa Birliği Komisyonu başkanı tarafından da “fosil sonrası çağın başlangıcı” olarak nitelendirildi. Bunlara katılıyor musunuz?
Hayır, ne yazık ki katılmıyorum. Öncelikle tarihi değil, çünkü kısa ve orta vadede hemen hiçbir şey ciddi olarak değişmeyecek. Dubai’de yapılan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 28. Taraflar Konferansının uzatılmış son saatlerinde ancak uzlaşmaya varılabildiği için, en son anda açıklanabilen ilgili karar metninde (Küresel Durum Değerlendirmesi) fosil yakıtların ve kömürlü termik santrallerin aşamalı olarak terk edilmesi değil, zamanla azaltılması isteniyor. “Aşamayla terk etme” ifadesi, fosil yakıt üreticisi tarafların ve fosil yakıt lobilerinin ciddi karşı çıkışıyla ve başta AB olmak üzere gelişmiş dünyanın da işine geldiği ve sessiz kalmayı tercih ettikleri için karar metninde yer alamadı. İkinci olarak “fosil sonrası çağın başlangıcı”, bir temenni ifadesi. “Fosil sonrası çağın başlangıcı” sonrasında yani 2024’ten başlayarak ya da bu noktayı izleyen zamanlarda ortada yasal olarak bağlayıcı bir yükümlük olmadığına göre “hangi ülkelerde, hangi düzeyde, hangi oranda ve ne zaman bu temenniye yönelik adımlar atılacak?”. Bu belli değil. Paris Antlaşması’nın birinci ve öncelikli küresel ısınma ve sera gazı salımlarını azaltma hedefine ulaşmak için, yani 2030’a yalnızca 7 yıl var ve küresel ısınma ve sera gazı salımlarındaki artış hızla sürüyor.
Bu yüzden, Küresel Durum Değerlendirmesi’ndeki kabuller, önemsemeler, öneriler ve kullanılan dilin gücü, hem ana sözleşme BMİDÇS’nin amaç, ilke ve hedefleri, hem de Paris Antlaşması’nın küresel sera gazı salımlarını 2030’a kadar en az %45 azaltma ve küresel ısınmayı 1.5-2 ºC’de sınırlama vb. ana hedeflerine ulaşma açısından yeterli değildir!.. Örneğin, hem küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artış devam ediyor ve 2023 yazında olduğu gibi 1.5 ºC eşiği daha sık aşılıyor, hem de fosil yakıtlardan ve sanayiden kaynaklanan küresel karbondioksit (CO2) salımlarındaki artış eğilimi sürüyor. CO2 salımları 2022’de toplam 37.15 milyar metrik ton (GtCO2) oldu. Salımların 2023’te yüzde 1.1 artarak 37.55 GtCO2 gibi rekor bir seviyeye ulaşması bekleniyor. BMİDÇS’nin kabulünün iki yıl öncesinden, yani 1990’dan bu yana küresel CO2 salımlar %60’tan fazla artmış durumda.
Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin iklim değişikliğine karşı mücadelesi ve iklim değişikliğinden kaynaklı hasarları onarmaları için yeterince destek veriyor mu?
Bugüne değin hayır. Örneğin, 2010 yılında Cancun’da düzenlenen BMİDÇS 16. Taraflar Konferansı’nda alınan kararla oluşturulan Yeşil İklim Fonu!.. Bu fon, çok özetle, gelişmekte olan ve az gelişmiş taraf ülkelerin iklim değişikliği mücadelesinde kullanılmak, o kapsamdaki harcamalara tahsil edilmek amacıyla oluşturulmuştu. Cancun’dan 1 yıl sonra Aralık 2011’de Durban’da yapılan BMİDÇS 17. Taraflar Konferansında konuya özel “Kuvvetlendirilmiş Eylem için Durban Platformu konulu Çalışma Grubu” adı verilen bir Taraflar Konferansı kararları paketi üzerinde uzlaşılmıştı. Durban Platformu, çok özetle, temel olarak, tüm taraflara uygulanabilecek olan bir protokolün ya da yasal bir düzeneğin başlatılmasını (bilindiği gibi bu sonra 2015’te Paris Antlaşması olarak gerçekleşti) ve Yeşil İklim Fonu’nun başlatılmasını içermekteydi.
Uygulamaya ilişkin ilk yasal karar 2011 yılında alınmış olmasına ve yılda 100 milyar ABD doları finansmanın toplanmasına karar verilmiş olmasına karşın, fonda hâlâ sürekli ve düzenli toplanabilmiş kullanılabilir bir birikim yok. Bu yüzden geçen hafta sona eren Dubai’deki 28. Taraflar Konferansı’nda bir kez daha ve çok daha can alıcı bir önemle İklim Finansmanı konferansın odak noktasında yer aldı. Gerçekte yılda 100 milyar ABD doları toplanması gereken Yeşil İklim Fonu, altı ülkenin TK-28’de yeni fon sözü vermesiyle ikinci takviyesini almış oldu. Şu anda 31 ülkeden gelen toplam taahhüt yalnızca 12.8 milyar ABD doları tutarında ve daha fazla katkı bekleniyor. Sekiz donör hükümet, En Az Gelişmiş Ülkeler Fonu ve Özel İklim Değişikliği Fonu için bugüne kadar toplam 174 milyon ABD dolarını aşan yeni taahhütler açıklarken, TK-28’de Uyum Fonu’na şu ana kadar yaklaşık 188 milyon ABD doları tutarında yeni taahhütlerde bulunuldu.
Ancak Dubai’de kabul edilen Küresel Durum Değerlendirmesi kararında da vurgulandığı gibi, bu mâli yükümlülükler, gelişmekte olan ülkelerin temiz enerji geçişleri, ulusal iklim planlarının uygulanması ve uyum çabalarıyla desteklenmesi için nihai olarak ihtiyaç duyulan trilyonların çok altında. Küresel durum değerlendirmesi, bu tür bir finansmanı sağlamak için, çok taraflı finansal mimaride reform yapılmasının yanı sıra, yeni ve yenilikçi finans kaynaklarının süregelen oluşumunun hızlandırılmasının önemini vurgulamaktadır.
Bu nedenle, TK-28’de, gelişmekte olan ülkelerin gereksinim ve öncelikleri dikkate alınarak 2024’te ‘iklim finansmanına ilişkin yeni bir kolektif sayısal hedefin‘ belirlenmesine ilişkin tartışmalar devam etti. Yıllık 100 milyar ABD doları temelinden başlayacak olan yeni hedefin, 2025 yılına kadar teslim edilmesi gereken ulusal iklim planlarının tasarımı ve sonrasında uygulanması için bir yapı taşı olacağı düşünülmekte.
Dahası, TK-28, 154 Devlet ve Hükümet Başkanını bir araya getiren Dünya İklim Eylemi Zirvesi ile başladı. Taraflar, Kayıp ve Zararlar Fonu ve finansman düzenlemelerinin uygulanabilir olması konusunda önemli bir anlaşmaya vardı. Böylece ilk kez konferansın ilk gününde ağırlıklı bir karar kabul edilmiş oldu. Fona yönelik taahhütler, kararın alınmasından hemen sonra gelmeye başladı ve bugüne kadarki toplam tutar 700 milyon ABD dolarını aştı. Ancak burada sözü edilen tüm bu yeni parasal yükümlülükler ve hibeler, oluşturulan fonların etkin, âdil ve denkserlik çerçevesinde yürütülmesi açısından hâlâ çok ama çok yetersizdir. Ayrıca, bu tartışmalar tıpkı daha önce Yeşil İklim Fonu’nun gelişim hikâyesinde yaşandığı gibi, yüksek olasılıkla daha yıllarca tartışılacak gibi görünüyor.
Türkiye zirveye kalabalık bir heyetle katıldı ve dokuz girişimde yer aldı. Bunlar etkili ve sonuç alıcı girişimler mi?
Hayır değil. Bunlar konunun özüne dokunan girişimler değil. Özellikle başta enerji olmak üzere hâlâ fosil yakıtlara bağımlılığın çok yüksek olduğu sektörlerde fosil yakıtların kullanımını azaltma, yeni ve yenilenebilir enerjinin (örneğin Türkiye açısından en kolay yapılabilir ve ulaşılabilir olan rüzgâr ve güneş gibi) birincil enerji içindeki payını artırma ve yutakları geliştirip arttırma vb. yollarla Türkiye’nin iklim değişikliği mücadelesine katkı verecek, kolaylaştıracak; Paris Antlaşması kapsamındaki yükümlük ve hedefleriyle ve başka ilgili ulusal düzenleme, siyasi söylem ve hedeflerle (örneğin yenilenebilir ve temiz enerjilere ve teknolojilere ilişkin) doğrudan ilişkili ve/ya da uyumlu girişimler değil. Kuşkusuz bu tarz girişimlerde de bulunmalı ve yer alabilmeli Türkiye. Ancak bunların çoğu konunun daha çok gösterişe, reklama ve popüler yanına kaçan girişimler. Türkiye Cumhuriyeti sahip olduğu kamu ve özel sektör alt yapısı, kurumsal deneyimi, yetişmiş insan kapasitesi ve ekonomik büyüklüğüyle orantılı daha iyisini yapabilirdi, yapmalıdır da!..
Türkiye’nin “Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Üzerine Küresel Taahhüt”e destek vermemesini hem çevresel hem de iktisadi sonuçları açısından nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye TK-28’in en önemli gündem maddelerinden olan fosil yakıtlardan çıkış ya da fosil yakıtların aşamalı olarak terk edilmesi konusuna karşı çıktı. Ancak, özellikle yenilenebilir enerji kapasitesinin 2030 yılına kadar üç katına çıkarmayı ve enerji verimliliği çalışmalarını ikiye katlamayı öngören, 130 ülkenin katıldığı “Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Üzerine Küresel Taahhüt” girişimine destek vermemesini, bu ülkeler arasında yer almamasını anlamak mümkün değil. Bilindiği gibi bu konu, TK-28’in en önemli çıktısı kabul edilen Küresel Durum Değerlendirmesi kararının, iklim değişikliği mücadelesinin başarıya ulaşması ve Paris Antlaşmasının ana hedeflerine ulaşılması açısından taraf ülkelerin bu konulardaki küresel çabalara katkı vermesini istediği önemli maddelerinden birisini oluşturuyor.
Ayrıca, Türkiye’nin, ülkelerin kendi aralarında oluşturdukları bu küresel yükümlülük girişimine katılmaması, AB Yeşil Mutabakatı, iklim ve çevre dostu yeşil/temiz enerjilere ve yeşil/temiz teknolojilere geçiş, yeşil/temiz sürdürülebilir enerji dönüşümleri ve teknolojileri, ucuz ve bol yenilenebilir kökenli elektrik enerjisi üretimi ve daha kolay ve ucuza ulaşılabilecek elektrikli alet ve araçların geliştirilip üretilmesi, iklim direngen sürdürülebilir enerji sistemleri vb. gibi alanlardaki çeşitli fırsat ve olanakları kaçırmasına neden oluyor. Kuşkusuz bunlarla bağlantılı olarak daha da gelişmesi beklenen yeşil finansman konularındaki fırsat ve olanakları da kaçırıyor Türkiye böyle davranarak!.. Dolayısıyla, iklim değişikliği mücadelesinde de iyi bir karneye sahip olamıyor. Türkiye’nin böyle davranarak kaçırdığı tüm fırsat ve olanaklar, iklim değişikliği mücadelesi için gerekli olan sürdürülebilir yeşil/temiz enerji dönüşümleri ve teknolojilerine ulaşmayı ve enerji verimliliğini arttırma önlemlerini ötelemesine ve tüm bunları ileride daha yüksek maliyetlerle, daha uzun zamanda ve daha zor çabalarla gerçekleştirmek zorunda kalacak olmasına yol açıyor.
İklim değişikliğine karşı acil olarak neler yapılmalı?
Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 2023 Salım Açığı Raporu’na göre, Dünya’da en fazla salım yapan beş ülke (Avrupa Birliği-AB, Çin Halk Cumhuriyeti-ÇHC, Amerika Birleşik Devletleri-ABD, Hindistan, Rusya Federasyonu) 2021’deki sera gazı salımlarının yaklaşık %60’ını oluşturdu. Grup-20 ülkeleriyse (AB, ABD, Almanya, Arjantin, Avustralya, Birleşik Krallık, Brezilya, Kanada, ÇHC, Fransa, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Kore Cumhuriyeti, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Güney Afrika, Türkiye), küresel sera gazı salımlarının yaklaşık %76’sından sorumludur. Buna karşılık, en az gelişmiş ülkeler küresel salımların yaklaşık %3,8’ini oluştururken, gelişmekte olan küçük ada devletleri %1’den az katkıda bulunuyor.
Tüm iklim değişikliği çözümlerinin temelinde, mümkün olan en kısa sürede net sıfıra ulaşması gereken sera gazı salımlarının azaltılması yer alıyor. Hem ormanlar hem de okyanuslar küresel iklim sisteminin düzenlenmesinde ve kararlılığının sürdürülmesinde hayati öneme sahip roller oynadığından, ormanların ve okyanusların doğal CO2 emme/yutma yeteneğinin artırılması küresel ısınmanın durdurulmasına da yardımcı olabilir.
Bu nedenle fosil yakıtların (petrol, doğal gaz ve kömür) yakılması, arazi kullanımı, arazi kullanımı değişiklikleri ve ormansızlaşma, insan kaynaklı iklim değişikliğinin, küresel ısınmanın ve hükümetlerarası/uluslararası politik-diplomatik düzlemde iklim krizinin en önemli nedenlerinin başında geliyor. Bu nedenle, ötekilerin yanı sıra, özetle, tüm ülkelerde ve Türkiye’de, iklim değişikliği mücadelesinde tüm sektörlerde acil olarak fosil yakıt (kömür, petrol, doğal gaz) kullanımları azaltılmalı, planlı, âdil ve kamucu bir yaklaşımla emekçilerin tüm sosyal ve ekonomik haklarını da koruyacak âdil bir geçişi hayat geçirerek garanti altına alan bir süreçle kömürlü termik santraller aşamalı olarak kullanımdan çıkarılmalıdır. Rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjilerden elde edilen enerjinin birincil enerji içindeki payını hızla artırmak gerekiyor. Tüm sektörlerdeki hesaplanmış enerji, su ve ham madde verimliliği potansiyeli hızla ele alınmalı ve verimlilik başta enerji, ulaştırma, sanayi ve konut sektörlerinde olmak üzere tüm sektörlerde arttırılmalıdır.
Hükümetlerden hangi iklim çözümlerini talep edebiliriz?
İklim değişikliğini durdurmanın başlıca etkin yolu, kalemin gücü + geleneksel basının ve sosyal medyanın gücünden de yararlanarak, hükümete ve iş dünyasına/sermaye guruplarına aşağıdakileri yapma konusunda baskı yapmaktır. Örneğin aşağıdaki öneri ve istemlerde olduğu gibi (https://www.greenpeace.org.uk/challenges/climate-change/solutions-climate-change/’deki çözüm önerilerinden yararlanarak):
- Fosil yakıtları yerin altında tutun. Fosil yakıtlar arasında kömür, petrol ve gaz yer alıyor ve ne kadar çok çıkarılıp yakılırsa iklim değişikliği de o kadar kötüleşecek. Bu yüzden tüm ülkelerin ekonomilerini bir an önce fosil yakıtlardan uzaklaştırmaları ve aşamayla zaman içinde terk etmeleri gerekiyor.
- Yenilenebilir enerjiye yatırım yapın. Ana enerji kaynaklarımızı temiz ve yenilenebilir enerjiye dönüştürmek fosil yakıt kullanımını bırakmanın en iyi yoludur. Bunlar güneş, rüzgâr, dalga, gelgit ve jeotermal enerji gibi teknolojileri içerir.
- Sürdürülebilir ulaşıma geçin. Benzinli ve dizel araçlar, uçaklar ve gemiler fosil yakıt kullanıyor. Araba kullanımının azaltılması, toplu taşımacılığın sıklıkla ya da sürekli tercih edilmesi, elektrikli araçlara geçilmesi ve uçak yolculuğunun en aza indirilmesi yalnızca iklim değişikliğinin durdurulmasına yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda hava, toprak ve kirliliğini de azaltacaktır.
- Evlerimizi konforlu/rahat tutmamıza yardım edin. Evler cereyanlı ve soğuk (çok sıcak) olmamalıdır; bu para israfıdır ve kışın (yazın) çekilmez. Hükümet, duvarları ve çatıları yalıtmak ve petrol ya da gaz kazanlarından ısı pompalarına geçmek gibi yöntemlerle hane halkının evlerimizi yeşil bir şekilde ısıtmasına yardımcı olabilir.
- Çiftçiliği geliştirin ve vegan beslenmeyi teşvik edin. Bireylerin iklim değişikliğini durdurmasına yardımcı olmanın en iyi yollarından biri et ve süt tüketimini azaltmak ya da uygun ve/ya da gerektiğinde durumlarda tamamen vegan olmaktır. İşletmeler ve gıda perakendecileri, çiftçilik uygulamalarını iyileştirebilir ve insanların geçiş yapmasına yardımcı olmak için daha fazla bitki bazlı ürünler sağlayabilir.
- Atmosferden daha fazla karbon uzaklaştırmak ve yutmak için doğayı koruyun, yutakları geliştirip artırın. Doğal dünya, salımlarımızı temizleme konusunda çok iyi olmakla birlikte, hükümetlerin ve toplulukların buna dikkat etmesi gerekiyor. Doğru yerlere ağaç dikmek ve yeşillendirmek ya da ‘yeniden yabanileştirme’ planları aracılığıyla araziyi doğaya geri vermek, bozulan doğal coğrafyayı canlandırmak, daima iyi bir başlangıçtır. Bunun nedeni, fotosentez yapan bitkilerin büyüdükçe karbondioksiti atmosferden çekmesi ve toprakta biriktirmesidir.
- Yerküre’nin yağmur ormanları, nemli ılıman ve soğuk bölge (tayga) ormanları gibi iklim sisteminin, ekosistemlerin ve biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürekliliğinin sağlanması açısından önemli olan biyomlarını koruyun. Ormanlar iklim değişikliğiyle mücadelede yaşamsal öneme sahiptir ve ormanların korunması önemli bir iklim çözümüdür. Ormanların endüstriyel ölçekte kesilmesi, büyük miktarda karbon emebilecek dev ağaçların yok olmasına neden olur. Ancak şirketler hayvancılık, soya ya da palmiye yağı tarlalarına yer açmak için ormanları yok ediyor. Hükümetler daha iyi yasalar ve koruma önlemleri çıkararak bunları durdurabilirler.
- Okyanusları koruyun. Okyanuslar ayrıca atmosferden büyük miktarda karbondioksit emer ve bu da iklimin kararlı kalmasına yardımcı olur. Ancak birçoğu aşırı avlanmaya sahne oluyor, petrol ve gaz sondajında kullanılıyor ya da derin deniz madenciliği tehdidi altında. Okyanusları, deniz ekosistemlerini ve içindeki yaşamı korumak, sonuçta kendimizi iklim değişikliğinden korumanın bir başka yoludur.
- İnsanların aşırı ve yanlış/gereksiz tüketimini azaltın. Ulaşım, moda, yiyecek ve diğer yaşam tarzı seçimlerimizin hepsinin iklim üzerinde farklı etkileri vardır. Bu genellikle tasarımdan kaynaklanmaktadır; örneğin moda ve teknoloji şirketleri, gerçekçi olarak ihtiyaç duyulandan çok daha fazla ürün piyasaya sürecektir. Ancak bu ürünlerin tüketimini azaltmak zor olsa da kesinlikle buna değer. Daha zengin ülkelerde genel tüketimin azaltılması, gezegene daha az baskı uygulanmasına yardımcı olabilir.
- Plastiği azaltın. Plastik petrolden yapılır ve yağın çıkarılması, rafine edilmesi ve plastiğe (hatta giyim için polyestere) dönüştürülmesi süreci şaşırtıcı derecede karbon açısından yoğundur. Doğada hızlı bir şekilde parçalanmadığı için çok fazla plastik yakılıyor ve bu da salımlara katkıda bulunuyor. Parçalanan plastiklerse, mikro plastik olarak karasal ve denizel canlılar ve insan sağlığı için ciddi tehlike oluşturuyor. Ayrıca, plastiğe olan talep o kadar hızlı artıyor ki, plastiklerin üretilmesi ve imha edilmesi 2050 yılına kadar küresel karbon bütçesinin %17’sini oluşturacak düzeydedir.
Yukarıdaki yanıtlarda ya da çözümlerde ve acil istemlerde açıklananlara topluca bakıldığında, anlamaya çalışıldığında, bunalmış hissetmek ve iklim değişikliğinin çözülemeyecek kadar büyük olduğunu hissetmek kolaydır. Ancak iklim değişikliği mücadelesi için buraya kadar popüler bilim kapsamında kısaca açıkladığımız pek çok yanıtımız zaten var. Önemli olan şimdi onları hayata geçirmek. Tüm bu çözümlerin işe yaraması için, en fazla kirletici sektörler de dâhil olmak üzere hükümetler ve sanayi/işletmeler arasında güçlü bir uluslararası işbirliği gerekiyor.
Ayrıca bireyler de enerjilerini nereden sağlayacakları, enerji ve suyu nasıl kullanacakları, enerji, su ve madde tasarrufunu ve geri dönüşümü nasıl yapacakları, nasıl seyahat edecekleri ve hangi yiyecekleri yiyebilecekleri vb. konularda daha iyi seçimler yaparak da bunda rol oynayabilirler. Ancak herkes için iklim değişikliğini durdurmaya yardımcı olmanın en iyi yolu kolektif eyleme geçmektir. Bu, hükümetlere ve şirketlere politikalarını ve iş uygulamalarını değiştirmeleri yönünde baskı yapmak anlamına geliyor.
Konunun uyum tarafındaysa, hem insan sistemleri/sektörleri ve sağlığını hem de doğal sistemler, ekosistemler ve biyoçeşitliliğin korunması ve sağlığını dikkate alan, şiddetli hava ve iklim olayları ve afetleriyle iklim değişikliği ve küresel ısınmanın uzun süreli olumsuz etkilerinden daha az etkilenen, iklim direngen sürdürülebilir kalkınma ve yaşam kapsamında, örneğin iklim direngen sürdürülebilir tarım, ormancılık, iklim direngen yeşil ve/ya da sürdürülebilir akıllı kentler gibi insan sistemleri hızla oluşturulmalı ve bu sistemleri yine iklim direngen doğal sistemlerle desteklemeliyiz.
Son olarak, buraya kadar açıklanan birbiriyle ilişkili ve iç içe geçmiş, karmaşık ve çoğu zaman (ciddi ve sürekli emek, çaba, zaman, finansman, altyapı, kurumsal ve insan kapasitesi vb. gerektirdiği için) çözümleri hiç de kolay olmayan (ama olanaksız da olmayan) konu, sorun ve öğeler için merkezi hükümetin ve özel sektör ya da iş dünyası ve sermaye gruplarının da etkin ve yasal katılımıyla ivedilikle bir Ulusal İklim (Değişikliği) Mücadelesi ve Uyum Fonu oluşturulmasını önermek istiyorum. Böyle bir Ulusal İklim Mücadelesi ve Uyum Fonu Türkiye için çok yaşamsal ve ciddi bir gereksinimdir. Konuya pek çok gelişmiş ülkede olduğu ve Türkiye’de yapılmak istendiği gibi yalnızca emisyon (asıl olarak karbon) ticareti olarak bakılmamalıdır. Ayrıca, önerilen tüm bu dönüşüm eylem ve etkinliklerinin, yeni (ör. yeşil) sermaye birikimleri, yeni yatırımlar ve istihdam olanakları yaratılmasına ciddi katkıları olacağını vurgulamak isterim.